10 Kasım 2018 23:00

Gazetecilikten memlekete bakmak: Ben de sizin için üzgünüm

Meltem Akyol, Kadri Gürsel’in yeni çıkan ‘ben de sizin için üzgünüm’ kitabını ve medyadaki tekelleşmeyi yazdı.

Paylaş

Meltem AKYOL
İstanbul

“Medyada yeni döneme ayak uydurabilen arkadaşlarımız kalacak, ayak uyduramayanların varlığı son bulacak.” Bu söz son dönemde ana akım diye tabir edilen, hatta biz daha da genişletelim; birkaç gazete dışında tüm basın kurumlarında yaşanan dönüşümün özeti sayılabilir. Sözün sahibi Erdoğan Demirören.

Kadri Gürsel, Destek Yayınlarından çıkan ‘ben de sizin için üzgünüm’ kitabının ilk bölümünde anlatıyor Demirören’le olan zorunlu görüşmesini. 7 Haziran 2015 seçimlerine az bir zaman kala, 12 Mayıs’ta, Doğan Gurubundan Milliyet ve Vatan’ı (2011) almış Demirören, iktidarı rahatsız etmek istemez, edenleri de ‘uyarır’. O süreçte Milliyet’te yaşananları anlatmaya gerek yok sanıyorum, bugünkü Milliyet’e bakmak yeterli olacaktır.

Erdoğan Demirören Kadri Gürsel’i çağırır ve açıkça yazmamasını ister. Kadri Gürsel’in ‘ahlaksız teklif’ olarak nitelediği o soruyu sorar, ki aslında soru değildir bu. Üstelik aynı sözcüklerle ve tam 5 kere: “Kadri Bey, yazarlık egonuzu aşağıya çekemiyorsanız seçimlere kadar yazılarınıza ara vermeyi düşünür müsünüz?​”

Erdoğan Demirören’le görüşmesini kitabına alan Gürsel, Demirören’in ölümünden sonra bu bölüme hiç müdahale etmediğinin de notunu düşmüş.

‘TÜRKİYE ANCAK OTORİTER REJİMLE KALKINIR’

Yine aynı görüşmede Demirören, Gürsel’e “Türkiye ancak otoriter rejimle kalkınır” deyiveriyor. Bu cümlenin altını kalın kalın çizmişim okurken. Yanına da ‘kim kalkınıyor acaba’ diye yazıvermişim. Bir de ek yapmışım, Erdoğan’ın “OHAL’i  biz patronlar için çıkardık” sözünü. Demirören’e yeter miydi bilmem ama memleketin yeterince otoriterleştiğini düşünürsek, kimin kalkındığı ortada.

‘TATLI TATLI ELEŞTİRİN’

Gürsel’in “Erdoğan bey, benden ne istiyorsunuz, iktidarı hiç mi eleştirmeyelim?​’ sorusuna aldığı yanıt da ibretlik: “Eleştirin de tatlı tatlı eleştirin.”

Kendisinin ağlayarak söylediği, ‘Nasıl girdim bu işe, kim için’ sözleri ile hatırladığımız Demirören aslında son dönemin ‘yükselen’ değerlerinden! Demirören Grubunun AKP dönemindeki ‘yükseliş’ hikayesine baktığımızda ve “tüpçülükten medya patronluğuna uzanan” o yolu düşündüğümüzde; ‘otoriter rejime’ kimin, kimlerin ihtiyaç duyduğu daha bir net anlaşılıyor.

Misal o gün Doğan’dan Vatan ve Milliyet’i almış Demirören, şirketlerini büyüttükçe büyüttü. Diğer pek çoklarının yanında bütün Doğan Grubunu da satın almış bulunuyor.

Demirören’le Gürsel görüşmesinden başka detaylar da var kitapta elbette. Ama biz bununla sınırlı tutalım ki okurun hevesi kaçmasın.

‘BİLGİ NAGEHAN’A GÖNDERİLİRDİ’

Kitabın en dikkat çekici kısmı, ‘Nagehan Alçı’ya nasıl tahammül ettim?​’ sorusu altında verilen yanıtlar olsa gerek. Bu bölümü, neredeyse tamamı alıntılanıp haberleştirildiği için es geçiyorum. Burada dikkat çekilmesi gereken konulardan biri iktidarın medya figürlerinin nasıl çalıştığı. O dönemde birlikte program yaptıkları “Dört Bir Taraf”ta, Alçı’ya ilişkin aktardığı şu not, dönemi anlamak bakımından önemli sanırım: “Nagehan Alçı iktidarın televizyon avatarıydı. Hassas gündem konularının tartışıldığı programlarda bir tablet bilgisayarın önünde açık olduğu hep dikkatimi çekmiştir. Gözleri belirli aralıklarla, özellikle tartışmanın kızıştığı anlarda tabletinin ekranına kayardı. Ama sadece bu kadar, arama motoru kullanarak bir bilgiye ulaşmak için parmakları klavye üzerinde dolaşmazdı, ‘bilgi’ ona gönderilirdi...”

CUMHURİYET DAVASI, SİLİVRİ, TAHLİYE

Milliyet’ten atılması, Cumhuriyet Gazetesi yazarlığı, 34 günlük yayın danışmanlığı, operasyon, tutuklama ve dava süreci de kitapta bütün yönleriyle ele alınıyor. Delilsiz kurulan iddianame, o iddianame ile aylar süren tutukluluklar...  Bizim buradan bizzat mahkeme salonlarından, beyanlardan izlediğimiz bütün bu sürecin Silivri’den görünümünü aktarmış Gürsel. Ve o çok konuşulan, tahliye olduğu gün eşi Nazire ile öpüştüğü fotoğraf ve hikayesi...

Kadri Gürsel, 1979’un Temmuz’undan 1983’e kadar “yasadışı örgüt üyeliği” suçlamasıyla tutuklu kalmasını, tahliye haberi beklerken gardiyana kafa tuttuğu için kaldığı deliler koğuşunu, sürgün gazeteciliğini ve daha nicesini de anlatıyor kitabında. “Nagehan Alçı’ya nasıl tahammül ettim?​” sorusunun bir başka yanıtı da sanırım o “deliler koğuşu”nda aranabilir.

Aslında kitabı okurken katılmadığım noktaları, eleştirilerimi de not almışım. Sonuç itibariyle kendi hikayesini anlatsa bile, kitapta ‘ben’ vurgusu çok fazla. Bazı sorular da not etmişim; ilk karşılaşmada kendisine soracağım sorular bunlar.

Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim; gazetecilerin memleketi yönetenlere soru soramadığı ve bizim zaten yanlarına dahi yaklaşamadığımız; savcıların, yargıçların gazetecilere ‘O yazıyı sen mi yazdın, şu manşeti niye attın, şu haberi neden şurada gördün’ gibi sorular sorabildiği ve en nihayet gazetecilerin aylarını hapishanelere geçirdiği şu günlerimizin özetini çıkarmış kendi hikayesi üzerinden Gürsel...

Bu arada kitabı bitirdikten sonra, bir süre gazetecilik ve gazeteci kitabı okumayacağım demiştim ki kendi kendime; Asu Maro’nun Tuğrul Eryılmaz ile yaptığı nehir söyleşi düştü önüme...

Şimdi o elimde, bu son dedim kendime... Bakalım... Kısmet...

ÖNCEKİ HABER

İstanbul'da yarın maç nedeniyle bazı yollar trafiğe kapatılacak

SONRAKİ HABER

Haluk Levent, işten çıkarılan Cargill işçileriyle kahvaltı yaptı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa