06 Ekim 2012 12:54

Depremin enkazından yeni bir hayata…

Van’da tiyatro binasının bulunduğu bölge “Kültür” diye bilinir. Dolmuşa bindiğinizde Kültür’e gideceğim dersiniz mesela. İnsanlarda böyle bir algının oluşması boşuna değil; kurulduğu günden beri yani 14 yıldır, şehrin havasını değiştirmiş, birçok insanın tiyatroyla tanışmasını sağlamış bir kurum bura

Depremin enkazından yeni bir hayata…
Paylaş
Sibel Kalender

Şimdilerde binaları hasarlı olduğu için, bahçelerine kurdukları ve içini özenle döşedikleri bir çadırda yeni oyunları “Mem ile Zîn”i sahneliyor sanatçılar. Mem u Zîn Ehmedê Xanî’nin 17. yüzyıl sonunda yazıya geçirdiği Kürt halk efsanelerinden bir tanesi. Kavuşamayan aşıkların hikayesini anlatırken çağın yaşayışını, geleneklerini, inançlarını o kadar canlı tasvir etmiş ki Ehmedê Xanî, yüzyıllardır okunan bir eser yaratmış. Oyun Van’da bu hafta iki kez sahnelendi ve halkın ilgisi oldukça yoğun. Tiyatronun kapısındaki güvenlik görevlisi bize, “ooo” diyor, “Umudunuzu kesin siz birkaç hafta bilet bulamazsınız.”
Tiyatronun Genel Müdürü Esat Tanrıverdi ve Mem ile Zîn oyununun yönetmeni İpek Atagün Gezenler ile üzerinden neredeyse bir yıl geçen deprem sonrası yaşadıkları zorlukları, çalışmalarını ve yeni oyunlarını konuştuk…


Depremden hemen sonra çocuklara yönelik bir nevi “ tiyatro terapisi” diyebileceğimiz çalışmalarınızdan başlayalım isterseniz…
E. Tanrıverdi: Biz ilk depremden sonra burada kalmaya devam ettik. Bütün arkadaşlarımız depremden etkilenmişti ama biz tiyatronun depremden sonra da insanlara ulaşması gerektiğini, bunun depremi yaşamış halk üstünde ne kadar olumlu bir etki yaratacağını biliyorduk. Bu bizim sorumluluğumuz diye düşündük ve tiyatromuz işini yapmaya devam etti. Kendi oyunlarımız olmasa bile dışarıdan turne getirip burada tiyatronun devamlılığını sağlayalım dedik. Çocuk oyunlarıyla başlamayı uygun gördük. Çünkü depremden psikolojik olarak da en fazla etkilenenler çocuklardı. Depremden hemen sonra Ankara’dan ‘Kel Oğlan Keleş Oğlan’ oyunu geldi. Uzun bir süre “tiyatro TIR’ımızla” çocuklara ulaştık. O dönem çadır kentlerin yeni kurulmaya başlandığı bir dönemdi. Çadır kentlerden tiyatroya ilgisi olan çocukları toplayıp buraya getirdik. Kapalı yere girme korkuları vardı ve yavaş yavaş bunu aşmalarını sağladık önce. Çalışmalarımız başladıktan sonra çocukların çok olumlu bir değişim yaşadıklarına şahit olduk. Burada oyunlar oynayan, üreten, yaşıtlarıyla zaman geçiren çocuklar depremi unutmaya başladılar yavaş yavaş. Çadır kentlerdeki psikologlarla da görüşüyorduk ve tiyatronun çocuklar üzerindeki etkisini onlarda görüyor, bizden çalışmalarımızı devam ettirmemizi istiyorlardı. Çadır kentlerin atmosferini değiştiriyordu çünkü bu durum; çocuklar mutlu oluyordu, aileleri mutlu oluyordu. Oradaki psikologların anlattıkları şeyler bunlar. Biz çocukları tiyatroya getirirken önceleri zorlanıyorduk. Çünkü aileler kapalı yerlere girmesini istemiyordu çocukların, deprem korkusu henüz çok tazeydi. Ama baktılar ki tiyatroya gelen çocuklar çok mutlu, ertesi gün herkes göndermek istedi çocuğunu.

Sanatın sağaltıcı etkisini gördünüz yani…
Çocukları her aile her zaman önemser zaten ama deprem döneminde kaybedilen onca şeyden sonra aileler çocuklarına daha çok sarıldı. Onlar mutlu olduğunda aileler de mutlu oluyordu. İkinci depremden sonra binamız hasar gördü, çalışmalarımızı yürütemez olduk. Şu anda oyunlarımızı sahnelediğimiz çadır o dönemde depremzedelere yemek dağıtılan valiliğe ait bir çadırdı. Biz de ara ara çocuklarla çalışmalarımızı burada yürütüyorduk ama pek sağlıklı olmuyordu çünkü ihtiyaçlarımıza cevap verecek hiçbir şeyi yoktu. Çalışacak bir yer lazımdı, ama güvenilir bina yoktu. Başka şansımız olmadığını görünce bu çadıra talip olduk valilik de destek oldu ve burada çalışmaya başladık. İlk başta bize de zor göründü biraz ama sahnemizi kurduk, düzenledik ve geçen dönemden beri oyunlarımızı burada sahneliyoruz.
Çadırın açılış tarihi 23 Nisan’a denk geldi, hoş da bir tesadüf oldu; bu yıl on birincisini düzenlediğimiz 11. Akdamar Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Şenliği’nin başlangıç tarihine denk geldi. Bu şenlik bu yıl yapılamayabilirdi, deprem var denilebilirdi, koşullar zordu gerçekten ama biz yapılması gerektiğini, çocukların buna ihtiyaç duyduğunu biliyorduk. Deprem sonrasında burada kalan çocuklarla oyunlar çalıştık, çocukları biz çalıştırdık okullarında. Yedi pilot okul ve birkaç köy belirlemiştik. Her okulla sanatçı arkadaşlarımız ilgilendi. Bazen burada çalıştılar, bazen biz onların köylerine gittik. Gürpınar’ın Akbulut Köyü İlköğretim Okulu, depremin en fazla vurduğu yerlerden biri Gedikbulak köyü bizim arkadaşlarımızın gidip çocukları çalıştırdığı iki köydü. Gedikbulak’taki çocukları çalıştıran sanatçı arkadaşımız bir buçuk ay çok zor koşullarda o köyde, çocuklarla beraber yaşadı.

Öyle kötü bir dönemde yapılan şenlik geçen senelerde yapılan on şenlikten daha doyurucu olmuştur herhalde…
Bizim için daha kıymetli olduğu kesin. Gerçekten zor şartlarda çalıştık, ama çocukların mutluluğunu görünce yaşadıklarımızı unuttuk diyebiliriz. Çok renkli bir şenlikti. İl dışından oyunlar aldık, çocukların oyunlarını sergiledik, atölyelerimiz vardı; gölge oyunu, kukla, resim gibi. Burada çalışan çocuklar ürünlerini sergilediler. Günlerce güldüler, eğlendiler. Yaklaşık 15 günde 8 bin çocuğa ulaştık. Köylerdeki aileleri, arkadaşları buraya geldiler.

ÖZERKLİK GİDERSE TİYATRO DA GİDER

Tiyatroların özelleştirilmesi döneminde en çok tartışılan şeylerden bir tanesiydi tiyatrocuların halktan kopuk yaşadığı meselesi... Öyle misiniz gerçekten? Anlattığınız şeyleri halktan kopuk yaşayarak nasıl başardınız?
Bu yaşadıklarımızdan sonra bunları duymak üzdü bizi. Aslında daha ortada net bir şey yok tiyatroların ne olacağıyla ilgili. Ama söylentiler bile bizi endişelendirmeye yetiyor. Özelleştirilerek, özerkliğimiz elimizden alınarak ya da başka bir şekilde buradan uzaklaştırılırsak, Van gibi yerlerde tiyatro yapılamaz hale gelirse bu bizi değil, halkı cezalandırmak olur. İzmir’de, İstanbul’da, Ankara’da seyirci bir şekilde tiyatroya ulaşır. Ama böyle yere özel tiyatroların turneyle gelmesi bile çok zor, masraflı bir iş. Biz burada yılda en az dört kere Hakkari’ye gidiyoruz. Muş, Bitlis, Bingöl gibi yerlere gidiyoruz ve biliyoruz ki biz gitmesek oraya uğrayan tiyatrocu olmayacak, olamayacak; dediğim gibi kolay bir iş değil bu.

Siz sadece Van’ı değil, çevre illeri de tiyatroyla buluşturan bölgedeki en önemli kurumsunuz yani…
Yerleşik bir tiyatro şehrin gelişmesindeki en önemli unsurlardan birisidir. Örneğin Almanya’da bir deprem yaşanıyor, depremden sonra önce bir fırın yapılıyor insanların karnını doyurmak için. İkinci olarak onarılan kurum tiyatro binaları; düşünün tiyatro binaları! Karınlarını doyurduktan sonra insanların böyle dönemlerde en fazla ihtiyaç duyduğu şey; insanları yaşama bağlayacak bir şey tiyatro... Her yerde öyledir muhakkak ama küçük şehirlerde daha fazla hissediyorsunuz bunu. Tiyatro şehrin havasını değiştiriyor. Yerleşik bir tiyatro olmasa bile dışarıdan gelen ekiplerin yılda bir iki defa oyun sergilemesi önemli bir şeydir halk için. İnsanlar kendi küçük dünyalarının dışına, başka insanların yaşamlarını, başka türlü düşünenlerin, başka türlü inananların, olaylara başka türlü bakanların varlığını görüyorlar. Yaşamsal olarak farklı yerlere taşıyorsunuz onları. İnsanların ufkunu açmak, farklılıkların varlığını kabul ettirmek, sorgulamayı, eleştiriyi öğretebilmek gibi bir misyonu var tiyatronun. Bunun ağırlığını hissederek çalışıyoruz biz, böyle bir sorumluluğumuz olduğunu bilerek… Tabi bizim köklü bir tiyatro kültürümüzün olduğunu söyleyemeyiz. Van’da tiyatro 14. senesini doldurdu. Yerleşik tiyatrosu olan on iki ilden birisiyiz. Bu Van için önemli bir kazanım tabi. Halk yavaş yavaş alıştı tiyatroya. Van’da her yıl altmış bin kadar seyirciye ulaşıyoruz. Böyle küçük bir yer için önemli bir rakam. Şu anda çalışmalarımızı yürüttüğümüz çadıra hava -6 derecelerdeyken izleyiciler geliyordu mesela. Halkımız seviyor tiyatroyu. Bizim çocukken buraya gelen, tiyatroya ilgisini keşfettiğimiz ve şu anda tiyatro eğitimi alan, hatta burada bizimle çalışan arkadaşlarımız var. Liselerde gençler hocalarını zorluyor tiyatro çalışmak için. Vali Haydar Bey Lisesi öğrencileri aklıma ilk gelen örneklerden biridir. Büyük bir özveriyle çalışır, gelip burada oyunlarını sergilerler zaman zaman. Düşünsenize bu onlar için ne büyük bir doyumdur, üretimdir… Daha ortaokul çağındaki gencecik çocuklar boylarından büyük bir cümle kuruyorlardı bize ; “Tiyatro sayesinde hayatımızı değiştirdiniz.”


BEKO’NUN DİKENİ...

Mem u Zin neyi anlatıyor oradan başlayalım isterseniz…
İpek Atagün Gezener: Mem u Zîn aslında klasik bir aşk hikayesi, doğuda ve batıda yaygın olan söylencelerden efsanelerden ana tema olarak ayrılan bir tarafı yok. Mem ile Zîn birbirine aşık olan ve kavuşamayan kahramanlarımız; tıpkı Leyla ile Mecnun, Romeo ve Juliet gibi… Bu hikayeyi diğerlerinden ayıran nokta biraz ilahi aşka dönüşüyor olması oyunun sonunda. İlginç yönlerinden bir tanesi destanın kötü karakteri Beko oyunun sonunda aklanıyor. Kötü olan bile sonunda affedilip, Mem ile Zîn’in mezarının arasına gömülüyor ölünce. Bunu belki aşıkları ayıran kötü karakterin ölümde bile onların arasına girdiği şeklinde yorumlayabiliriz.
Cizre-Botan bölgesinde şöyle bir inanış var; Mem ile Zîn’in mezarının arasında bir gül bitermiş ve o gülün bir dikeni olurmuş bu diken Beko’dur. Beko’nun varlığına rağmen kadınlar her çarşamba gidip oraya dilekler dilerler. Kötü şeylerin varlığına rağmen oradan iyiliğin de çıkabileceğine olan inançla…

Mem u Zin bölgedeki birbirine benzer yüzlerce hikayeden biri. 17. Yüzyılın sonunda yazıya aktarılan bu eserin diğerlerinden ayrılarak günümüze kadar gelmesini sağlayan, onu özel kılan nedir?
Aslında dengbejlerin söylediği çok güzel hikayeler var bu topraklarda. Ama yazıya dökülmediği için günümüze ulaşamayan ya da doğal olarak değişime uğrayan hikayeler bunlar. Ama kaleme alınan her hikayenin de halk arasında bu kadar sevildiğini söyleyemeyiz. Bu eseri özel kılan öncelikle Ehmedê Xanî’nin güçlü anlatımıdır. Yer yer Mevlana’nın Mesnevi’sine benzeyen bir üslubu vardır. Tasvirleri o kadar güzel ki siz olayı izliyor gibi oluyorsunuz okurken.

Oyunun provalarını sahne kurduğunuz bir çadırda aldınız. Bu koşullarda çalışmak zor olmuyor mu?
Aslında biz bu oyunu geçen sezon sahneleyecektik. Provalara başladık ilk deprem oldu. Bir süre sonra her şeye rağmen asıl bu dönemde tiyatro yapmalıyız inancıyla çalışmalarımıza tekrar başladık, 9 Kasım depremi oldu. Sonra binamız hasarlı olduğu için orada çalışamaz olduk. Bu oyunun bizim için değerini arttıran bir durum aslında bizim için. Koşullara, zorluklara rağmen ısrarla işimizi yapmaya çalıştık.  Bizim üniversitede okuduğumuz Peter Brook’un Boş Alan eserinde geçen bir cümle vardır; “Her yer sahnedir.” Koşullara takıldığımız zaman, sadece olanaksızlıktan şikayet ettiğimiz zaman yapabileceğimiz iyi şeyleri yapamaz hale geliyoruz şikayet etmekten. Elbette koşullarımız zor bir çadırda çalışıyoruz ama biz işimizi severek yapıyoruz. Işık ve sahne olduktan sonra her yerde çalışabiliriz açıkçası. Bizi mutlu eden ne şekilde olursa olsun insanlara sanatımızı ulaştırabiliyor olmak.


SAHNELER ÖNEMLİ BİR EĞİTİM MERKEZİDİR

Böyle önemli bir misyonu varken “Devletin tiyatrosu mu olur” tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Siz devletin tiyatrosu olmasa burada olabilir miydiniz?
Devletin elbette tiyatrosu olur, hükümetlerin tiyatrosu olamaz. Olursa dönemsel politikalara göre yön değiştiren bir kuruma dönüşür tiyatro, asıl o zaman halktan uzaklaşır. Toplumu kendi istediği gibi şekillendirmek isteyenlerin ilk el attığı yerlerden biri tiyatro olur. Çünkü önemli bir eğitim merkezidir aynı zamanda bu sahneler. Özerkliğinin elinden alınmasıyla yukarda söylediğimiz misyonu yerine getiremez olur. Maddi desteğin azaltılması da özerkliğe darbedir. Tiyatrolara aktarıldığı söylenen 140 milyon liralık bütçenin aslına bakarsanız bize kıt kanaat yettiğini söylemeliyiz. Türkiye’deki bütün tiyatroların paylaştığı bir bütçe bu. Ülke olarak nerelere nerelere büyük paralar harcıyoruz ama gözümüz sanata ayrılan kısıtlı bütçeyi görüyor. Biz burada kıt kanaat geçiniyoruz, kendimize yetmeye çalışıyoruz; dekorumuzu kendimiz ayarlıyoruz, perdemizi kendimiz dikiyoruz. Zaman zaman sıkıntıya düştüğümüz durumlar oluyor ama biz yine de özerk bir yapıyız bu ödenekler sayesinde. Özgür bir şekilde oyunlarımızı seçip oynuyoruz. Maddi özerkliğimize dokunulursa, halkın vergileriyle halka karşı sorumluluk duyarak çalışan sanatçılar, tiyatrosunu finanse eden başkalarının isteklerini dikkate almaya zorlanırlar maalesef…

ÖNCEKİ HABER

CEHA’da örgütlülüğe saldırı

SONRAKİ HABER

Erdoğan ‘kadın’ dedi duyan var mı?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...