10 Nisan 2011 16:45

İşçilerle beraber yürüyeceğiz

AKP Hükümeti’nin iktidara gelmesinin ardından THY’de yoğun bir baskıyla karşılaşan Hava-İş, tüm zorlamalara rağmen örgütlülüğünü korumayı başardı. Özellikle 2007 yılında THY yönetiminin açık tehditlerine karşın toplusözleşme sürecini kararlılıkla sürdürdü. Bu kararlılık, pe

İşçilerle beraber yürüyeceğiz
Paylaş

Gökhan Durmuş

 

İşçi sınıfının taleplerine yanıt verecek bir sendikal anlayışı hayata geçirmek istediklerini dile getiren Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin, “Bizim çağrımız Türkiye işçi sınıfının tamamınadır” diyor. Mevcut anlayış nedeniyle sendikaların toplusözleşme dahi yapamaz hale geldiğini vurgulayan Ayçin, Türk-İş Genel Kurulu’na ilişkin sorularımızı da yanıtladı.

Nasıl bir Türk-İş istiyorsunuz?

Türk-İş’i bilmeyen yok artık. Sınıfın beklediği, ihtiyaç duyduğu önderliği yapamadığını görüyoruz. Türkiye’nin en temel sorunlarıyla ilgili hemen bütün kişi ve kuruluşlar görüş belirtiyor, Türk-İş’in sesi çıkmıyor. Oysa Türk-İş, ürettiği projeler en çok dikkate alınan kuruluş olmalıdır.

Türk-İş kendisini, kamu sözleşmeleri geldiğinde koordinasyon kurulu oluşturan, hükümetle ve yetkili bakanlıklarla görüşen bir konfederasyon olmanın ötesine taşımalıdır. Sadece bünyesinde örgütlü işçilerin değil, Türkiye’de çalışan örgütlü-örgütsüz, sesini duyuramayan yoksul kesimin temsilcisi olmalıdır. Bu ülkenin kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına ne sorun yaşanıyorsa Türk-İş bu sorunların tamamına duyarlı bakmalıdır. Eğer bu ülkede üniversite harçları can yakıyorsa ya da çiftçinin ürününe bir sonraki dönem yenisini ekemeyeceği kadar düşük taban ücreti veriliyorsa Türk-İş taraf olmalı, mutlaka müdahale etmelidir.

Türkiye’de herkesi çok yakından ilgilendiren bir Kürt sorunu yaşanıyor. Bu sorunun yoğun yaşandığı yerlerde Türk-İş’e bağlı sendikaların tabanları, şubeleri var. Buna duyarlı davranması ve çözüm üretmesi gerekiyor.

Kamuda örgütlü işçi sayısının 200 binlere kadar düştüğü biliniyor. Özelleştirmelere direnilemediği ortada… Her sözleşme döneminde işçilerin daha da fakirleştiğini düşünürsek Türk-İş ne yapıyor?

Hem bir erozyon yaşanıyor, hem de pratik yaşam içerisinde asli görevlerimizi yapamaz noktaya geldik. Yani toplusözleşme maddeleri ihlal ediliyor “Gidin mahkemelerde uğraşın” deniyor. Özelleştirmelerle ilgili yapılan itirazlar ve mahkeme kararları var ama uygulatamıyorsun, yine “Gidin mahkemelerde uğraşın” oluyor. “İleri demokrasi” deniyor ama insanlar en temel haklardan olan sendikalı olma hakkını kullandıkları için işten atılıyor, günlerce aylarca direnişte kalıyor. Ama yanlarına uğrayan bir sendikacı yok. Sendikacılar yuhalanırız diye alanlara çıkamaz hale gelmişler.
Seçimlerin sonrasında ulusal istihdam stratejisi adı altında bir taarruz kutusu var. Eğer bu da hayata geçerse bırakın asli işlerimizi yapmayı, asgaride yaptığımız toplusözleşmeler bile uygulanabilir olmayacak.

Örgütsüz işçilerle, işsizlerle, öğrencilerle, emeklilerle yani yoksul halkı oluşturan tabakalardan kendimizi soyutladığımız için, ilişki içerisinde olamadığımız için bunların desteğinden de uzağız. Toplusözleşme dönemlerine bir bakın. Türk-İş gibi bir konfederasyona bağlı kamuda örgütlü sendikaların toplusözleşmeleri başlıyor, bitiyor, kimin haberi oluyor? Uyuşmazlık noktasına geliyor, kimsenin haberi yok. O sürecin direkt içinde olan işçilerin bile haberi yok.

Herkesin özlediği bir Türk-İş modeli var. Herkesin ortaklaşa söylediği bir söz var: “Eskiden Ankara’da Türk-İş vardı.” Geçmişte yapılmış, başarı elde etmiş ve gerçekten sürece damgasını vurmuş eylemlerle duygularımızı tatmin etmeye başladık. İşte ‘Madenci Yürüyüşü’, DİSK’in geçmişte yaptığı ‘Faşizme İhtar Mitingleri’, TEKEL direnişi gibi…

Sendikaların hükümetler tarafından eskisi kadar ciddiye alınmadığını düşünüyorsunuz; Ama AKP Hükümeti, yaptığı her işte sendikaların görüşünü aldığını iddia ediyor…

Hükümet sadece şekilsel olarak sendikaları dinliyor. Torba yasanın içine çalışma yaşamını direkt ilgilendiren maddeler serpiştiriliyor. Bu maddelerle ilgili Türk-İş ve diğer konfederasyonlar basından haber alıyor. Çalışma Bakanı, “Nerden çıktı bu?” diye soran bir işçi konfederasyonu genel başkanına “Sormayın ya, çok aceleye geldi haber veremdik” diye çok lakayt bir cevap verebiliyor.

Şimdi bakıyorsunuz, hükümetin bir işveren temsilcisine olan yaklaşımıyla bir işçi temsilcisine olan yaklaşımı arasında kıyaslanamayacak kadar fark var. Siyasete soyunan herkes biat edercesine gidip işverenler ve kuruluşlarıyla görüşerek, parti politikalarını anlatıyor, kurumsal taleplerinin ne olduğu konusunda dertlerini dinliyor. İşçi kuruluşlarıyla irtibatı ise sadece oy istemekle sınırlı. En son TEKEL eyleminde olduğu gibi… Türkiye ve dünya kamuoyunun gündemine oturan bir eylemlilik söz konusu olduğunda gelip destek ve nezaket ziyaretleriyle bir görüntü verir, ardından çeker gider. Bu anlayış yarın iktidar olduğunda ilişkileri de seçim öncesi ilişkileri temelinde gidiyor. Türk-İş’in, daha doğrusu işçi sınıfının bu anlayışı bertaraf etmesi gerekir.

Bu anlattıklarınız sadece Türk-İş’te yaşanan sorunlar değil aslında… Peki sizce sendika merkezlerinin de gelinen noktada sorumluluğu yok mu?

Elbette sadece Türk-İş’in 5 kişilik yönetiminin sorunu değil bunlar. Bu yıllardan beri Türkiye’deki hakim sendikacılığın geldiği nokta. Bu konuda diğer konfederasyonların da çok farklı olduğunu düşünmüyorum. İşçi sınıfının temel sorunları etrafında bile bir tartışma mekanizması oluşturamıyoruz. Mesela torba yasa konusunda birinin kılı kıpırdamadı, biri gücü oranında sokağa çıktı, öbürü hiç sesini çıkarmadı.

Peki bütün bunların olmaması için ne yaptık? Maalesef kendimizi sorgulama noktasına gelemiyoruz. Biz Türk-İş’te bir araya gelen sendikalar olarak şunu söylüyoruz; Bizim, bugünkü başarısızlığı kesinlikle kişilere mal etmek gibi bir amacımız yok. Kişiler üzerinden hiçbir sendikayla alıp veremediğimiz yok. Ama bugünkü anlayışla bu iş gitmiyor. Bütün bunlara karşı çıkılması, işçi sınıfının ayağa kaldırılması lazım.

Bu süreçte herkesin payı olduğu kadar, kendimi de sorumlu kılıyorum. Türk-İş’in kimliğine uygun bir işçi kuruluşu olması için kendi adıma ne düşecekse bu samimiyetle yola çıktım.


iŞÇiLERE, TEMSİLCiLERE, ŞUBELERE ULAŞACAĞIZ

Türk-İş Genel Kurulu’na yaklaşık 10 ay var. İlk kez genel kurul öncesi böyle bir, bir araya geliş çok net biçimde ifade ediliyor. Bu süre içinde ülkenin bütün yörelerindeki işçilere ulaşmayı hedefliyoruz.

Yani geçmişte olduğu gibi genel başkanlar, genel merkezler ya da delege üzerinde söz sahibi olan büyük ağabeylerden yola çıkılarak yapılan hesaplamalarla gidilen bir genel kurul olsun istemiyoruz. İşçinin kendi özgür iradesiyle kendisini ifade edebildiği veya seçebildiği, delegesini denetleyebileceği bir ağ oluşturmak istiyoruz. Bununla ilgili tutunacağımız dallar farklı işyerlerinde örgütlü sendikalar veya şubeler de olabilir. Kişiselleştirmeden, politikalar üzerinden, insanların özlemini duyduğu Türk-İş’in oluşması açısından, herkesin sorumluluğunu hatırlatmak açısından bütün şube ve genel merkez genel kurullarına gidip, hazırlanacak ortak program etrafında düşüncelerimizi aktaracağız. Buralardaki işyeri temsilcilerine, şube yönetimini oluşturan arkadaşlara, seçilecek delegelere bir şekilde mesaj verip ulaşmak istiyoruz.
Yani Türk-İş Genel Kurulu’na gitmeden önce işyerlerinde işçilere, temsilcilere, şube yöneticilerine dokunarak politika yapmak istiyoruz. Çünkü, Türk-İş Genel Kurulu’nda varsayalım listeniz kazandı, eğer işçilerin desteğinin alamıyorsanız sizin tek başınıza iktidar olmanızın pek anlamı yok. O nedenle işçilerle beraber Türk-İş yönetimine yürümek gibi bir düşüncemiz var. Türk-İş’in geçmişine baktığımızda eksik olan budur. İşçinin kendisiyle ilgili sürece dahil edilmemesi, görüşünün alınmaması ortak edilmemesi veya kendisini ifade edebilecek alanların olmayışı…

Biz bu eksiklikleri görüyorsak o zaman bunları ortadan kaldırabilecek yol haritasını çizip insanların önüne koymamız gerek. Örneğin bölge toplantıları yapılması gerektiğine inanıyorum. Genel kurul öncesi değişik bölgelerde ortak toplantılar yapıp neden böyle bir yapılanmaya gerek duyulduğunun insanlara anlatılması gerekir. Böylece işçi arkadaş sorumluluk ve yetki verdiği delegesinin ne yapması gerektiğini de önüne koyabilsin. Sadece medya araçları üzerinden yapılacak muhalefetin çok da başarılı olacağı düşüncesinde değilim.


BİRLİĞİMİZ GENEL KURULDA SONA ERMEYECEK

Bu birlik Türk-İş Genel Kurulu’nda sona erecek bir birliktelik değil. Türk-İş’te böyle bir anlayışı iktidar olur olmaz… Olmasa bile muhalefette kalan anlayış olarak, kendi politikalarımız doğrultusunda kararlar alınırsa yönetimlerle, yönetimlerin bu yönde davranmadığı noktada da ise bir araya gelişi ortaklaştıran bir program etrafında hareket etmeliyiz.
Bizim amacımız, yüzünü gerçekten işçi sınıfına dönmüş, sorunların çözümünde sınıfı sürecin içine dahil edebilmiş, onun temel görüşü ve çıkarları etrafında bütünleşmiş, etrafındaki katmanlarla örgütlü bir şekilde düşünme ve hareket etme becerisini yakalayabilmiş, demokratik, güven duyulan, siyasi iktidarlar üzerinde caydırıcı unsur olan, Türkiye’deki sorunlarla ilgili söylediklerine kulak verilen, uluslararası alanda dayanışma ihtiyacı duyulan bir Türk-İş yaratmak, böyle bir sendikal anlayışı oturtmaktır. Bizim çağrımız Türkiye işçi sınıfının tamamına açıktır. Bu çerçevede bir araya gelecek herkese yapılan bir çağrıdır.
 

evrensel.net

ÖNCEKİ HABER

Dersim’in tapusu: Sey Qaji

SONRAKİ HABER

Halk seçeneksiz değil

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...