05 Ekim 2012 16:07

Durduğun yerde sayıklama kızım, ilerle, ilerle, mücadele, mücadele, mücadele…

Her sektörde olduğu gibi tekstilde de artık devir bilgisayar devri. Bir meslektaşımın desteğiyle beş gün sürecek yeni bir bilgisayarlı kalıp programının eğitimine katıldım. Tekstilkent’teki ofise gittiğimde, diğer ikisi benden yaşça epey büyük olan üç kursiyer, karşımızda duran gencecik ama kendinden emin hocamız Ferda&rsquo

Durduğun yerde sayıklama kızım, ilerle, ilerle, mücadele, mücadele, mücadele…
Paylaş
Funda Yeliz Alataş

OKULU BIRAKTIM ÇÜNKÜ...

Dört sene önceydi. Annem çalışıyordu, hamile kalınca mecburen işten çıkmak zorunda kaldı. Abim ve ben “hangimiz çalışsak” diye düşündük, abim lise sondaydı. Bir sene için kendini yakmasına hiç gerek yoktu. Ben lise birdeyken okulu bıraktım. Zaten ortaokuldan beri çalışıyordum. Okuldan eve gelip, formamı çıkartıp direkt işe gidiyordum. Akşam geliyordum eve, ödevler gece yarılarına kadar sürüyordu. Okulu bırakınca da hemen iş hayatına başladım.

 

BU İP BU İĞNEDEN NASIL GEÇECEK ?

Nerelerde çalıştın bu zamana kadar? Tekstil atölyelerinde çalıştım. Kot, örme, dokuma… İlk başta zaten çıraklıktan başladım. Masalarda işaret kalıplarıyla çizimler yapıyordum. İş toplama filan derken artık makineciliğe yönelmeye başladım. Son iki sene makineci olarak çalıştım. Tekstile girdiğimde iğne iplik bile bilmezdim. İlk zamanlar annem bana az çok bir şeyler gösterdi. Tabi zamanla kendini yükseltmeye çalışıyorsun. Zaten çırakken sürekli eziliyorsun. Şuraya git, buraya gel, işleri topla… Normalde paydoslarda çıraklar makineye oturur, makineyi çalıştırır ki hani dipten yetişsin, eleman olsun diye. Beni hiç oturtmadılar makineye, “bozacaksın” diye kızarlardı. Ayrım da oluyor bazı atölyelerde. Çıktım ben o işyerinden. Çıkarken de makineci bir abimden rica ettim iplik nasıl takılıyor göster diye. En azından gittiğim yerde acemi makineci olarak işe başlayayım diye. Hiç tatilim olmadı benim, cumartesi çıktım işten, pazartesi yeni işe girdim. Daha makinenin mekiğini bile yerine takmasını bilmiyorken makineci olarak işe başladım ve kendimi geliştirdim, iki sene içinde usta makineci oldum ve bütün makineleri kullanmaya başladım, usta yardımcısı oldum. Ofise de bakmaya başladım. Diğer kızlar bu sefer dedikodu yapmaya başladılar. Dişinle tırnağınla bir yere geliyorsun ama ilk akla gelen başka bir şey oluyor. Ofiste artık gelir gideri hesaplıyordum. Bu durum diğer kızları gittikçe rahatsız etmeye başladı. Küçük bir atölyede üç beş kişi olmamıza rağmen isyan çıkartıyorlardı, herkes başka başka yorumlar yapmaya başladı.

DİYARBAKIR’DAN İSTANBUL’A KAMYON KASASINA YÜKLENEN UMUT

İstanbul’a gelene kadarki hikâyeniz nasıl? Diyarbakır’da doğdum. Bir yaşında gelmişiz İstanbul’a. Pek hatırlamam oraları. Hikâyemizi annem anlatsın… (Netice abla ile devam ediyoruz artık sohbetimize) Niye göç ettiniz İstanbul’a? Yaşam zorlaşmıştı iyice, çocukları okula salınca akşam gelecek mi, gözaltına mı alındı, kayıplara mı karıştı, işkencede mi öldü bilemez olduk. Kaybolan çocuğundan haber alamayan aileler o kadar çoktu ki. Gece gündüz kurşun sesleri, çatışmalar. Gece yatağımızda değil yerde yatıyorduk, kör kurşun gelmesin diye. Hamileydim Ferda’ya, kapının önünde otururken bir gün, özel tim geldi. Yaşlı bir dedemiz vardı onu böyle tutup fırlattı. Dedeyi kaldıralım diye hamle yapınca bir tanesi silahın dipçiğiyle karnıma vurdu. Ölsün diye kasıtlı yaptı. Bebek üç gün karnımda can çekişti.... 

Bu yaşadıklarımızın hakkını kim ödeyecek? Bu ateşe su serpecek kim var karşımızda? Gerçekten niye savaştığımızın bilinmesi lazım. Bu ülke sadece Türklerin değil, bizimdir de, hepimiz bir arada yaşıyoruz. Nasıl kuzey var, güney var, batı var, doğu da var. Şehit mezarlıkları gencecik insanlarla dolu, o analar…. insanın ciğeri parçalanıyor. Yazık değil mi? Bunlar boşuna mı? Nasıl emeklerle geliniyor o yaşa? O asker aileleri haklarını bırakmasın sebep olanlara, annelerin ciğerini sızlatanlara. Artık buna dur denmeli. Her gün anneler ağlıyor. Barış olmasın diye bunların hepsi bir oyundur. O askerler bile bile ölüme gönderiliyor. El bebek gül bebek pamuk yataklarda büyümüyor bizim çocuklar.  Kalemiyle bir yere gelmek isteyen, avukat, savcı olmak isteyen gençlerimiz de var. Ama bizi kabul edecekler, Kürtler var. Çerkezi var, Zazası var, Kürt de var. Kürtlük ezelden vardır, biz varız. Bunu hiç kimse inkâr edemez. Silahla bir yere varılmıyor. Ölüm ölümü getirir.  Ben kimliğimde Kürt yazılıp da burada açlıktan sefillik çekmek istemiyorum. Toprağımı istiyorum, bağımı, bostanımı, tarlamı kullanmak istiyorum. Yok işte. Ormanıma gitmek, ağacımı dikmek, zamanı gelince kesmek istiyorum ben. Ben çoban olmak istiyorum. Yok, bunların hepsi elimizden alındı. Biz de düştük yola buraya geldik… Eltimle beraber göçtük. Ben işe girdim, ablam çocuklara baktı. İki aile bir kamyonun arkasında geldik. Biz oranın çeşme suyunu içerdik. Hamurumuzu yoğurup kendimiz pişirir yerdik. Orada masrafımız yoktu. Buraya geldik, bir yudum suya muhtaç olduk. Bir somun ekmeği dörde bölerdik, çocuklar yerdi biz aç kalırdık. Bizim yaşadığımız bu sefaletin vebalini kim ödeyecek? Ferda 11 yaşında işe başladı, ben dokuz yaşında işe başladım. Bu bizim kaderimiz. Yeter ki kimseye muhtaç olmayalım. 

İKİ SEÇENEK VARDI ÖNÜNDE...

Bir anne olarak Ferda’dan ne bekliyorsun? Nasıl bir yaşam istiyorsun çocukların için? Ben bir yere gelemedim. Okusaydım hukuk okurdum, kendimi bildim bileli avukat olacam, hep garibanların hakkını savunacam derdim. Ferda polis olup hep haklıları savunmak, haksızları ezmek isterdi. Olmadı. İki seçenek vardı önünde. Ya okul ya iş. Ben o kararı ikisine bıraktım, ölüm gibiydi. Abisi dedi ki sen mi ben mi bırakacağım. Abi ben yapacağım sen devam et dedi. O gece benim için bir ölümdü. Ferda’nın emeği boşa gitmedi, ezildi, çoğu zaman ağladı. Bazı zaman isyan etti arkadaşlarını önlüklü görünce ağlıyordu onlar kalemle oynarken ben makasla oynuyorum diye gücüne gitti. Millet ailesinden harçlık alınca gidip alışverişini yapıyor, o maaşını alır gelip eve verirdi. Psikolojik olarak baya çekti kız. Ben de onlarla beraber, çoğu zaman birbirimize sarılıp o ağlardı ben ağlardım. El bebek gül bebek onun yaşındaki çocuklar. Ben boynumu büktüm, okulun yanından geçip öylece giderdi işe. Çok zul, çok baskı kuran bir aile değiliz biz. Zaten bir tane kızımdır. Durduğun yerde sayıklama kızım, ilerle, ilerle, mücadele, mücadele, mücadele…

Dergimizi pdf formatında görüntülemek için tıklayın

ÖNCEKİ HABER

Bir parfüm aradım, bakın ne buldum!

SONRAKİ HABER

Metrobüs maratonu başlıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...