29 Eylül 2012 12:03

Devletin tarih katliamını ayıplıyoruz!

Tarlabaşı tarihi, mimarisi, kültürü ve yaşayanlarıyla son günlerini yaşıyor. Kürt’ün, Türk’ün, Roman’ın, Afrikalı’nın ve Rum’un yaşam mücadelesine tanıklık ediyor kapısız penceresiz Tarlabaşı evleri. Çeşit çeşit hikayeleri, dramları barındırıyor bombalarla dövülmüş sava

Devletin tarih katliamını ayıplıyoruz!
Paylaş
İsmail Afacan

Foto Muhabir Ali Öz ‘Ayıp Şehir’ sergisinde objektifini son günlerini yaşayan kentsel dönüşüm mağduru Tarlabaşı’ya yöneltiyor. Ali Öz, sergisinde 2 yıllık mesai harcayarak çekilen otuz bin fotoğraftan bir demet sunuyor bizlere. Bu Tarlabaşı demetinin içinde semtin silueti haline gelen; travestileri, hayat kadınları, esrarkeşleri, her milletten insanı  özgünlükleriyle yer alıyor.
Ve bugünü arşivliyor çektiği fotoğraflarla Ali Öz. Tarlabaşı’yı fotoğraflıyor ‘Bir zamanlar burada bir Tarlabaşı’ vardı demek için. Ve bir ayıbı gözler önüne seriyor: Devletin kentsel dönüşüm ayıbını.

İstanbul’da kentsel dönüşüm mağduru birçok semt var. Diğerleri değil de niçin Tarlabaşı?
Özellikle Tarlabaşı’yı seçmedim, tesadüfler sonucunda gelişti. Ama içine girdiğim vakit iyi ki seçmişim diyorum. Mesela gecekondularıyla, yaşamıyla, kültürüyle Sulukule de özel bir semt ama Tatarlabaşı’nın tarihi ve özel bir mimarisi var. Buranın diğer bir özgünlüğü ise, çok kültürlü yaşamı.
Zamanla Tarlabaşı’nın mimari dokusu katledildi. Bedreddin Dalan döneminde yapılan Tarlabaşı Bulvarı’nın yapılışı sırasında Tarlabaşı yok edilmeye başlandı. Bir kısmını zorla kapattılar, boşalttılar. Ve oradaki tarihi doku devletin denetiminde ve gözcülüğünde kendi kendine yıkıma terk edildi. Kapılar kırıldı, bacalar kırıldı ve benim gözümün önünde on tane ev kendi kendine göçtü.
İki yıl önce de Tarlabaşı’da dolaşırken burada kentsel dönüşüm olacağını duydum. Tarlabaşı’da fotoğraf çekerken ‘Ben burayı belgelemeliyim’ dedim. Ama işe başladığımda çalışmanın bu boyuta geleceğini hiç düşünmedim.

Tarlabaşı’yı çekmeye başladığınızda neler düşünüyordunuz?
Burada fotoğraf çekmeye başladığımda ‘Tarlabaşı’daki kentsel dönüşümü engelleyeceğim’ iddiasında hiç bulunmadım. Engel olamayacağımı da zaten biliyorum. Sırf buradaki yaşamı geleceğe taşıyabilmek için fotoğraflar çektim. Bu çalışmaya başladığım vakit, sergi açayım diye bir fikrim de yoktu. Ben görevimi yaptım.

Siz Tarlabaşı’yı çekmeye başladıktan sonra Tarlabaşı’ya sanatçıların ilgisi de arttı.
Benim sayemde burayı anlatan on tane video çekildi. En az yüz tane fotoğrafçıyı buraya taşıdım. Ama genç kuşak şu hatayı yapıyor. Burası popüler bir bölge, fotoğraf çekerim facebookta yayınlarım diye buraya günü birlik gelip fotoğraf çekiyor. Ben salak mıyım enayi miyim iki yıl boyunca karda, kışta, gecede enerjimi buraya verdim. Bayramın ilk günü buradaydım. Ramazan davulcusuyla birlikte mahalleyi dolaştım. Bütün yazımı burada harcadım.

SULUKULE VE KAZLIÇEŞME’Yİ KAÇIRDIM

Diğer kentsel dönüşüm mağduru semtlerin fotoğraflarını çekmek gibi bir çalışmanız var mı?
Sulukule’yi kaçırdım, Kazlıçeşme’yi de kaçırdım. Kazlıçeşme’yi nasıl anlatabilirsiniz şimdi topluma. Kazlıçeşme’den biraz fotoğraf da var ama daha derinlikli bir çalışma yürütemedim. Keşke derinine dalsaydım ama şartlarımız uygun değildi. Çok fazla işle uğraşmaktan yapamadım. 11 yıldır para kazanmayan biri olarak zamanımı Tarlabaşı’ya ayırdım.
Güzel de oldu. Sergiye bu kadar ilgi gösterilmesi müthiş bir olay. Demek ki iyi bir şeyler yapmışım diye düşünüyorum. Tarlabaşı yaşayanlarını kendilerini görmesi için sergiye bekliyorum. İki yıllık bir paylaşım yaşadık. Sergiye gelip coşkularını, eğlencelerini görsünler.


Tarlabaşı denince akla hayat kadınları, travestiler ve uyuşturucu satan insanlar geliyor ya da getirtiliyor. Tarlabaşı sadece bunlardan mı ibaret?
Bir kere çok kültürlülüğün en barışçı yaşam örneği burada yaşanıyor. Romanlar var, Türkler var, Kürtler var, Siyahlar var, mülteciler var. Azeri’si, Afgan’ı var, her çeşit milletten var oğlu var yani. Bu kadar çeşitliliğin içerisinde, insanlar kavga etmeden barış içerisinde yaşıyor. Herkesin kendi kuralları ve raconu var ama birbirlerine bulaşmadan barışçı bir hayat sürüyorlar.

Genel bir algıdan bahsedecek olursak. Buralara girilmez, başına gelmeyen kalmaz gibi düşünceler hakim insanlarda.
Burası, girilmez tehlikeli bölge olarak biliniyordu. Tarlabaşı’ya girmeye başladığım vakit çekincelerim oldu. Ama zamanla oradaki insanlarla aramızda sevgi ilişkisi oluştu. Ama onları anlamaya çalıştım. Onlar da inatçı bir adam olduğumu gördü. İnsan alışıyor tabi. Tarlabaşı’da iki yıla yakın, bir işçi gibi sabah akşam mesai yaptım. Gece yarılarına kadar çalıştım.

Güllük gülistanlık bir yer mi, hiç sıkıntı yaşamadınız mı?
Başta itiraz ediyorlardı. Hatta bir tane travesti vardı. Başta fotoğraflarını çektirmişti. O psikopat, şizofrenik bir vakaydı. Bizim başka arkadaşlarımız fotoğrafını çekip facebooka koymuş. Bunu benim yaptığımı düşünüp sürekli bana sataşmaya başladı. Onu gördüğüm vakit sürekli yolumu değiştiriyordum. Belki böyle bin olayda bir iki tane sıkıntı yaşadım. Zor da olsa sıkıntılar da yaşasam hayatımın en güzel iki yılını Tarlabaşı’da geçirdim.


Hikayesi Tarlabaşı’da geçen diziler çekiliyor. Bu diziler Tarlabaşı’yı nasıl yansıtıyor?
Bir sürü filmler çekiliyor, diziler yapılıyor. Kayıp Şehir buradan esinlenerek yapılan bir dizi. Şimdi Ağır Roman’ın da dizisini çekiyorlarmış. Bu dizilerde buradaki yoksul insanların dramı marjinalleştirilip dizilere dönüştürülüyor. İşi ticarete döküyorlar.
Amaçları, buradaki insanın acısını yansıtmak kaygısı gütmüyor. Bu marjinallik üzerinden diziyi izletmek. Yoksul kesimin sıkıntılarını anlatmak, ona bir kurtuluş sunmak değil. Orada örgütsel sosyal bir mücadele örgütlemek gibi kimsenin bir derdi yok.

Üstten bir bakış söz konusu...
Bizim riyakar bir aydın takımımız var. Buradaki insanları proje bazında incelemek istiyorlar ama tepeden bir bakış açısıyla. Çok az bilgiyle çok şey söylüyorlar. Burada çok şey yaşadım, çok şey gözlemledim ama bunların sadece yüzde birini anlatabildim.  Burada sivil polislerle de röportaj yaptım.

DEVLETİN SUÇU ÖNLEME DİYE BİR DERDİ YOK Kİ

Sivil polisler ne diyor yaşananlar için?
Onlar kendilerince suça karışanların analarını babalarını suçluyor. Buraya “Kürtler geldiler, çeteler kurdular” diye eleştiriyor. Şöyle bir şey var; tüm bu yaşananlar Tarlabaşı Karakolunun 10 metre ilerisinde yaşanıyor, bilinmedik şeyler değil yani bunlar. Bundan 20 sene önce eroin satıcılarının evinde foto röportaj yaptım. Ben evin içindeyken, polis kapıda rüşvet alıyordu. Bunları yazdım. Amaçları yaşananlara önlem almak değil. Burada bir mekanizma oluşmuş. Devletin suçu önleme diye bir derdi yok ki. Acılar devam etsin, sıkıntılar sürsün, rüşvetlerini alsınlar hayat böyle devam etsin istiyorlar. Her köşe başında bir polis var. Şimdi polis işi daha sıkı tutuyor. Zengin sınıf, burayı boşaltmak istediği için.


AMACIMIZ DEVLETİN AYIBINI ANLATMAK

Serginin ismi ‘Ayıp Şehir.’ Ayıp Şehir derken neyi kastediyorsunuz?
Serginin adına ‘Ayıp Şehir’ derken, kastımız devletin ayıbını anlatmaktı. Ama bir takım insanlar bunu yanlış anlayabilir. ‘Tarlabaşı insanını ayıplıyor musun’ diye düşünebilir. Biz burada ayıp sözcüğüyle devletin yaptığı tarih katliamını, insanlara uyguladığı göç politikasını ayıpladık.


Tarlabaşı’da gündelik yaşam nasıldı?
Zaman zaman yaşananlar Fellini filmlerini andırıyordu. Absürt sahneler, travestiler, fahişeler sokak çeteleri, sünnet düğünleri, develer, eşekler, çatışmalar her şeyi Tarlabaşı sokaklarında gördüm. Ben burada dört bayram, en az on tane sünnet düğünü ve kına gecesi, İMF çatışmaları, Kürt çatışmaları ve 1 Mayıs çatışmalarının hepsini yaşadım. Dolayısıyla çok şey gördüm. Zaman zaman bu insanlara dokunduğumda çok mutlu oldum. Bir yanıyla çok eğlenceli ama bir yanıyla da bu insanların acısının içine girdiğin vakit hüngür hüngür ağladığım da oldu. Orada sevinçler eğlenceler kadar hüzünlü ve dramatik hikayeler gördüm. Ses kayıtları da yaptım, hikayelerini anlattılar bana.

Nasıl hikayeleri vardı?
Burada her şey renk tabi. Rio Karnavalı gibi düğünlerle karşılaşırken aynı zamanda bir yoksul düğünüyle karşılaşıyorsun. Evlenecek kızcağızın bir yoksulluk çemberi var. Teyzesini her gün görüyorum, çöp topluyor. Ama bakıyorsun yeğeninin düğününde bir dolar da olsa dolar saçıyor. Bana bu çok ilginç geldi.
Pakistanlı Muhammet var, sıçanın bile yaşamayacak olduğu mağara gibi küçük, penceresiz bir odada, tenekenin içine yatıp uyuyordu. Burada ciddi bir yaşam mücadelesi var.

Olumlu hikayeler yok mu?
Mesela Hasan Amca, Süryani Kilisesi’nin yanındaki evinin yıkılmasına izin vermedi. 180 milyar para teklif etmişler. Bilirkişi ve mahkeme, evinin 1 trilyon ederi olduğunu söylemiş. Hasan Amca bana şu cümleyi kullandı: ‘Para delikanlıyı bozar. Anam, babam burada doğdu. Ben de burada yaşamak istiyorum. Allah’ın Dudullusu’na Allah’ın Arnavutköyü’ne Allah’ın Kayaköyü’ne beni nasıl atarsın. Burası benim evim, yaşamım.’ Hasan Amca mahkemeyi kazandı. Şimdi Hasan Amca’nın Süryani Kilisesi’nin yanındaki evini yıkamıyorlar. (İstanbul/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Hizaya girmeye niyetimiz yok!

SONRAKİ HABER

Seçmeli evrim dersi olur mu?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...