03 Ağustos 2019 22:02

Oraya Kuzey derler

Can Deniz Eraldemir, Çayan Demirel ile Ertuğrul Mavioğlu'nun yönetmenliğini yaptığı "Bakur" belgeselini yazdı.

Görsel: Bakur belgeselinin afişi

Paylaş

Can Deniz ERALDEMİR

Her birimiz ana karnında nasıl oluşuyorsak benzer bir etkiyle ayaklarımızı bastığımız toprak da kendi varoluşumuzun mekânı oluyor. Tekilde insanın, çoğulda ailelerin, kavimlerin, halkların kendi varoluşunu adımlarıyla sınadığı toprağı adlandırarak tanımlaması da bundan. Toprak ana ise önce anayı çağırabileceksin.

İlk yerleşimlerin suyla doğrudan bir ilişkisi var. Ama su sadece bir temel ihtiyaç olmadı hiçbir zaman. Çoğunlukla bellekte zamanın kendisi olarak yer alır, sürüp giden bir akışı, boylu boyunca çoğalıp azalan, azalıp setlerde biriken, sürecin akışının en sade metaforu olagelir. Toprak nasıl suyla besleniyorsa kendini tanımlayan insan da zamanla beslenir.

Mekanlar yahut mekân tanımları özneye göre değişir kuşkusuz. 'Herkese yemiş verebilecek toprak' bir anda herkesin olamadı henüz. Bu sebeple öznelerin yönü kendinin bildiği topraklar için farklılaşır, aynı suyla sulansa da. Birinin Güney'i ötekisinin Kuzey'i olur.

"ORASI KUZEY DEĞİL, GÜNEY"

Çayan Demirel ile Ertuğrul Mavioğlu'nun yönetmenliğini yaptığı "Bakur" belgeseli işte böyle bir Kuzey'i anlatıyordu. Ertelemesiz 4'er yıl 6'şar aylık ceza da "orası Kuzey değil, Güney" demenin hikayesi.

Bakur'un garip bir akışı oldu, Fırat'ı çatlatırcasına. İlk karşılaştığı set 2015 Uluslararası İstanbul Film Festivali'ndeki galasının 'eser işletme belgesi olmadığı' gerekçesiyle bir gün kala engellenmesiydi. O seti, 'dönemin ruhu gereği' biraz arkadan dolanarak başka sinemalarda ve başka ülkelerde gösterilerek aştı diyebiliriz: Almanya'da DOKLeipzig, İsviçre'de Vision su Reel ve İsveç'te Stockholm Film Festivali bu yolculuğun akılda kalan bazı duraklarıydı.

'Dönemin ruhu' savaş konseptine takılınca, yani 2017 yılında, birilerinin Güney'inde, Batman Yılmaz Güney Sineması'ndaki gösterimin fragmanı Terörle Mücadelede görevli iki polisin önce tutanağında, sonra da Savcı iddianamesinde 'terör örgütü propagandası' suçu tanımına büründü. Nedeni pek de anlaşılmadan yargılama Batman 2. Ağır Ceza mahkemesinde başladı. Hem Ertuğrul Mavioğlu, hem de müşteki avukatları 'Neden Batman?' diye haklı olarak sordular. Fakat Çayan Demirel konuşamadığı için soramadı. Çünkü Bakur'un yapım işlerinin tamamlandığı günün ertesi günü geçirdiği beyin kanaması sonrasında sunduğu sağlık raporunda konuşamayacağı, bundan dolayı da savunma veremeyeceği belirtiliyordu.

MAHKEMEDE SAVUNMA DA OLUR MU YAHU

Bir mahkemede kim konuşur? Yunan site devletlerinde pek varlıklı, varlığınca özgür halka açık mahkemelerin olduğunu Sokrates'ten biliyoruz. Retorik sanatı ve mantık ilk mahkeme meydanlarında koşturuldu diyebiliriz. Üstünden çok su aktı demezseniz!

Roma imparatorluğunun şehrin  duvarlarına  devlet ciddiyetiyle çaktırdığı yasaları sayesinde suçlanana "Sen söylüyorsun da biz zaten suçunu tanımlamıştık" dendiğini tahmin etmek de pek zor değil.

Kapitalizmin, suçu geometrik arttırırken,  hakları -eh faşizmi saymazsak- aritmetik tanıdığı şu dönemde yasalar pek öyle duvarlara çakılabilecek kadar kısa değil. Doğru gökdelen konutlar bu sistemin bir ürünü, lakin suçu gökdelenlerin boyunu fersah fersah aşacak cinstten olunca.. Avukatların, "ama" arayışı işte o suç unsurlarının içinde eskiden masumiyet karinesiyle örtülü, şimdi herkes suçludur kadar çıplak bir hal aldı.

Bu suçluluk ekseninden olacak, 18 Temmuz 2019 tarihinde Batman 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen yedinci duruşmada savunmanın bileşenleri daha tam konuşamadan , mahkeme heyeti, yönetmenlere gıyaplarında 4'er yıl 6'şar ay hapis cezası verdi.

Brecht, Führer Almanya'sında Göbelsvari şova dönüştürülerek yakılan kitaplarla ilgili yurt dışından şöyle bahsediyordu:

"Buyurunca Hitler Hazretleri

Zararlı fikirlerle dolu kitapların yakılmasını

Halkın önünde, alanlarda, 

Öküzler odun yığınlarına araba araba kitap taşıdı."

Ertuğrul Mavioğlu'da yaşanılan süreci yurt içinde şöyle anlatıyordu: "Yargı reformu, ifade özgürlüğü önündeki engellerin aşılması gibi konular kamuoyunun gündemine geldiğinde, küçük küçük olumlu kararlar çıktığında, kamuoyunda bir rahatlama bir mutluluk halı yaşanıyor. Ama her seferinde, vidayı birazcık daha sıkarak, beynimizde bir diş daha açarak Türkiye'de yaşadığımızı hatırlatıyorlar. 4 yıl 6 ay değil bizim aldığımız cezamız, Selahattin Demirtaş'ın haksız yere bir siyasi bir kimlik olarak içerde tutulması, on binlerce siyasi tutuklunun varlığı, binlerce öğrencinin cezaevinde sudan gerekçelerle tutulması, bunların tamamı bu Türkiye coğrafyasının gerçekliği. Bu gerçekliğin bir parçası olarak özel bir üzüntü duyuyor muyum? Hayır. Bu gerçekliğe üzülünmez, bu gerçeklikle sadece mücadele edilir. Bu gerçeklik karşısında susulmaz. İfade özgürlüğü denilen şey insanı insan yapan gerçekliktir. İfade özgürlüğüne sahip çıkmak insan olma mücadelesidir."

Görüntü, fotoğraf gibi kağıda basılmayınca ne kadar stabil ve hijyenik de olsa iyi bir odun işlevi görmüyor tabi. Ateş olmayan yerden de duman çıkmaz, hele bir de su tutmamışsak! Eh! kitaplar da her an tekrar yakılabilir...

ÖNCEKİ HABER

Dijital platformlarda yeni sezon: Abdülhamid Oyunları

SONRAKİ HABER

Cumartesi Anneleri: Adalet bir gün size de lazım olacak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa