02 Ekim 2012 17:44

Bitmemiş Senfoni

çayırlarda  senin için koşardı atlaryağmur senin için inerdi olimpostana. hadi gözütokGeçen hafta IKSV’nin 40. kuruluş yılı vesilesiyle İstanbul’a gelen Berlin Filormoni Orkestrasını dinleme şansına sahip oldum Haliç Kongre Merkezinde…Önceki hafta da Leyla Gencer Şan Yarışmasının Fina

Bitmemiş Senfoni
Paylaş
Ragıp Zarakolu

çayırlarda  senin için koşardı atlar
yağmur senin için inerdi olimpostan

a. hadi gözütok


Önceki hafta da Leyla Gencer Şan Yarışmasının Final Bölümünü Aya İrini’de izlemiştim.
Hani derler ya müzik, zor dönemlerde en iyi terapi aracıdır diye, öyle bir şey işte…
Konseri izlerken, Gencer’in küllerini Boğaz sularına atılmak üzere gelen, yelkenli teknenin Marmara ufuklarında belirmesini hatırlıyordum.
Bir koro sesli olarak karşılıyordu, yelkenli ile gelen Leyla Gencer’i
Ve Sevgili Zeynep Oral’ın o külleri suya dökerken, aşağıya ağan küllerin sanki, suyla kucaklaşan bir ruhu anımsatması bana…
Tam da Madam Butterfly’ın son sahnesi demiştim kendi kendime, uzaktan gelen yelkenliyi görünce…
Boğaz kıyısındaki kirliliği görünce de üzülmüştüm…

***
Çocukların düşlerini yakalım önce
Şairlerin dilini sürgün edelim önce
Önce gözlerini söndürelim gecenin

a. hadi gözütok

BFO konserine, sadece bunun kaçırılmayacak büyük bir fırsat olması yanında, konsere bir başka nedenle ve özellikle gitmek istiyordum. Oğullarımın Küçükyalı’dan arkadaşı Çellist Efe’yi ve kontrbas çalan kardeşi Fora Baltacıgil’i dinlemek için.
Olağanüstü, müzikle bütünleşmiş, müzikle dolu bir ailedir Baltacıgiller. İstanbul Senfoni’nin birinci kontrabisti ve aynı zamanda iyi cazcılarımızdan biri olan babaları, ne harika çocuklar yetiştirdi diye düşünüyordum.
Efe Konservatuarda iken, yazın Sinan ile birlikte Gümüşlüğe gidişlerini ve orada emprovize müzik yapışlarını hatırlıyordum, Eglisia’da… El yapımı, ispirto kalemli duyurusu hâlâ durur bir yerlerinde Küçükyalı’daki evimizin.
Yıllar nasıl da akıp gidiyor, çocuklar nasıl yetişkin insanlar oluyor.
Oğlum Deniz, İnşaat mühendisi oldu, sonra siyaset bilimine yöneldi, Silivri’de sürdürüyor doktora çalışmasını. Öteki oğlum Sinan iki harika torunu mu, Mira ve Elif’i yetiştiriyor, gelinim Ferda ile. Küçük oğlum ise tiyatro okudu NYU’da, ama şimdi tıbba gönül vermiş vaziyette, bir yandan da yıldızları izliyor, yeni dünyalar keşfediyor. Kızım Zerrin ise antropoloji ile uğraşıyor, toplumsal travmaların yeni kuşaklardaki izini sürüyor. Konserde, hep bunları düşünüyordum işte, notalar müthiş bir maestronun inanılmaz hakimiyeti ile sular gibi akıp giderken.
Yaşam dediğinde zaten öyle bir şey değil mi?
Gerçekten de Baltacıgiller Giovanni Bottesini’nin Büyük İkili Konçertosunu müthiş bir performansla yorumladılar, orkestranın harika ve kusursuz katılımı ile.
Bottesini’nin müziği ile onlar sayesinde tanışmış oldum. Kontrbas için konçerto çok alışılmış bir şey değil. Kendisi de zaten “kontrbas’ın Paganini’si imiş”; dendiğine göre. O da geç romantik dönemin besteci ve yorumcularından.
Birkaç kez daha dinlemek istiyorum bu yapıtı, gerçek tadını almak için. Ama bu hoş bir tanışma idi onunla. Peşini bırakmayacağım bu kontrbas ustasının.
Sir Simon Rattle çılgın bir maestro. Hangisi değil ki, diye sorabilirsiniz. Ama onun tarzı, devasa bir müzik yapısına hakim oluşu yanında, aynı zamanda, Alman asık yüzlülüğünü, ciddiyetini aşıp, muzip bir yorum da sunması. Beethoven’in abartılarını da sevecen bir biçimde, ama biraz da dalgasını geçerek yorumluyor.
Beethoven müzik yapısında romantizmin aşırı ama insana biraz suni gelen yanlarını da barındırıyor. Bach ustadan olan en önemli farklarından biri bu… Ama bu, onu aynı zamanda popüler yapıyor 200 yıldır.
İcra edilen 7. senfoninin sadece ikinci, allegretto bölümünü severim, son derece bütünlüklü, oradan oraya sıçramayan, yakaladığı melodiyi ayrıntılarıyla işleyen, onların üstünde yoğunlaşan bir bölümdür.  
Dinlerken, bir yandan da beynimin içinde notaların akışını takip ediyordum, eş zamanlı olarak. Nota okumak gibi bir şey… Çok kez dinleyince… Gerçekten nota okuyabilmeyi çok isterdim.

***
Fırat, Gazze Nil / Fener_i harika kandil İskenderiye
Şarap asmalı Bağdat toprağı Melike görkemli Saba diyarı…
Sürgün yaşarsa insanından
Daracık sokakların taşları ayaklanır / Yüzyılların rakamına bakmadan

a. hadi gözütok

Elbette, klasik müziğin en büyük doruklarından biri “Bitmemiş Senfoni”si Schubert’in…
Bütün bir 2004 kışını Schubert ile geçirmiştim Connecticut’ta kaldığım sırada. Ağır, gerçek bir kıştı. Hani kar yolları kesti cinsinden.
Tam bir Schubertmania idi yaşadığım. Sürekli oda ve piyano müziği onun ve lied’leri…
Hele “Oğul ve Ölüm” lied’i…
Yada “Alabalık” veya “Genç Kız ve Ölüm” dörtlüsü…
Genç ölümler hep bir üzüntü izi bırakmıştır ruhumda…
Kitabını yayınlatamadan aramızdan ayrıldı, gencecik tek çocuğu, tek oğlu İstanbullu ailesinin. 9 ay önce olmuş bu. Benim Kandıra’ya gitmemden bir hafta sonra. Yeni haberim oldu Fırat’ın ölümünden. Son vasiyeti: “kitabımı yayınlayın”. Öfkeli bir mizah. Boris Vian gibi…
Yok, savaşta değil, kan kanserinden öldü Fırat. Ne fark eder ki? Kim farkındaki bu ülkede savaş yaşandığının. Genç ölülerinin sıralandığının, sıra sıra dizili ölülerin önünde hatıra fotoğrafı çekildiğinin. Sanki bir safarideymişcesine…
“Öldürmekten yorulduk” cümlelerinin kurulabildiği bir ülkede yaşıyoruz…
Schubert, romantik dönem gençliğinin bir idolü idi. Uzun kış gecelerinde, şömine başlarında onun notaları icra edilirdi. Mevsimler, şiir ve müziğin buluşması ile birlikte takip olunurdu.
Verem o yılların belası idi, dolayısıyla genç ölümler…
“Bitmemiş Senfoni”de, müziğin o harika uyumlu akışının, tak diye birden kesilmesi, sanki bir yumruk gibi gelip oturur boğazıma.
Ve o senfoni asla bitmeyecektir.
Nice yarim kalmış yaşanası hayatlar gibi.

****
Ölüm budur işte.
Sözüm dışarıda kaldı
Dilimden çıktığında…
Ama içimde saklıyorum
/yağmurumu

a. hadi gözütok

2000 dolayında izletici Berlin Filormaniyi ve Baltacıgilleri ayakta coşkuyla alkışlarken, sanki bir yandan da “yaşasın hayat!”, “viva la vida” duygusu geçiyordu yüreklerden. Belki de ben öyle hissettiğim için, ama hüzünle karışık, onlarda bu duyguyu hissetsin istiyordum.
“And I discovered my castles stand
Upon pillars of salt and pillars of sand”
Aylardır cenaze kaldırmaktan, dostlarımın birer birer eksilmesinden, hele hele tırpanın ha bire gençleri haklamasından bitap düşmüştüm.
Acaba kaç kişi farkında diye düşündüm, bu salonda, Suriye yanında bu ülkede de bir savaş yaşandığını?
Dostlarım yeni dönmüştü Ali Hadi Gözütok’un cenazesinden, ondan arta kalan şiirleri nasıl toparlarız telaşı içinde…
Konsere gelirken onun dizelerini yakalıyor, avlıyordum “Kanatabilirsin Ömrümü”, “Her Aşk Bir Masaldır” ve “Filistin’den Filistine” adlı kitaplarından.
Yine genç bir şairin ölümü, bir yaratım potansiyelinin ilelebet sonlanması…
***

aklımla yutuyorum dikenleri
temizlenmiyor yine hayat…
sanki her yanım ısırgan
her yanım çalı…

       a. hadi gözütok

Ah, bitmemiş senfoniler, dizeler, tümceler, sözcükler diyordum.
Yok, bitti işte…
Yok artık! duygusu sadece, baki kalan…

hiç bir şey girmesin
               /kapımdan
       gözümden içeri…
hiç bir şey girmesin
bacamdan/dilimden içeri…
değil mi ki tuz aradım özyaşıma
her yağmurda
a. hadi gözütok

ÖNCEKİ HABER

Seçmeli derste fix menü

SONRAKİ HABER

Faturaları yakarak ısınma dönemi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...