30 Aralık 2018 00:38

Faturanın bir kısmı seçimden sonra

Bülent Falakaoğlu yazdı: Üretimin pazarlardan hızlı büyümesine yol açan aşırı üretim krizlerin temelini oluşturuyor.

Fotoğraf: Metin Aktaş/AA

Paylaş

Bülent FALAKAOĞLU

Teşhisi doğru koymak lazım. Lakin herkesin tanısı farklı.

Dış güçlerin oyunu. ABD’li Rahip Brunson’ın tutuklanması gibi gelişmelerin cezası. Tek adama dayalı otoriter rejimin sonucu... AKP’nin iş bilmezliğinin etkisi...

Tanı listesi uzayıp gidiyor. İktidardan ve muhalefet cephesinden, piyasacı analizciler tarafından konan sayısız teşhis var.

Her birinin küçücük etkisi olabilir; öksürüğü artırmak, ateşi azdırmak gibi. Vurgulamak gerekir ki hiçbiri hastalığın kendisi değil!

Ve sadece Türkiye’de de yaygın değil bu hastalık. ‘Yükselen ülkeler’ diye parlatılan, her biri bağımlı olan ülkelerin neredeyse tamamında yaşanıyor.

Gana, Endonezya, Brezilya, Ukrayna, Güney Afrika, Hindistan, Arjantin... Hepsinin paraları değer kaybediyor, hepsinin borçları bel büküyor.

Oralarda da mı AKP var?

Oralarda da mı rahip tutuklanmıştı!

Yaşananları genel olarak kapitalizmin işleyiş yasasının ve özel olarak da Türkiye’nin bağımlılığının dışında bütünlüklü açıklayabilmek olası değil. Öyleyse hastalığın adını koyalım: Aşırı üretim ve bağımlılık!

İhtiyaca göre üretimin yapılmadığı kapitalizmde üretimin pazarlardan hızlı büyümesi kaçınılmaz. Düşünün 2017 ve içinde bulunduğumuz 2018 yılında üretilen cep telefonu sayısı 3 milyarı geçiyor. Çoluk çocuk 7.5 milyar insanın bulunduğu bir dünyada iki yılda neredeyse dünya nüfusunun yarısı kadar cep telefonu üretilmiş.

Üretimin pazarlardan hızlı büyümesine yol açan bu aşırı üretim krizlerin temelini oluşturuyor.

Ortaya çıkan aşırı üretim, borç (kredi) sistemi ile bir yere kadar tüketilse bile eninde sonunda duvara dayanıyor. Duvara dayandığı yerde üretim geriliyor, ekonomi küçülüyor kriz tetikleniyor.

SORUNLARI BÜYÜYEN VE BÜYÜTEN SİSTEM

Giderek krizlerin zaman aralığı daralıyor. Ve yaşananları kapitalist işleyişin dışında emperyalist komplolarla açıklamaya çalışmak gerçeği çarpıtmaktan başka bir amaca hizmet etmiyor. Kaldı ki ekonomik krizler emperyalist ülkelere de daha sık uğrar oldu.

1970’lerdeki altınla doların bağını koparan petro-dolar krizi emperyalist sistemin merkezinde ortaya çıkarken onu aşmak için hayata geçirilen çözümler 1979 krizini patlattı bağımlı ülkelerde. 1987’de yine kapitalizmin merkezinde yaşanan borsa krizi olarak karşımıza çıkan kriz, 1997’de adı Asya krizi olarak çıktı karşımıza yine bağımlı ülkelerde. 2008’de kapitalist emperyalist sistemin hegemon ülkesi ABD’de patlak verdi.

Krize neden olan üretim yapısı değişmediği için geçici olarak hayata geçirilen her çözüm, sorunu daha büyük bir şekilde karşımıza çıkarmak üzere öteliyor. Yapılması gereken ameliyatın yapılmayıp verilen ağrı dindiricilerin böbrekleri iflasa sürüklemesi gibi. Hem sorun çözülmediği için ameliyat hâlâ gerekli hem de bir de böbrek sorunu var!

2008 yılında yaşanan ekonomik krizin açığa çıkardığı büyük sorunlar var:

  1. Düşük büyüme: Dünya ekonomisi büyüme temposu 2008 öncesini yakalayamadı. Üstelik yakalanan düşük tempo bile borçların aşırı artması ile oluyor. Düşük büyüme temposu altında dünya genelinde işsizliği azaltmak mümkün olmuyor.
  2. Büyük güçler arasında emperyalist rekabet ve sertleşme: Kızışan ticaret savaşları, Suriye başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde ‘büyük’ güçler arasında karşı karşıya gelişlerin artması 2008 sonrası kızışan emperyalist rekabet ve sertleşmenin ürünü.
  3. Göç dalgası: Artan işsizlik ve yoksulluğun sonucu Meksika’dan, Güney Amerika’dan ABD’ye, Afrika’dan, Orta Doğu’dan Batı Avrupa’ya insan seli oluşturuyor artık göçmenler. Akdeniz’de ölümler, sınır boylarında infazlar gibi insanlık dramları eşlik ediyor bu büyük uluslararası soruna.
  4. Yükselen faşizm: Dünya genelinde artan hoşnutsuzluk göçmen sorunuyla bütünleşerek gerici siyasi sonuçlar yaratan güçlü bir tepki dalgasına dönüşüyor. Otoriter ve faşist partiler yükseliyor.
  5. Çevre sorunu: Ekonomik sorunlar derinleştikçe göstermelik çevre duyarlılığı da kayboluyor. Birleşmiş Milletler iklim zirveleri, felaketin boyutlarının rakamlarla ortaya konulduğu, çözüm önlemlerinin ise konuşulamadığı ağlama duvarına dönüşmüş durumda.

Ekonomik krizin sarsıntılarına doğanın felaketi eşlik ediyor.

Açıkça görüldüğü üzere; aşmak adına hayata geçirilenler kapitalist sistemin sorunlarını da, sosyal sorunları da büyütüyor.

2008 yılında kapitalist sistemin merkezinde (ABD) çıkan yangını söndürmesi için köpük niyetine piyasaya bolca dolar sürüldü. Bu durum doları hem bollaştırdı hem de ucuzlattı. Faizler neredeyse sıfıra geriledi.

Bol ve ucuz paradan yararlanmak için bağımlı ülkeler adeta birbirleriyle yarıştılar. 10 yıl önce ‘yükselen piyasalar’ diye adlandırılan bu ülkelerin borçları 1.5 trilyon dolarken şimdi 3.7 trilyon dolar. 10 yılda 2.5 kart borç artışı. Bol ve ucuz dolara öylesine bağımlı hale geldiler ki,  şimdi bol ve ucuz dolar dönemi bitince ağır sarsıntı geçirmeleri kaçınılmaz oluyor.

Dünyada bol para döneminin sona ermesinden en çok etkilenen iki ülkenin başında Arjantin ve Türkiye geliyor. Sebebi ise bol ve ucuz para partisinde en çok eğlenen iki ülke olmaları. Parti bitince bu iki ülkenin akşamdan kalma hallerinin ağır oluşu alkolü (ucuz döviz bağımlılıklarını iyice artırmaları) abartmaları ile ilgili!

ZEHİRLEYEN BAĞIMLILIK

Türkiye’nin bu bağımlılığına piyasa ağzıyla ‘kırılganlık’ deniyor. Dış borcu milli gelirinin yarısından fazla (yüzde 52 civarında). Cari açığı çok (bankalar dışarıdan gelen ucuz parayı kredi olarak dağıtmış, mega projeler dışarıdan bulunan ucuz kredi ile yapılmış. Tüketim de yatırım da her yıl verilen ortalama 50 milyar dolar açık ile yani yabancının parası ile sürmüş). 

Şirketleri borçlu, vatandaşı borçlu bir ülke fakat buna karşılık kasası boş. Çünkü Merkez Bankası’nın kullanabileceği sadece 27 milyar doları (elindeki altınlar da dahil) var. 

Merkez Bankası’nda bulunan para da devede kulak. Çünkü bir yılda ödenecek 170 milyar doların üzerindeki borç ve karşılanması gereken 40 milyar dolarlık cari açık var. Bir yılda 200 milyar doların üzerinde paraya ihtiyaç varken kasadaki 30 milyar doları bulmayan rezerv hiç de koruyucu olamıyor.

Türkiye söz konusu bağımlılığı iki sebeple tercih etti. Birincisi, bol ve ucuz para ile ucuz emeği harmanlayıp büyüme temposu yakaladığı için... İkincisi ise ucuz döviz sayesinde enflasyonu kontrol altında tutmayı başarabildiği için.

Bol ve ucuz döviz tercihinin yan etkileri ise çok. Söz konusu tercih öncelikle yerli üretimi aşındırır. Bugün Türkiye’de imalat sanayii yüzde 75 bağımlı durumda. Türkiye ihraç ettiği her 100 liralık sanayi ürününde 70-75 liralık ithal girdi kullanıyor. Sanayi bağımlı!

Söz konusu tercih ikinci olarak yabancı para cinsinden borçluluğu artırır. Nitekim AKP iktidarı öncesi 129 milyar dolar dış borç şimdi 470 milyar dolara ulaşmış durumda. 

Diğer bir yan etki ise dış ticaret ve cari açığın büyümesi oluyor. Nitekim Türkiye’de son dönem ithalat ve ihracat arasındaki makas açıldıkça açılmıştı.

GİDEREK AĞIRLAŞAN SÜREÇ

Ağustos ayında dolar kuru 7 TL’yi görünce Türkiye için sefahat döneminin artık sona erdiği açığa çıktı. Dünyada bol ve ucuz para döviz döneminin sona ereceği bilinmesine rağmen hiçbir önlem almayan Türkiye artık beşik gibi sallanıyordu.

Kur şoklarını faiz şoku izledi. Ardından enflasyon rekorlar kırdı. İktidar bu duruma ‘kriz’ demedi. 

Cebindeki para dolar karşısında değer kaybettiği, yüksek enflasyon nedeniyle parasının alım gücü düştüğü için çifte vurgun yiyen emekçiler, ‘kriz yok’ söylemine tepki gösterse de aslında ekonomi yaz aylarında, tempo kaybetse de, henüz büyümeye devam ediyordu. 

Sonbaharla birlikte işin rengi değişti. Ve tablo şöyle:

Sanayi üretimi daralıyor
Eylülde        yüzde 2.7
Ekimde       yüzde 5.6

Sektörlere verilen teşvikler de çare olamıyor.

Beyaz eşya ürünlerinde ÖTV üç aylığına sıfırlanmasına karşın, satışlar kasım ayında daralmaya devam etti. Bir önceki yılın aynı ayına göre beyaz eşya pazarı yüzde 21 oranında daraldı. Otomotive yönelik teşvik de daralmayı önleyemedi. Daralmayı eylül ayındaki yüzde 72 seviyesinden anca yüzde 38’e geriletebildi.

Kapasite kullanım oranları sanayinin çarklarının dönmediğini söylüyor. Kasım ayı kapasite kullanım oranına göre mevsim etkilerinden arındırılmış kapasite kullanım oranı yüzde 73.7. 

Bu oran 2008-2009 küresel kriz etkisinden sonraki en kötü oran.

İnşaat ve tarımda durum içler acısı!

Söz konusu daralmanın yanı sıra Türkiye ekonomisinin yakıtı sayılabilecek kredi hacmi de daralıyor. 

Geçen yıl yaklaşık 2 triyon 600 milyar TL

Bu yıl 2 trilyon 350 milyar TL

Aradaki 250 milyar TL’lik daha az kredi kullanılması, kredi ile dönen ekonominin yakıtının azaldığını gösterir.

Sağlık, gıda ve giyim hariç perakendede tüm sektörler küçülüyor. Zorunlu harcamalar dışında tüketim yok.

Üretimin yanı sıra tüketim de çakılmış.

SONUÇLARI DA AĞIR OLACAK

Sadece üretim ve tüketimde frene basılmadı. Ödemelerde de net bir fren yapıldığı görülüyor.

11 aylık dönemde karşılıksız çıkan çek tutarı 25 milyarı aştı. Geçen yılın aynı döneminde tutar 15 milyar liraydı. Tutar bazında artış yüzde 60 düzeyinde. 

Bankalardaki tahsili gecikmiş alacak tutarı da ekim sonunda 94 milyar 103 milyon liraya yükseldi. Bir yılda yüzde 40 oranında artışa işaret ediyor. 

Protesto edilen senet tutarı geçen yıl 10 milyar lira iken bu yılın 10 aylık döneminde 14 milyara yükseldi. Protesto edilen senet tutarı yüzde 40 oranında artış kaydetti.

Tüketim, üretim ve ödemelerdeki bu daralmanın sonuçları ağır olacak: İşsizlik artacak. İşsizler ordusuna 1 milyonun üzerinde insan katılacak. İflaslar artacak. Şu anda konkordato ilanı için mahkemeye başvuran 5 bin şirket var. Bunların yarısı iflas edecek. İleri geri bağlantılarıyla bu iflaslar 10 binlerce sektörü sarsacak.

Ödemeler zinciri kopacağı için esnaflar da zor günler geçirecek. Enflasyon yüksek seviyelerde gezeceği için işsizlikte birlikte yoksulluk da derinleşecek.

Hükümet ise buralara bakmak yerine dolardaki 5.30 seviyesine, ithalattaki düşüşe, cari açıktaki küçülmeye bakarak ‘en kötüsü geride kaldı’ diyor.

Evet bu normal şartlarda, üretim yapısının bağımlılıktan kurtarıldığı koşullarda doğru olabilecek bir tez. Oysa hükümetin ‘şişmandık şimdi zayıflayıp fit hale geliyoruz’ diye pazarladığı şey hastalıktan dolayı erimekten başka bir şey değil!

Yatırım malları (makine teçhizat) ithalatı yüzde 36, ara malı ithalatı yüzde 17 daralmış durumda. Üretimin bağımlı yapısının zerrece değişmediği durumda bu veriler içeride üretim yapılmaktan vazgeçildiğini gösterir sadece.

Sonuç niyetine: Bol ve ucuz para dönemi sona erdi. Türkiye için oldukça sancılı bir süreç başladı. Hükümet şu an çözemediği sorunun etkilerini seçime kadar, kampanyalarla, baskınlarla, teşviklerle azaltmaya çalışıyor. Fakat 2019 martında yapılacak yerel seçimler sonrasında ertelediği bazı faturaları emekçi halkın önüne koyacak.

Her şey hükümetin üç yıllık programına uygun ilerlese dahi 2021’de büyüme anca yüzde 2 olacak. Yüzde 4’ün altındaki her büyüme, her yıl yüz binlerce gencin iş piyasasına dahil olması nedeniyle, Türkiye’de işsizliği artırıyor.

Hükümet yıllarca ödenecek bir bedelden, sancılı süreçten bahsediyor. Ödenmemesi bedel ödeyeceklerin itirazına bağlı.

2019’un itirazları yükseltmesi dileğiyle... 

 

ÖNCEKİ HABER

Çürüme ve israf ekonomisi

SONRAKİ HABER

Yapımcılarla salon işletmecileri arasındaki tartışma sürüyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...