23 Kasım 2018 08:29

Doğulu Donkişot’un öyküsü; Gelincik Tarlası

Özkan Zülfikar, Metin Aktaş’ın Gelincik Tarlası romanını yazdı: Kimsesizler yurdunda büyürken annesini arayan bir çocuğun öyküsü Gelincik Tarlası

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Özkan ZÜLFİKAR

“Hayır!

Hiçbir şey bu kadar güzel olmadı.

Bir travmadan travmatik bir hayat doğdu, yine kendi travmasını yarattı.

Bu hikâye Veli’nin sürükleyici ve en sonunda roman kahramanları da dahil herkesi şaşırtan inanılmaz öyküsüdür...”

Metin Aktaş’ın yayınlanan 16’ıncı romanı Gelincik Tarlası’nın arka kapağında böyle not düşülmüş.

Kimsesizler yurdunda büyürken annesini arayan bir çocuğun öyküsü Gelincik Tarlası. Annesini ararken hiç duymadığı, tahmin etmediği trajik bir öyküyle karşılaşır. Annesinin izini süren Veli, 1938 Dersim Katliamı’nda hayatta kalıp batı illerine sürgüne gönderilmiş ve 1947 affıyla topraklarına geri dönmüş Dersim’in Alevi Kürtlerinin yaşadığı küçük bir dağ köyünde bulur kendisini.

Köylüler onu sürgün yıllarında derin acılar çekmiş Sakine adlı bir kadınla evlendirirler. Bütün ailesi 1938’de yok edilmiş Sakine’nin tek bir tutkusu vardır; soyunun devamı için bir çocuk sahibi olmak... Veli’nin ise köye geldiğinde Mehdi adını taktığı ve gözle görünmeyen bir çocuğu vardır yanında. Veli gelecekte insanlığı kurtaracak “Mehdi” olarak gördüğü bu çocuğu büyütmeye başlar. Sakine ve köylüler Mehdi’nin varlığına inanmazlar önce. Ama akıp giden zamanla birlikte Mehdi büyüyerek köyde bir sanrı, bir düş olmaktan çıkar; somut bir varlığa dönüşür. Ve bütün köy halkı insanlığı kurtaracak olan Mehdi’yi büyütmek için yoğun bir çaba içerisine girer.

Bundan sonrası kara mizah; Mehdi’yi büyütmeye çalışan köylülerin çabasını okurken gülecek, gülerken ağlayacak, ağlarken düşüneceksiniz.

BİR HALKIN YARATTIĞI ÜTOPYA

Doğulu bir Donkişot’tur Veli. Yüzlerce kez ayaklanıp her ayaklanmadan sonra büyük yıkımlar yaşayan bir halkın yarattığı ütopyadır. Romanı okurken şu soruyu soracaksınız kendinize: Veli deli mi yoksa bizi kendi gerçeğimizle yüzleştiren bir bilge mi? Peki, Veli deliyse eğer, çağımızın insanı ne kadar akıllıydı? Gözle görülmeyen, varlığı tartışmalı “şeyler” için insanoğlunun yaptıklarını nasıl değerlendirebiliriz?

İnsan zihninde yer yapan ama çoğu zaman kimsenin kendisine bile sormaya çekindiği soruyu sorar yazar. Bir sanrı için mi okullar ibadet yerleri açıyor, ömrümüzün önemli bir zaman dilimini harcıyorduk? Bilimsel teknik gelişmelerin devasa boyutlara ulaştığı, dünyanın küçük bir köye dönüştüğü çağımızda insan deliriyor muydu? Bir sanrı için mi birbirlerini öldürüyor, savaşlar çıkararak yeryüzünü yakıp yıkıyor, hayatlarını bir sanrıya mı adıyordu milyarlarca insan?

Veli’nin öyküsü burada bitmiyor. Bittiğini sandığımızda yeniden başlıyor...

ÖNCEKİ HABER

Maaşlarını isteyen taşeron karayolu işçileri işten atıldı

SONRAKİ HABER

Cezaevlerinde hasta tutukluların tedavileri yapılmıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa