28 Ocak 2019 01:27

MLSA Eş Direktörü Barış Altıntaş: Yargı, '-mış gibi' yapıyor

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği Eş Direktörü Barış Altıntaş ile gazeteci davalarındaki yargısal pratikleri konuştuk.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Meltem AKYOL
İstanbul

Son olarak Gazeteci İdris Sayılğan’ın yargılandığı davada 8 yıl 3 ay hapis cezası alması ile birlikte gazeteci davalarındaki yargılamalar yeniden tartışma konusu oldu. Sayılğan davası vesilesi ile Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) Eş Direktörü Barış Altıntaş ile son dönemde gazeteci davalarındaki yargısal pratikleri konuştuk.

Mehmet Altan ve Şahin Alpay için Anayasa Mahesinin (AYM) verdiği ihlal kararını hatırlatan Altıntaş, AYM kararlarının bil geçersiz olduğu bir süreç olduğunun altını çizdi.

Nedim Türfent, Altan Kardeşler ve Nazlı Ilıcak’ın davası gibi gazeteci davalarını hatırlatan Altıntaş, “Elbette biliyoruz, savcı da biliyor, hakimler de biliyor. Bir '-mış gibi' yapma hali yani. Anahtarı elinde tutanlar sadece siyasi saiklerle hareket ettiği için bu mümkün olabiliyor” dedi.  

AYM HÜKMÜNÜN BİLE GEÇER OLDUĞU BİR SÜREÇ

Son dönemde yargı kararları çok tartışılıyor, son örnek İdris Sayılğan davası. İdris’in savasına geçmeden önce gazeteci davalarındaki yargılamalara ilişkin neler söylersiniz?

Yargı Türkiye’de elbette hiçbir zaman bağımsız olmadı. Belli dönemlerde belli güçlerin güdümünde oldu. Genelde sola, Kürtlere, azınlıklara ve devletin tehdit olarak gördüğü belli gruplara karşı bir araç olarak kullanıldı. Ancak Türkiye’nin son 15 yılındaki güç savaşlarında yargıdaki gruplaşmalar belki hiç olmadığı kadar ön planda oldu. Örneğin, KCK davaları, Ergenekon-Balyoz süreçleri gibi artık bugün normal sayılan ama o zaman nadir görülen çoklu tutuklamaların yapıldığı ve delillerin sonradan uydurulduğu ortaya çıkan yargılamaların olduğu bir dönem gördük. Darbe girişimi sonrası süreçte olağanüstü hâl ile birlikte hukuk devletine dair kalan kırıntıların bile erozyona uğradığı; artık ya hükümete yakın olduğu için atanmış ya da kendi de baskı altında olan savcıların delil uydurmaya bile gerek görmediği, verilecek kararların önceden belli olduğu ve olmayan deliller temelinde yürütülen bir çok dava gördük. Bu süreçte öyle bir aşamaya gelindi ki, 2018 Ocak ayında Anayasa Mahkemesi’nin iki gazetecinin (Mehmet Altan, Şahin Alpay) tahliyesine yönelik kararını yerel mahkemeler kaale almadı. Anayasa Mahkemesi’nin hükmünün bile siyasi nedenlerle geçersiz hale geldiği bir yargıdan herhalde fazla bir şey bekleyemeyiz.

GAZETECİLİK FAALİYETİNE 8 YIL 3 AY CEZA

Son örnek İdris Sayılğan davasıı... Nasıl bir süreç yaşandı, nasıl çıktı bu ceza?

İdris Sayılğan Ekim 2016’da haberleri nedeniyle tutuklanmıştı. Hazırlanan iddianamede İdris’in haber kaynaklarıyla telefon görüşmeleri ve bazı haberleri diziliyor, bu haberlerin onun “terör örgütü üyesi” olduğunu ispatladığı öne sürülüyordu. İdris’in davası tam anlamıyla bir gazetecilik davası, iddianamesinde tam 70 sayfa boyunca konuşmaların çözümlenmesi var; işte röportaj ayarlamaya çalışıyor, bilgi almaya çalışıyor, tümüyle normal gazetecilik faaliyetleri. Birkaç tane de haberi var; başka hiçbir şey yok. Savcı bu haberleri örgüt emriyle yaptığını iddia ediyor; fakat hiçbir kanıt yok. İdris’i Trabzon Cezaevi’ne koydular, Muş’ta yargılaması sürdü. Bu haftaki karar duruşmasına kadar 450 km ötedeki Trabzon cezaevinden Muş’a getirilmeyi bırakın çoğu kez SEGBİS’le bile bağlanmadı duruşmalara. Bir avukatı İstanbul’dan, bir avukatı Van’dan geliyor. Kendisi Trabzon’da. Mahkeme Muş’ta.

Sürecin sonunda İdris tahliye edilmediği gibi “örgüt üyeliği” cezasına çarptırıldı. Gazetecinin kaynaklarının ifşası, haber kaynakların korunmasına yönelik yerel ve uluslararası mevzuatın ihlallerine girmiyorum bile: İdris haber yapmak için her gazetecinin günlük olarak yaptığı bir şeyi yaptığı için, soru sorduğu, röportaj ayarlamaya çalıştığı, bilgi almaya uğraştığı vb. için 8 yıl 3 ay ceza aldı. MLSA avukatları yabancı avukatlarla birlikte İdris adına AİHM’e başvuru yaptılar ve AİHM bu başvuruyu öncelikli olarak inceleyeceğini duyurdu. Günün sonunda bunların hepsi son derece siyasi davalar.

SAVCI DA BİLİYOR, HAKİMLER DE BİLİYOR…

Nedim Türfent davasında iddianamedeki tanıkların hemen hepsi ifadelerini işkence altında verdiklerini kabul etti ama ceza çıktı.. Altanların davasında ağırlaştırılmış müebbetler çıktı. Yargılama süreçleri hep sorunluydu ama galiba 15 Temmuz’dan sonra ciddi bir değişim var. Neler gördünüz izlediğiniz davalarda?

Kürt gazetecilerin yargılamalarına yönelik şöyle bir gözlem yapılabilir: Çoğuna karşı başlatılan soruşturmalarda tanıklar oluyor. O davada tanıklar işkence gördüklerini oldukça güçlü ifadelerle anlatarak tanıklıklarını çekti, ama Nedim tahliye edilmediği gibi 9 yıl ceza aldı. Aynı şey örneğin Van’da tutuklu bulunan DİHA Stajyer Muhabiri Ziya Ataman’ın Şırnak’ta yargılandığı davada oldu; kendisine karşı ifade veren akrabası korkutulduğunu, tehdit edildiğini söyleyerek ifadesini geri çekti. Tanıkların ifadelerini değiştirmiş olmasının bir sonuca yol açtığı tek dava Rahip Brunson davası galiba! Açıkça siyasi kararlarla karşı karşıyayız. Kaldı ki, Nedim Türfent’in davasında olduğu tanıklar dışında başka bir kanıt olmadan bırakın insanları mahkum etmeyi, tutuklu bile yargılayamazsınız AİHM içtihatlarına göre, Türkiye’nin kendi yasalarına göre. -Mış gibi yapma hali...

Nedir o -mış gibi yapma hali...?

Bu davadan gidelim. Nedim Türfent bir video paylaştı, görüntülerde özel harekatçılar sokağa çıkma yasakları döneminde Yükseova’da gözaltına aldıkları sivillere ırkçı muamele ediyordu, o zaman Ahmet Davutoğlu başbakandı. Bu video infial yarattı ve soruşturma başlatıldı; ne sonucu oldu tam olarak bilemiyorum ama bundan sonra gazeteci Yüksekova’da tehditler almaya başladı. Sonrasını biliyorsunuz. Nedim Türfent’in elinde silah dağlarda gezmediğini, haber yaptığını ve bunun için hedef alındığını hepimiz biliyoruz. Ancak yargılama sanki bunları bilmiyormuşuz gibi devam etti. Elbette biliyoruz, savcı da biliyor, hakimler de biliyor.

Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak’ın yargılandığı dava da bu dava dönemin absürtlüğün ortaya koymak için çok iyi bir örnek.

AYNI SUÇLAMA, AYNI DELİL AMA...

Açar mısınız biraz?

Altan kardeşleri ve Ilıcak’ı ilk gözaltına aldıklarında televizyonda hükümeti eleştirerek 15 Temmuz darbecilerine “sübliminal” olarak destek verdikleri iddia edilmişti. Elbette iddianamede bu kelimeyi kullanmadılar ama bu televizyon programında söyledikleri ifadeleri vardı, farklı tarihlerden yazdıkları makaleleri vardı. Bu makaleler temelinde “anayasal düzeni ortadan kaldırmaya çalışmakla” suçlanıp müebbet hapis cezasına çarptırıldılar. Bu da Yargıtayın anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçunun oluşması için “Cebir ve şiddet” unsurunun olması gerektiğine dair kararlarına rağmen alındı. Daha sonra da istinaf mahkemesi bu cezaları onadı. Şimdi, Mehmet Altan dışarıda. Neden? Çünkü AYM ve AİHM kararları var. Diğerleri içeride. Suçlamalar aynı, deliller aynı, mahkeme aynı, cezalar aynı ama yalnızca bir kişiyi tahliye ettiler. Anahtarı elinde tutanlar sadece siyasi saiklerle hareket ettiği için bu mümkün olabiliyor. Ancak bu davada büyük olasılıkla Yargıtay’dan yeniden yargılama talebi gelecek.

MAHKEMELERE ‘YANLIŞ KARAR VERMEYİN’ MESAJI

Bu dönemin şöyle bir özelliği var ki tahiliye kararı çıksa bile yargılanan kişi hapisten çıkmadan kimse emin olamıyor. Atilla Taş ve Murat Aksoyörneğinde olduğu gibi... Tahliye edildiler ama cezaevinden çıkmadan yeniden tutulandılar. Bunun gibi başka nasıl pratikler girdi yaşanıyor bu dönemde?

Aksoylar davası çok net bir mesajdı “darbe” sonrasi gazeteci yargılamaları için. Tüm mahkemelere “yanlış karar vermeyin, kimseyi tahliye etmeyin” mesajı verildi. Aynı şey başka davalarda da oldu, örneğin Af Örgütü’nden Taner Kılıç’a oldu...

Yalnız bu davayla ilgili olarak şunu söylemek istiyorum, katılım ve dayanışma çok düşüktü. Bir gün hatırlıyorum, galiba Ali Akkuş’tu, (veya başka bir sanık olabilir) elinde basılı bir makale “Ben burada aslında AKP hükümetini destekliyorum, şu cümleye bir bakar mısınız?​” diyor. Yani burada bir insanın aslında yazdığı şeyle ne demek istediğini anlatmaya çalıştığı bir yargılama; çok net bir ifade özgürlüğü davası. Hoşumuza gitmeyen şeyler söyleseler de destek vermek zorundayız.

Aynı davanın karar duruşması 8 Mart’taydı, o hafta Cumhuriyet duruşması için yabancı gazeteci örgütlerinden heyetler gelmiş, Çağlayan’daki Adalet Nöbetine katılmışlardı, perşembe günü ama öğleden sonra bu duruşmaya katılmadılar. Hiçbirinin haberi bile yoktu Cumhuriyet veya başka gözlemci getirebilecek güçte ilişkileri olan kişiler yalnızca ideolojik olarak yakın oldukları kendi arkadaşlarını değil herkesin ifade özgürlüğünü savunsa belki bu noktaya gelmezdik.

 

ÖNCEKİ HABER

Gebze'de işçi çocukları film gösterisinde buluştu

SONRAKİ HABER

'Her çocuğun kitaplığında olsa' diyebileceğimiz kitaplar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...