19 Ekim 2018 22:24

Çınar: Kaşıkçı cinayetiyle büyük devlet söylemine meydan okunuyor

Vahşice öldürülmesinin dışında Kaşıkçı olayının dramatik olan yanı, böyle bir cinayetin Türkiye’de yapılabilir olması. İçine sokulduğumuz durum.

Siyaset Bilimci Prof. Dr. Menderes Çınar

Paylaş

Serpil İLGÜN

Hakkında o kadar atılıp tutulan ABD’li Rahip Andrew Brunson ne karşılığında bırakıldı?

Suudi Gazeteci Cemal Kaşıkçı’ya ne oldu?

Bu iki soru, geçtiğimiz hafta boyunca sadece siyasetin değil, sokağın da gündemini oluşturdu. İktidar tarafından ilkine, “Kararı bağımsız yargı verdi”, ikincisine “Araştırıyoruz” şeklinde verilen yanıtlar, ikna edici bulunmadı.

Kaşıkçı’nın akıbetinin nasıl olup da aydınlatılamadığı konusu halen geri plana tutulurken, cinayetin Suudi yönetiminden bağımsız, kontrol dışı unsurlar tarafından gerçekleştirildiği propagandası yoğunluk kazandı. “Olayın aslını öğrenmek üzere” önce Riyad’a giden, ardından Ankara’ya gelen ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun “gerçekleri tam olarak anlayabilmek için Suudi Arabistan’a 72 saat süre verildiğini” açıklaması ise Ankara-Riyad-Washington arasındaki pazarlığın neticelenmediği yorumlarını güçlendirdi.

Kaşıkçı cinayetinde neticelenmeyen pazarlık ne? Cinayet için neden İstanbul seçildi? Brunson ne karşılığında salıverildi? Ülkeleri itibarsızlaştıran pazarlıklar mı, cinayetlerin bile pazarlık konusu olabilmesi mi?

Siyaset bilimci Prof. Dr. Menderes Çınar’la, Kaşıkçı cinayeti ve Brunson davası üzerinden Türkiye’nin birbiri ardına yaşadığı krizleri ve Erdoğan’ın krizlerle baş etme stratejisini konuştuk.

Türk parlamento tarihi, siyasal İslam ve AKP üzerine yaptığı çalışmalarla tanıdığımız Menderes Çınar, AKP-MHP arasındaki çatışmanın arka planı, ilk kez bir seçimi ağırlaşan ekonomik kriz koşullarında karşılayan AKP’nin handikapları ve muhalefetin pozisyonuyla ilgili sorularımızı da yanıtladı.


İktidarın ‘araştırıyoruz’ dışında açıklama yapmaması, ABD’nin ‘yakın ilgisi’ ve Suudi Arabistan’ın Kaşıkçı’nın elçilikteki sorgu sırasında öldüğünü baş ağrıtmayacak şekilde kabul edeceği iddiaları... Kaşıkçı cinayeti Türkiye, ABD, Suudi Arabistan arasındaki ne tür bir pazarlığın ortasında duruyor?
Bu olay, vahşetinin yanında bir de Türkiye toprağında olması nedeniyle cüretkar. Önce bunu not etmek isterim. Meselenin hukuk, insan hakları gibi yanlarını maalesef konuşamıyoruz. Kaşıkçı’nın kaybolmasının kamuoyuna yansımasından bu yana iş hukuki olmaktan çıkıp siyasi olmaya başladı. Sorunuzda özetlediğiniz noktalar da zaten işin siyasi yöne döndüğüne işaret ediyor. Şöyle bir şey var; biz bu işi hukuki olarak nasıl yürütecektik? İkincisi, bunu yapabilir miydik? Bana yapamazdık gibi geliyor. 11 Eylül’den beri uluslararası hukuk normları oldukça zayıflamış durumda. ABD bu olayı kapatmaya teşne. Türkiye de siyasi bir pazarlık unsuru olarak düşünüyor olabilir bu olayı. Böyle bir olayın hesabını vermesi gereken konsolosun çıkışına izin veriyoruz örneğin. AKP, “Konsolosun dokunulmazlığı var” falan diyor ama böyle bir olayda o dokunulmazlığı kaldıracak olan yine biziz. Diğer yandan, çıkışına izin vermediğimizde de sonuçları bizim için nasıl olurdu, emin değilim.

Son bir haftadır özellikle dış basına bir sürü bilgi sızıyor. Sızdırılan tüm o bilgilerle bir kamuoyu oluşturarak pazarlıkta elimizi güçlendirmek istiyoruz. Suriye, İran, İsrail... Bütün bu alanlarda Suudi Arabistan, ABD dış politikasının önemli bir ayağı. Örneğin Suriye’de Menbiç’in doğusundaki Kürt gruplara Suudilerin de yardım ettiği söyleniyor. ABD ile sorunlu alanlarda avantaj yakalamamıza yardımcı olabilecek bir olay olarak düşünülüyor olabilir.

Olayın İstanbul’da gerçekleşmesi için ‘cüretkar’ değerlendirmesi yaptınız. Bu cüretkarlığın mesajı ne? Bu türden bir cinayet için neden Türkiye seçildi?
İki şey olabilir; bir, Türkiye bu işin yapılabileceği bir ülke olarak düşünülmüş olabilir. Yani demokrasi, hukuk normlarını benimseyen ve gücünü buralardan alan bir ülke kategorisi dışında bir ülke gibi. Kaşıkçı’nın ABD’den İstanbul’a yönlendirilmesi ve olayın da biraz planlanmış bir olay gibi görünmesi bunu akla getiriyor. İkincisi, Türkiye’de çok fazla Arap muhalif var. İstanbul, özellikle Müslüman Kardeşlerin sığındığı bir yer gibi. Bir bölümünün televizyonları var. Mısır’a vs. yayın yapıyorlar. Dolayısıyla o mesajı hem muhaliflere, hem bizim iktidara veriyorlardır.

Ama benim açımdan bir insanın vahşice öldürülmesinin dışında bu olayın dramatik olan yanı, böyle bir cinayetin Türkiye’de yapılabilir olması. Türkiye’nin içine sokulduğu durum. Bu yanıyla, bütün o “Çok büyük bir devlet olduğumuz” gibi söylemlere, aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel liderlik iddialarına da meydan okuyan bir girişim olarak da değerlendirilebilir. Bir cevap verilmesi gerekiyor ama, bunun karşılığında bir şeyler alınmak istendikçe iyi bir cevap vermek daha zor oluyor.

İyi bir yanıt vermek bir yana, Erdoğan’ın Suudi Arabistan’la yaşanan sorunları derinleştirmekten kaçındığı söyleniyor. Başdanışmanlardan İlnur Çevik şöyle yazdı öreğin: Türkiye bu olayı kullanarak dünyayı Suudilerin başına yıkmak yerine kraliyet ailesine dostluğunu gösterip olayı fazla deşelemeden iyi niyetli adımlar atarak Kral Selman’a yardımcı oluyor. Selman bu yüzden Erdoğan’a teşekkür etti...
Evet ama yaşanan gelişmeler yardımcı olduğu tezini zayıflatıyor. Çünkü sızdırılan tüm o bilgilerle bütün dünyada Suudi Arabistan aleyhine bir kamuoyu oluşuyor. Böylece elimizi güçlendirdiğimiz düşünülüyor muhtemelen. Öte yandan Çevik, yardımcı olurken hangi değerleri gömdüğünü, bekleneceği üzere söylemiyor. Çünkü yardımcı olarak, bir devletin kendi vatandaşını, gelip bizim toprağımızda, belli bir bedel karşılığında pervasızca öldürebileceğini kabul etmiş gibi bir duruma düşüyoruz. Olay hakkında uluslararası kamuoyu oluşmasını sağlayarak bu bedeli artırmaya çalışıyoruz görüntüsü çıkıyor Çevik’in dediği durumdan.

BAĞIMSIZ BİR YARGI VARMIŞ GİBİ YAPMAK AVANTAJLI

Arka planda ne oldu, nasıl pazarlıklar yürütüldü sorularının yöneltildiği bir diğer başlık da ev hapsinin kaldırılmasıyla ABD’ye dönen Rahip Brunson davası. AKP cephesinin ‘kararı bağımsız yargı verdi’ savunusunu ve ‘ABD Brunson yüzünden uygulanan yaptırımları kaldıracak’ propagandasını nasıl değerlendirirsiniz?
Bir kere sadece yaptırımlar kalkıyorsa hiçbir şey almıyor, orijinal duruma dönüyoruz demektir! Brunson salıverilmediği için gelen yaptırımlar, salıverildiği için kalkıyorsa, aradan geçen 3-4 ayda olan Türkiye’ye oldu. AKP çevreleri ‘baskılarla vermedik, tehditlere papuç bırakmadık, hukuki süreç işledi’ falan diyor, ama bu tezin esas olarak şu tarafı sorgulanmalı; Nasıl bir hukuki süreç? Süreçlerin hukukiliğini mümkün kılan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda, son yıllardaki tartışma yaratan yasal-kurumsal düzenlemelerin yanı sıra, bu ilkelere pek de sıcak bakmadığını açıkça belirten bir yönetim anlayışı var. Erdoğan henüz başkanlık yetkilerine sahip değilken, yargının milli iradeye uyumlu olması gerektiğini ifade ederek, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı hususlarında konumunu ifade etmişti. Daha sonra mesela Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarını gayri milli olarak nitelemiş, milliliği hukukun önüne koymuştu. İkincisi, hukuki süreçlerin hukuki bir şekilde yürütülmesinin şartları da tartışılmakta. Gizli tanık uygulamasındaki aksaklıklara, iddianamesiz uzun tutukluluklara, hukuki niteliği tartışmalı iddianame ve kararlara, savunma hakkı zedelenmiş yargılamalara rastlıyoruz. Hukuki süreç doğal akışında sona erdi iddiası bu bağlamda muhtemelen absürd bulunmuştur.  

Brunson davasında ne tür bir pazarlık yürütülmüş olabilir?
Sanırım biz bir şey ya da fazla bir şeyler istedik. ABD belki bir ‘al- ver’e razıydı ama o olmayınca, anlaşma bozuldu ve yaptırımlar geldi. Ya da anlaşma olmadığı için Brunson’u daha önce bırakmamıştık. Bütün bunlara rağmen hukuki bir süreç varmış gibi yapmak biraz durumu kurtarma. Çünkü bağımsız yargı varmış gibi yapmak daha avantajlı. Sorumluluğu da almamış oluyorsunuz.

Muhalefetin Brunson kararında Erdoğan’ı, ülkenin itibarı üzerinden sıkıştırıyor olması için ne söylersiniz? Brunson karşılığında Hakan Atilla veya ABD’deki Gülencilerden biri verilseydi ülke çok mu itibarlı olacaktı?
ABD’de bu tür kararları yargı veriyor. Yürütme, “suçlu cezasının bir kısmını ülkesinde çeksin” vs. dese bile o kadar kolay olmuyor. İtibar meselesine gelince, galiba biz itibarı yanlış yerlerde arıyoruz. Bizi itibarlı kılacak olan şey demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi ilkeleri geçerli kılmamız ve kurumsallaştırmamızdır. Muhalefet de bu alanlarda yeterli bir kavrayış geliştirmediği ve iktidarın paradigmasına hapsolduğu için bu temalar üzerinden yürüyecek bir muhalefet yapmıyor. Böylece, ülkenin geleceği, toplumun huzuru ve refahı açısından kritik temalar, esas meseleler, halkın dikkatine sunulmamış oluyor.

Trump ve Pompeo açıklamalarını yorumlayan AKP’li yazarlara göre ABD ile ilişkiler hızla normalleşecek. Brunson kararı S-400, Menbiç-Suriye, İran gibi temel gerilim konularına etki eder mi?
Hayır. Çünkü Brunson çok küçük bir şey, esas çıkarların çatıştığı durumu değiştirmiyor. Örneğin Suriye’de ABD ile aynı çizgide değiliz. Suriye’de özerk bir Kürt yönetiminin olması sadece bu hükümetin değil, bütün bir devlet pozisyonu açısından problemli. Belki biraz daha rahat konuşacaklar, ABD hala bir büyükelçi atamadı, belki onu atayacaklar ama ben ABD ile çatışma zeminlerinin ortadan kalkacağını düşünmüyorum. Hızlı bir iyileşme falan olmayacak.

BAHÇELİ, ELİNİ YÜKSELTMEK İSTİYOR

Bahçeli’nin grup toplantısında Brunson kararını sert bir dille eleştirmesi şaşırtıcı bulundu. Bu bir tür tepkileri soğurtma taktiği mi? Bahçeli’nin maksadı ne?
Birincisi, karardan şaşkınlık ve tepki duyan tabana bir şey söylemek gerek. Onu yapıyor olabilir ama aynı zamanda ayrı bir parti olarak varlığını gösteriyor olabilir. Çünkü bu ittifak zaman zaman onu gerektiriyor. Mesela hibe edilen uçak meselesinde de bir çıkış yaptı ama sürdürmedi. Böylece biraz kendisinin olmazsa olmazlarını hatırlatıyor, biraz da üstü örtük şekilde AKP’nin kendisine muhtaç olduğunu anımsatıyor olabilir. Çünkü yeni sistemde özellikle de parlamento ve başkanlık seçimlerinde MHP’ye muhtaç. Eleştiriler yönelterek, başka alanlardaki pazarlıklarda elini yükseltmeyi de istiyor olabilir. Af meselesi öyle bir girişim biraz. Erdoğan affa karşı olduğunu ilk günden söylemişti ama buna rağmen MHP af meselesini gündeme soktu. Gündeme sokması bile bir güç gösterisi aslında.

Ancak Erdoğan direniyor görünüyor. ‘Arkadaşlar çalışıyor, vicdanları rahatsız etmeyecek bir hale getirilecek’ dedi. Dolayısıyla MHP’nin arzu ettiği şekilde de olmayacak gibi.
Zaten sadece MHP’nin istediği biçimde çıkması Erdoğan açısından çok zor bir karar olur. Ben de öyle çıkmayacağını düşünüyorum. Ama işte bu gündemi öldürmüyorlar, o önemli. İkincisi, Erdoğan ezelden beri devletin kişilere karşı işlenen suçlarda af yetkisi olmadığını dillendiriyor, bu onun İslami anlayışından kaynaklanıyor da olabilir ama şu kesin; eğer MHP’nin istediği gibi olursa Erdoğan için ciddi bir taviz olur.

MHP İLE BATILI DEMOKRASİ NORMLARINDAN VAZGEÇME KONUSUNDA ANLAYIŞ ORTAKLIĞI VAR

Erdoğan’ın politikalarını sertleşmesindeki esas faktörlerden birinin Bahçeli ile yapılan ittifak olduğu yönündeki yorumlardan hareketle soralım; Erdoğan, MHP baskısıyla mı otoriter bir çizgiye yöneldi ve bunu sürdürüyor? MHP ile ortaklık olmasa başka bir yol mu izleyecekti?
AKP tarz olarak bu sert kutuplaştırıcı pratikleri yapacaktı, daha önce MHP’ye yönelik de yaptı hatırlarsak. Çok sert ve siyasi nezakete de uymayan bir sürü şey söyledi Bahçeli ve MHP’ye. Tarz olarak bir şey değişmeyebilirdi ama buna 7 Haziran üzerinden yanıt verebiliriz. 7 Haziran’da AKP’nin iktidardan uzaklaştığı sonuç çıktıktan sonra AKP içinden “CHP ile koalisyon yapalım, hem kutuplaştırmayı giderir, hem de çözüm sürecine yardımcı olur” falan gibi sözler söyleyenler olmuştu. Orda Erdoğan, eğer bir koalisyon yapılacaksa bunun MHP ile olması gerektiğini söyledi. Dolayısıyla, o çevrelerin açıklamaları pek doğru görünmüyor, belki kendilerinin olmasını istediklerini ifade ediyorlardır. Eğer AKP’yi MHP ile bir koalisyona/ittifaka mecbur bırakan bir konfigürasyon varsa o konfigürasyon 7 Haziran’dan itibaren başlıyor. Ben buradaki MHP tercihinin nedenleri arasında Soğuk Savaş yıllarından kalma bir arka planın da olduğunu düşünüyorum. O da şu, MHP’nin 70’li yıllardaki tutumuna baktığınız zaman şöyle bir şey görüyorsunuz, mesela Batı normlarına dayanan liberal demokrasi komünizme alan açtığı için eleştiriliyor. Oradan kaynaklanan bir anti Batıcılık var. Erdoğan, başkanlık sistemine geçme projesi sürecinde anti-Batıcı bir söylem benimsedi ve demokrasi normlarından uzaklaşmasını biraz bununla kapattı. Çünkü o normlara sahip çıkarak Türk usulü başkanlık getirmeyi düşünemezsiniz. Dolayısıyla Batılı demokrasi normlarından kolayca vazgeçebilme bağlamında geçmişten gelen bir anlayış ortaklık olabileceğini düşünüyorum. 7 Haziran’dan sonra o belirdi.

BAŞARISIZLIKLARIN OTOMATİKMAN MUHALEFETE YARAYACAĞINI BEKLEMEK YANILTICI

Ekonomik kriz, McKinsey, Brunson, Kaşıkçı…  bir yandan süreklileşen bir sorun hali, diğer yanda sorunları karşılama stratejisindeki yalpalamalar. Bir gün “ekonomik kriz yok, bunlar manipülasyon”, ertesi gün “kriz var”.… Zikzakların sıklaşıyor olmasını nasıl değerlendirirsiniz? Tablo, Erdoğan’ın içinde bulunduğu krizin boyutları için ne söylüyor?
Birincisi, gerçekçi bir teşhisi ve tutarlı bir politika önerisi yok artık Erdoğan ve AKP’nin. Bu yalpalamalar bundan kaynaklanıyor. Fakat bunun AKP’ye maliyet üretip üretmeyeceği ayrı bir şey. AKP’nin başarısızlıklarının otomatikman muhalefet lehine desteğe falan dönüşeceğini düşünüyorsak hem siyaset bilimi açısından hata ediyoruz, hem de Erdoğan’ın çıraklıktan gelme usta bir siyasetçi olduğunu görmezden geliyoruz. Yani bu başarısızlıkların kendisi kadar, o başarısızlıklarla ne yapacağınız da önemli. Mesela, o yalpalamaları satabiliyor mu, üstünü kapatabiliyor mu, başka bir yere dikkat çekebiliyor mu? Ve muhalefet bu yalpalamaların önemine işaret edebiliyor mu, anlamını çözebiliyor mu? Böyle şeylere bakarak karar vermemiz gerekiyor. Evet, belki 2013’ten beri AKP iktidarını herhangi bir başarı üzerine kurmuyor. Mesela bir başarısı yokken, büyük dev projelerle Yozgat’taki seçmenden oy alıyor ama proje İstanbul’da. Dolayısıyla önce bu genel çerçevede düşünmemiz gerekiyor. İkincisi, tabii ki çok eşitsiz şartlarda bir yarış var, medyaya erişim, maddi kaynaklar gibi konularda AKP lehine büyük bir fark var. AKP’nin disiplinli örgütü, muhalefetin zayıf örgüt yapısı bu eşitsizliğin bir başka boyutu. Üçüncüsü, tabii ki Türkiye’de baskı giderek artan oranlarda hissediliyor sıradan insanlar tarafından da. Ama belki bu baskı bile, başka alternatif yok anlayışının yerleşmesini kolaylaştırıyor. 

CHP, KENDİ MİRASINA SAHİP ÇIKAMAYAN BİR PARTİ DURUMUNA DÜŞÜRÜLÜYOR

Yine de en başat faktörlerden biri olarak işsizlik ve yoksulluğun büyümesinin, örneğin dev projelerin durdurulmasının etkisi olmayacak mı? Bunların mutlaka bir etkisi olacak ama olması gerekenden az olacağını düşünüyorum o etkinin. Çünkü bu tepkiyi kanalize edecek güven veren bir aktör yok maalesef. AKP böyle bir aktörün ortaya çıkmasını, oluşmasını veya gelişmesini de zorlaştırıyor. İyi Parti çok zor şartlarda kurulabildi. HDP’nn durumu ortada. Ona rağmen 24 Haziran’da belli bir oyun üzerine çıkabildiler. Mesela İş Bankası olayı şöyle de okunabilir; diyelim CHP’nin İstanbul’u kazanma olasılığı yüksek ama şimdi hisselerine el koyduğunda bana göre CHP mirasına sahip çıkamayan bir parti olacak. Bence İş Bankası olayında kaynak yaratma ihtiyacı vs.’den öte bu var. CHP’nin deyim yerindeyse pelteleştirilerek alternatif olmaktan kesinkes çıkarılması, kendi mirasına bile sahip çıkamayan, dolayısıyla ehil olmayan bir parti haline getirilmesine çalışılıyor.

“Sandıktan teröre bulaşmış olanlar çıkarsa anında kayyım tayin edeceğiz” söyleminde olduğu gibi.
Evet, “kayyım atama” sözü de bir güç gösterisi. Bu da alternatifsiz olduğu algısına yardım ediyor olabilir. Çünkü kimin seçilmek için yeterli olduğuna YSK karar veriyor, ama burayı sıfırlamış oluyor. Bütün bunlar “benden başka güç yok” mesajını geçerli kılmaya hizmet ediyor. Şunu da söyleyeyim; Erdoğan kendi şartlarında oynuyor, oyunun kurallarını değiştiriyor ya da oyunun kendisini değiştiriyor ve muhalefet bunu idrak edene kadar o çoktan hazırlığını yapmış oluyor. Şu anda yerel seçimle ilgili ne yapıyor düşünmek lazım. Çünkü 24 Haziran’dan hemen sonra çalışmaya başladı. İşte muhtarları görevden alıyor vs.

CHP’nin yerel seçim stratejisini nasıl izliyorsunuz?
CHP’nin iyi kötü kendisine siyasi bir kimlik tanımlaması ve bunu yaymaya, kurumsallaştırmaya çalışması lazım. Yoksa yalpalıyor, oportünist davranıyor, AKP’nin paradigmasına, diline teslim oluyor. “En büyük yerli ve milli biziz” diyor örneğin. Herkes yerli ve milli bu memlekette, böyle bir şey olabilir mi? Bence en büyük handikabı bu.

REİSCİLER ŞUNA BAKACAK; BİZE BAŞKA BİR KAPI VAR MI?

Basınç/baskı üreten faktörlerin artmasının parti içine yansımaları için nasıl bir gözleminiz var? Brunson veya McKinsey kararında olduğu gibi sergilenen pratiklerin savunmayı güçleştirmesi, AKP’li kimi yazarların daha açıktan eleştiriler yöneltiyor olması ve ekonomik rantın azalmasından duyulan endişelerin, reisciler arasındaki krizi derinleştirdiği görüşlerine katılır mısınız?
Reiscilerin krizi yok bence. Reisciler için reis olduğu sürece sorun yok. Nasıl olsa reis hallediyor. İşten çıkarmalar, işsizlik, pahalılık, ifaslar vs’ler tabii ki huzursuzluk yaratıyor ama bunlar şuna bakacak; bize başka bir kapı var mı? MÜSİAD vs başka bir kapı olmadığını düşündükçe en azından açıktan muhalefet etmeyecekler. Hoşnutsuz olacaklar, belki sandığı da gitmeyecek bir kısmı ama en fazla kenarda durabilirler. Edindiğim izlenim böyle. Tabii burada şunu da hatırlatmamız lazım başarısızlıkları gittikçe artan bu kapıdan vazgeçilmeden alternatifinin oluşması imkansız hale gelmiş de olabilir. Burada seçmenin kendi kaderinin kendi elinde olduğunu, geleceği kendi tercihleriyle yine kendisinin kurabileceğini hatırlaması beklenir. Ama bu özneleşme olasılığının önü de ekonomik tehdit, olağanüstü hal, dünyaya meydan okuma gibi itici ve çekici vesilelerle kapatılıyor olabilir.  

ÖNCEKİ HABER

İsveç’te sosyal demokratlar, iş güvenliğinden taviz vermeye hazır!

SONRAKİ HABER

‘Kamçılanma Mesafesi’ndeki kadınlar konuşuldu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...