08 Ekim 2012 03:15

YÖK’ü ihya etme projesi

Muhalefetteki her parti, en azından lafızda YÖK’ün kaldırılmasını ya da YÖK reformunu savuna gelmiştir. Muhalefetten iktidara gelenlerin tamamı da, YÖK’ü tüm ‘olanakları’yla keyfince kullanmıştır.Kurulduğunda ‘ciddi’ bir YÖK eleştirisi yapan AKP de YÖK’ün etinden sütünden epeyce y

YÖK’ü ihya etme projesi
Paylaş
Arif Koşar

Kurulduğunda ‘ciddi’ bir YÖK eleştirisi yapan AKP de YÖK’ün etinden sütünden epeyce yararlandı. İktidara geldiğinde YÖK’ü YEK (Yüksekeğitim Kurumu) yapmak üzere bir tartışma da başlatmıştı. Ama YÖK Başkanı ve çoğunluğu AKP ile uyum içindeki isimlerden oluşunca birden YÖK ‘demokratik’ oluverdi.

YÖK’ün baskıcı karakteri itibarıyla AKP’nin YÖK’le bir derdinin olmadığı hatta bu haliyle YÖK’ü pek de beğendiği söylenebilir. Ancak, eğitimden sağlığa, çalışma yaşamından kamu yönetimine kadar sermayenin ihtiyaçları çerçevesinde yaşanan dönüşüm, üniversitelerin de yeniden yapılandırılmasını zorunlu hale getirdi.

Üniversiteler, şimdi kapsamlı bir projeyle karşı karşıya. Belki 15 yıldır ‘üniversite reformu’ sermayenin önemli bir gündemi. Ama ilk defa bu reformu hayata geçirmek üzere bu kadar kararlı adımlar atılıyor. Bu kapsamda YÖK’ün yeniden yapılandırılmasına ilişkin ‘resmi’ metin (Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru) ‘kamuoyu’ ile paylaşıldı. Metinde sermayenin nasıl bir üniversite istediği belki de en saf haliyle açıklanıyor.

SERMAYENİN İHTİYAÇLARINA GÖRE ÜNİVERSİTE

Yeni sistem şöyle tanımlanıyor: “Söz konusu yeniden yapılandırma sürecinde, üniversitelerimizin çeşitliliğine, evrensel kalite standartları içerisinde gelişebilmesine, kurumsal özerklik ve hesap verebilirliğine, rekabet imkânlarının geliştirilmesine ve finansal esneklik içerisinde faaliyet gösterebilmelerine imkân tanıyacak bir sistem hedeflenmektedir.” Bunun Türkçe çevirisi şöyle yapılabilir: Çeşitlilik ile kastedilen YÖK yasasındaki mevcut özel üniversite sınırlamasının kaldırılması. Evrensel kalite standartları; eğitimin, müfredatından açılacak bölümlere kadar tamamen sermayenin ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesi ve ‘bağımsız’ denetim kurumları tarafından bunun sürekli kılınması... Kurumsal özerklik ve finansal esneklik ise üniversite yönetimin esas olarak hükümet inisiyatifiyle belirlenmesi ama ekonomik kaynakların üniversitenin ‘özerk’ faaliyetleriyle sağlanması (sermaye ile kurulan çeşitli ilişki biçimleriyle)...

ATAMA USÜLÜ DEMOKRASİ

Birincisi üniversitelerde sürpriz yönetimler olmayacak. Bugünkü sistemde de mümkün değil denilebilir. Ancak göstermelik de olsa seçim var. Üniversitelerin yönetimi herhangi bir ‘demokratik’ olasılığa yer bırakmayacak biçimde merkezi olarak belirlenecek. Vakıf üniversitelerinde zaten seçim falan söz konusu değil. Ki mümkün de değil. Parayı veren rektörü de dekanı da belirliyor. Buralar zaten literatürde işletme, halk dilinde dükkan!
Üniversitelerin yönetimi tartışması esas olarak devlet üniversitelerinde geçerli. Bu kapsamda devlet üniversitelerinde 3 statü düşünülüyor:
1. Kurumsallaşma derecesi yüksek, üniversite konseyi kurma şartlarını taşıyan üniversiteler
2. Kurumsallaşmış ama üniversite konseyi kurmanın şartlarını taşımayan üniversiteler
3. Kurumsallaşmakta olan üniversiteler (Bunlar daha çok yeni kurulan üniversiteler olacak)
Birinci statüde adı üstünde üniversite konseyleri temel yönetim organı olacak. Konsey 11 kişiden oluşur. 5 üye üniversitenin kendi öğretim üyeleri arasından; 2 üye Bakanlar Kurulu tarafından; 2 üye Yükseköğretim Kurulu tarafından arasından seçilir. Bu 9 üyenin seçeceği 1 üye ilgili üniversitenin mezunları arasından; 1 üye üniversitenin bulunduğu ilde en çok vergi verenler arasından ve/veya üniversiteye en çok bağışta bulunanlar arasından seçilir.

PARAYI VEREN...

11 üyenin bileşiminde görüldüğü üzere seçim vb. tartışmalar yok. Gayet pratik: YÖK seçer, hükümet atar, patron belirler (en çok bağış yapan)…  Bileşim adeta hükümetin denetimini garanti altına alacak biçimde belirlenmiş.  Konsey ne mi yapar? Ne yapmaz ki: “Üniversite Konseyi, rektör ve dekanları seçer ve atar; üniversite stratejik planını ve performans programını onaylar; üniversite yatırım programını karara bağlar; üniversite adına kamulaştırmaya, gayrimenkul satın alınmasına karar verir; öğrenci kontenjanlarını ve öğrenim ücretlerini belirler; sözleşmeli öğretim elemanlarına ve idari personele yapılacak ücret ve diğer ödemeleri belirler.”

Konseyin yetkilerinde küçük bir ayrıntı olarak görülebilir ama rektör seçiminde ‘atama’ ifadesi, bugünkü ‘demokratik’ tiyatro sahnesinin bile ortadan kaldırılmasını öngörüyor. Dedik ya, bu sermayenin en saf metinlerinden birisi… Bunun için açık açık yazılmış: “Üniversite Konseyi tarafından Rektör Adaylarını Belirleme Komisyonu marifetiyle yürütülür. Komisyonun belirlediği ve Konseyin onayladığı başvuru şartları ile ilana çıkılır. Komisyon, bu ilana başvurmuş profesör adaylar arasından gerekçesini belirterek 3 kişi belirler. Bu 3 kişiden biri, üniversite konseyi tarafından seçilir ve konsey başkanı tarafından atanır.”
Ya öğretim üyelerinin rektörü seçmesi? Yok… Öğrencilerin söz hakkı? Yok… Demokrasi? Hiç yok!
(İstanbul/EVRENSEL)


YÖK’ÜN YAPISI NASIL DEĞİŞİYOR?

Metinde YÖK’ün yapısında tam bir bilimsel katliam öngörülüyor. Üniversite bileşenlerine YÖK’ün belirlenmesinde hiçbir söz hakkı tanınmıyor. Tam da 6 Kasım 1981’te YÖK’ün ilk kurulduğu dönemdeki gibi. İktidar kimse YÖK onun tarafından birebir belirlenecek. Şimdi farklı mı? Değil… Ama YÖK’ün yenilenmesi ile yutturulmak istenen intihar hapı! Yeni tasarıya göre; Yükseköğretim Kurulunun adı ‘müthiş’ bir değişimle Türkiye Yükseköğretim Kurulu oluyor. Kurulun alt organlarından birisi olan Genel Kurul ise yine ‘müthiş’ bir ‘demokrasi’ ile belirleniyor. Yanlış anlaşılmasın… Çeşitli üniversitelerden seçilen bilim insanlarından oluşmuyor… Alternatifler birbirinden ‘demokratik’, yarışıyor adeta: “Birinci alternatife göre 5 üye Cumhurbaşkanı, 5 üye Bakanlar Kurulu, 5 üye Rektörler Kurulu ve 5 üye TBMM tarafından seçilir. İkinci alternatife göre ise 7 üye Cumhurbaşkanı, 7 üye Bakanlar Kurulu ve 7 üye Rektörler Kurulu tarafından seçilir.”
Bu bileşimle YÖK’ün üniversitelere bir hayrının dokunması mümkün değildir. Çünkü üniversite bileşenlerinin en ufak bir karar, inisiyatif ve etkisini içermemektedir. YÖK eskisi gibi hükümetin ve sermayenin üniversiteler üzerindeki kontrol ve baskı mekanizması olarak kalmaktadır. Eskisinden farkı: Daha büyük bir kontrol… Neden mi? Çünkü değişim sadece YÖK’te değil. Üniversitelerde öngörülen değişim süreciyle, YÖK’ten baskıya gerek kalmadan, üniversitelerde her türlü bilimsel, demokratik ve toplumsal özelliklerin tasfiye edilmesi hedefleniyor…


DANIŞMA KURULLARI

Elbette, sermayenin üniversitelerdeki denetimini daha derinden sağlamak adına ek bir mekanizma da eklenir: “Danışma Kurulları”. Kimlerden mi oluşur? “Sürdürülebilir istihdam için mezunlar yetiştirmek, öğrenme kazanımlarını ve programların müfredatlarını güncellemek, kamu kurumları, iş dünyası, sivil toplum kuruluşları ve diğer paydaşlar arasındaki ilişkileri geliştirmek gibi amaçlarla yükseköğretim kurumları tarafından Danışma Kurulları oluşturulması hedeflenmektedir.” Meali: Kamu kurumları, ilde bulunan patron örgütleri ve görünüşü kurtarmak adına birkaç hikaye ‘sivil’ toplum örgütünün toplamından oluşan ve esas olarak ildeki sermaye örgütlerinin ihtiyaçlarının üniversite yönetimine doğrudan taşınmasını hedefleyen bir örgütlenme…


GÜVENCESİZ BİLİM OLUR MU?

YÖK’ün kafası elbette neoliberal kafa. Temelinde insana güvensizlik ve nefret var. Eğer performansa göre ücretlendirilmezse, iş güvencesi sağlanırsa, akademik özgürlük olursa, kadro verilirse bilim insanlarının tembellik yapacakları varsayımıyla hareket ediliyor. Bu nedenle unvanların verilmesinden çalışma biçimine kadar her şey güvencesizlik temelinde yenileniyor. Bu yenilenmesinin küçük bir parçası şöyle: “Yardımcı doçentlerin tümünün, doçent ve profesörlerin belli bir oranda sözleşmeli olması, akademik unvanların üniversitelerde  olan kadrolara göre verilmesi; kadro olmadan doçent unvanı verilmemesi; akademik unvanların ilgili üniversite tarafından verilmesi, akademik personel için tam gün kalıcı kadrolar dışında esnek çalışma modelinin benimsenmesi.” Bununla da kalmıyor. Öğretim üyelerine 100 üzerinden puan verilir. Aldıkları puanlar rektör, dekan, enstitü, konservatuar veya meslek yüksekokulu müdürü, bölüm başkanı ve bunların yardımcılarının akademik faaliyet puanlarına yansıtılır. Yani, yöneticiler puan kazanmak için öğretim üyesinin tepesinde üretim yaptırır. Tıpkı fabrikada tencere üreten bir işçinin başında ustabaşının beklemesi ve sürekli “hadi hadi” demesi gibi!


‘ÖZEL’ ÜNİVERSİTELER GELİYOR

Bunlar gerçekten özel! Sermaye eğitim alanına yatırım yapacak, kâr elde edecek ama ‘vakıf bulma’ gereksinimi de bazen can sıkabiliyordu. Artık sıkamayacak. Çünkü yeni sistemde vakıf üniversitelerinin yanında öz be öz özel üniversiteler de olacak. Yeni sistemdeki 3 farklı statü: “1) Devlet yükseköğretim kurumu, 2) Vakıf yükseköğretim kurumu ve 3) Özel yükseköğretim kurumu. Ayrıca Yabancı Yükseköğretim Kurumları da öngörülmektedir.

ÖNCEKİ HABER

Ana dil haktır ama yasaktır!

SONRAKİ HABER

HES yaparsan taraftarını kaybedersin

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa