10 Ekim 2012 14:49

Ahmet Hamdi Tanpınar’a Mektup

Sevgili Ahmet Hamdi Tanpınar,İstanbul’dan ilk kez başka şehirlere açılması düşünülen festival bu yıl çok çabuk geçti. İstanbul’un yerlilerinin iyi bildiği bir lodos yorgunluğu mu, yoksa festivale seçilen şehir ve korku temasının kötü bir rastlantıyla hem İstanbul’da hem festivalin öteki şehirl

Ahmet Hamdi Tanpınar’a Mektup
Paylaş
Sennur Sezer

İstanbul’dan ilk kez başka şehirlere açılması düşünülen festival bu yıl çok çabuk geçti. İstanbul’un yerlilerinin iyi bildiği bir lodos yorgunluğu mu, yoksa festivale seçilen şehir ve korku temasının kötü bir rastlantıyla hem İstanbul’da hem festivalin öteki şehirlerinden Hatay’da gündeme yerleşişi mi beni festivalden alıkoydu bilemiyorum. Ne kadar istemiş olursam olayım festivali izleyemedim. Siz benim için Saatleri Ayarlama Enstitüsünün, Abdullah Efendi’nin Rüyalarının, Eski Zaman Elbiselerinin yazarısınız her şeyden önce.15-16 yaşımın özendiğim şairi. Sizi hiç şikâyet ettiğiniz gibi değerlendirmedim:
“Gariptir ki eserimi sathî (yüzeysel) okuyorlar ve her iki taraf da ona göre hüküm veriyorlar. Sağcılara göre ben angajmanlarım –Huzur ve Beş Şehir– hilafında (uygun olmayarak) sola kayıyorum, solu tutuyorum. Solculara göre ise ezandan, Türk musikisinden, kendi tarihimizden bahsettiğim için ırkçıların değilse bile, sağcıların safındayım. Halbuki ben sadece eserimi, şahsen yapabileceğim şeyi yapmak istiyorum. Ben maruz müşahidim (Etkilendiklerimin tanığıyım). Sempatilerim var… İnkılâpların (devrimlerin) taraftarıyım ve dil meselesindeki ifratlar (aşırılıklar) hariç, geriye dönmek, bir adım bile istemem.”
Huzur’daki kahramanınızın bir kadını tanıdıkça sevişini hatırlayıp durdum hafta boyunca:
“O gün Mümtaz için hiç tanımadığı lezzetlerin günü oldu. Hayatında ilk defa bir kadın bütün mahremiyetini ona açıyordu. Bu ne bir mabudeydi (kendisine tapılan ilahe), ne de lâlettayin (rasgele), vuslat (kavuşma) meraklısı bir mahlûktu. Bu, uzviyetin (vücudun, bedenin) seçtiği erkeğe bütün hüviyetiyle (aslıyla) kendisini bırakan, bir tarla, bir bahçe gibi bütün özünü teslim eden, ‘ben buyum işte...’ diyerek her sırrını, imkânını ona açan kadındı. Fakat olduğu şey, bu hüviyet, ne kadar zengin, ne kadar değişik âlemdi ve kaç insan bu zenginliği kendisinde keşfetmeden ölürdü. Hiçbir deniz altı, hiçbir masal hazinesi bu kadar dolu, bu kadar şaşırtıcı olamazdı. Mümtaz onu ilk defa panjurları sımsıkı kapalı odada, yarı aydınlıkta çırçıplak gördüğü ânı sonraları sık sık hatırladı. Bütün yıldız parıltıları, her türlü mücevher ışığı buradaydı. (...)
O gün Nuran’da her şey Mümtaz’ı çıldırttı. Kendi kendisini aşka veriş şekli, hazza (zevke) sakin bir limanda bekleyen gemi gibi hazırlanmış, yüzünün mahmur (uykulu, süzgün) İstanbul sabahlarını hatırlatan örtülüşleri, yaşanan zamanın ötesinden gelir gibi tebessümler, hepsi ayrı ayrı lezzetlerdi ki tattıkça hayran oluyor, bir insandaki bu sonsuzluğa, zamanın birdenbire değişen, âdeta birbiri peşinden gelen ebediyetler gibi ağırlaşan ritmine şaşıyordu. Daha o günden en büyük sırrı sadelikte olan kadına karşı içinde garip, her türlü duygunun üstünde bir tapınma hissi başladı. Onu bir kıta gibi yavaş yavaş keşfediyor ve ettikçe hayranlığı ve bu tapınma hissi değişiyordu.”
Bu satırlarınız bana Huzur’un bir savaş öncesinin bütün ruhsal fırtınalarını taşıyışını hatırlattı. İnsanların mutlu olmak, yaşamak isteyişinin bir hastalık nöbeti gibi herkesçe görüldüğü bir dönem.
İstanbul’da bir süredir bu nöbetler yineleniyor sanki. Sonbahar biraz ayak sürüyor. İkinci Dünya Savaşındakiler gibi bir palamut bolluğu. Havada savaşın ağırlığı. Sınırı geçip savaştan kurtulacaklarını sanan sığınmacılar... Bombaların düştüğü yerlerin yürek burkan haberleri... Ve gençler. Bütün toylukları, yaşamamışlıklarıyla her an başlayacak bir savaşın kurban adayları...
Öte yandan sizden alıntıladığım bu satırların “muhafazakâr” bir sanat istediğini söyleyen edebiyatçılarımızdan Zülkarneyn pardon İskender Pala’nın tepkisine maruz kalmasından korkarım. Çünkü “dar gelen düğmeler” sözü bile ona ergen görüntüleri veriyor, bu sözlerin kadınları aşağıladığı konusunda yazıyor. Tenha sözüne bile dayanamıyor gibi. Anlaşılan Divan edebiyatının benzetmeleri sinirlerini epey yormuş.
Sizi öyle özlüyorum ki Tanpınar. Gerçek bir estetik hocasına öyle ihtiyacımız var ki.  Çizgiden çıkanları belki siz hizaya getirebilirdiniz.
Özlemle, saygıyla.
Gelecek yıl buluşmak üzere.

ÖNCEKİ HABER

Pırlantadan neden ÖTV alınmıyor?

SONRAKİ HABER

Hiçbir anne çocuğuna doya doya sarılamıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...