18 Ağustos 2019 02:11

Sendikal bürokrasinin ihaneti ne zaman biter?

“Sendikal bürokrasinin ihaneti ne zaman biter?” sorusunun cevabı açıktır. İşyerlerinden başlamayan ve denetim sürecinin işletilmediği bir mücadele her zaman yenilmeye mahkumdur.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Deniz IRMAK

Bu ilk değil, Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay iktidar ve sermaye en sıkıştığı anlarda, onlara can simidi oldu. İç politikada, dış politikada, krizlerde, sınır ötesi operasyonlarda… Sistemin bekası için son dakikada görev ve sorumluluklarını yerine getiren bir sendikacı profili çizdi.

Mesela işçiler asgari ücretin artırılmasını istediklerinde çıkıp “Ne yapalım şartlar bu kadar, imkanlar bu kadar” demekten geri durmadı. Milyonlarca asgari ücretli bir kez daha açlığın ve yoksulluğun kucağına itildi.

İşte biz bu anlayışa ve bu anlayışın temsilcilerine sarı sendikacı, sendika bürokratı diyoruz. Son kamu sözleşmelerinde de yine evirdi çevirdi, kamu işçilerini basının karşısında sattığını itiraf etti. Daha bir hafta önce, “Bu rakamlarla masaya bile oturamayız” diyen “büyük başkan” bir hafta sonra koşullarda hiçbir değişiklik olmadan, ücretlerde iyileştirme yapılmadan; iki yüz bin kamu işçisini ve ailelerini; KHK ile kadroya geçmiş 300 bine yakın işçiyi ve ailelerini açlığa ve yoksulluğa mahkum eden sözleşmeye imza attı. Atalay, sadece kamu işçilerini değil, milyonlarca kamu çalışanının alacağı zam çıtasını belirlemiş oldu. Bunun adı satıştır. Ergün Atalay’ın Bakan ile yapmış olduğu basın toplantısında mikrofonlar açık kalınca her şey bir kez daha ortaya çıktı. Atalay “Uzasa işi karıştıracağız. En azından kapattım böyle” diyerek olası gelişmeler karşısında bir kez daha rolünü oynamış olduğunu, bu kez açıkça ortaya koydu. Yapılan kamu protokolü anlaşmasını yırtıp atacak sendikalar olur mu bekleyip göreceğiz. Şu ana kadar Türk-İş içinden kimi sendikalardan tepki açıklamaları geldi. DİSK adına Arzu Çerkezoğlu açıklama yaparak durumu eleştirdi. Bunlar yeterli mi, hayır.

BAKMAYIN "KIRMIZI ÇİZGİ" DEDİKLERİNE

2018’in ikinci yarısında başlayan, 2019 yılında ağırlaşarak devam eden ekonomik krizin bütün yükünü işçi ve emekçilere yıkmak için sermaye ile kol kola olan iktidarın saldırıları ortadayken, kıdem tazminatı gasbedilmek istenirken, bireysel emeklilik sigortası zorunlu hale getirilirken, çalışma hayatını daha fazla yıkıcı hale getirmek için yasal hazırlıklar yapılırken, kamu sözleşmelerine atılan imza ile diğer saldırılara yeşil ışık yakıldı. Bakmayın siz sendikal bürokrasinin “Kıdem tazminatı kırmızı çizgimizdir” dediğine. Kıdem tazminatı gündeme geldiğinde “Geçmiş kazanımlara dokundurtmayız” diyecek ama işçileri bölecek, arkadan taslağa evet diyecekler. Görünen köy kılavuz istemez.

Peki bütün bu süreçler devam ederken, ileri işçiler, işyeri temsilcileri, işçilere en yakın şube başkanları ve yöneticileri ne yaptı? Deyim yerindeyse hiçbir şey. Bu gerçeği görmemiz lazım. Sendikal bürokrasi tabandan bir baskı görmemişse, işyerinde bir itiraz çıkmamışsa yapacağı ilk şey bu durumdan faydalanarak işçileri tekrar tekrar açlığa ve yoksulluğa itmek olacaktır.

BÜROKRASİYE KARŞI MÜCADELE ETMEDEN OLMAZ

Kamu sözleşmelerinin taslakları nasıl hazırlandığı bile bilinmiyor. İşçiler bu taslaklara ne kadar onay verdi? Görüşmeler ne kadar açık ve şeffaf yürütüldü? Bunların hepsi gizli kapaklı, kapalı kapılar arkasında yapıldı. Bırakalım işyeri temsilcilerinin bilgisini, şubelerin bilgisi, Türk-İş’e bağlı başkanlar ve yönetim kurulu üyelerinin bile bilgisi dışında yaşanan süreçler bunlar. Sadece kamu işçilerinin değil, tüm işçilerin bu süreçten ders ve sonuçlar çıkarması gerekiyor.

“Sendikal bürokrasinin ihaneti ne zaman biter?” sorusunun cevabı ise açıktır. İşyerlerinden başlamayan ve denetim sürecinin işletilmediği bir mücadele her zaman yenilmeye mahkumdur. İşçiler işyerleri komiteleri kurulsaydı, taslakları işçiler hazırlasaydı, işyeri komiteleri şubeler üzerinde baskı kursaydı, merkezler denetlenip üzerinde baskı kurulsaydı, mücadelenin nefesi enselerinde olsaydı sendikal bürokrasi bu kadar rahat davranamaz, bu kadar rahat satış yapamazdı. Geçmiş bunun deney ve tecrübeleri ile doludur. ‘89, ‘90 bahar eylemleri, ‘99 sosyal güvenlik süreci, TEKEL direnişi, metal fırtına, son olarak İzmir İZENERJİ işçilerinin tutumu gibi örnekler en yakın mücadele deneyleridir. Bu mücadele süreçleri sendikal bürokrasi ve sermaye güçlerinin duvarlarına gedikler açmış, açmaya devam edecek.

Her olumsuz yaşanan sürecin sonunda doğru dersler çıkarıldığında yeni olanaklar beraberinde gelir. İşçiler her türden bürokrasiye karşı yeni bir mücadele hamlesi başlatmadan durum değişmeyecek. Hiçbir işçi kendi iradesini bir üst yöneticiye teslim etmemeli, tüm kararlar tartışılarak alınmalı ve son sözü işçiler söylemeli. Ancak işçiler inisiyatif alır ve birlik olursa, sermayeye ve sendikal bürokrasiye karşı mücadeleye girişirse, kendi göbeğini kendi keserse sendikal bürokrasinin ihaneti bu kadar kolay olmaz, bitmese bile zayıflar ve etkisini yitirmeye doğru gider.

Gerçek, yalın ve çıplaktır. Gidilecek yol bellidir: Saldırılara karşı din, dil, milliyet farkı gözetmeden, tüm kadın ve erkek işçilerin birlikte ve kitlesel mücadelesiyle güzel günlere ulaşılacak.

ÖNCEKİ HABER

Selvi Kılıçdaroğlu, Dilek İmamoğlu ve Başak Demirtaş bir araya geldi

SONRAKİ HABER

Veli Ağbaba: Son bir yılda 888 bin kadın işsiz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...