20 Ekim 2018 00:39

Akkoza Mensucat işçileri: Kayyımın da patrondan farkı yok

Kayyım tarafından yönetilen Antep'teki Akkoza Mensucat işçileri, yaşadıkları sorunları anlattı.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Mehmet TÜRKMEN
Antep

Antep’in en eski tekstil fabrikası olan Akkoza Mensucat’tan işçilerle, fabrikadaki çalışma koşulları ve krizin etkilerini konuştuk. Şu an kayyım tarafından yönetilen Akkoza’da işçiler, “Artık fabrika devletin oldu, biz de bir yerde devlet işçisi sayılırız diye düşünüyorduk ama yanılmışız. Kayyım da patron da aynı” diyor. İşçiler krizin işçilere etkisi için ise “İşçi burnundan soluyor kardeşim! Bu böyle gitmez, mutlaka bir yerde patlak verecek” diyor.

Daha önce yüzlerce işçinin çalıştığı, son yıllarda kapanan bölümlerden sonra işçi sayısının yüz kişinin altına düştüğü Akkoza, iki yıldır kayyıma devredilmiş durumda. Akkoza Mensucat, ‘FETÖ’cü oldukları gerekçesiyle tüm mal varlıklarına el konulan ve fabrikalarına kayyım atanan, Naksan Holding’in de sahipleri olan Nakıboğlu ailesine ait.

Kayyım yönetimine geçen fabrikada, ilk zamanlar işçiler fabrikanın kapanıp işsiz kalacakları kaygısı yaşamışlar. Fabrika kayyım yönetiminde faaliyete devam edince de “Artık fabrika devletin oldu, biz de bir yerde devlet işçisi sayılırız” diye düşünerek, kayyım yönetiminde işyerinde yasal haklarının korunacağı ve daha önce maruz kaldıkları hak gasplarının ve kuralsızlıkların artık yaşanmayacağı beklentisine girmişler. Ancak bu beklentilerinin hayal kırıklığına dönüşmesi ve kayyım yönetiminin de, hak-hukuk tanımayan önceki patrondan farklı olmadığını anlamaları çok uzun sürmemiş.

‘DEVLETİN İŞÇİSİ SAYILIRIZ’ DEDİK AMA...

12 yıldır Akkoza’da çalışan ve işten atılma kaygısından dolayı adını saklı tuttuğumuz bir işçi, yasal tatil günü olan pazar günleri mesaiye gelmeyen işçilere yapılan baskıyı şöyle anlatıyor: “Mesaiye gelmek zorunlu değil ama ona rağmen zorunlu tutuyorlar. Gelmeyince pazartesi içeri almıyorlar. Diyelim ki pazartesi gece vardiyasına geldin, içeri alınmıyorsun ve ‘Diğer gün gelip müdürle konuşman lazım’ diyerek eve gönderiyorlar. Sanki suç işlemiş gibi, hem o gün çalışmadığımız için ücretimiz kesiliyor, hem suçlu gibi müdüre çıkıp hesap veriyoruz. İşçi de çaresiz olduğu için mecburen katlanıyor bu haksızlığa.”

Kayyımdan önce de bu tür haksızlıkların olduğunu hatırlatan aynı işçi, kayyım ne de olsa devletin atadığı bir yönetimdir diye, aynı haksızlıkların artık olmayacağını düşündüklerini belirterek, “Devlet yönetiyor bir yerde, o yüzden en azından yasal haklarımız korunur, böyle haksızlıklar artık olmaz diye düşünmüştük ama nerede! Bizi köle gibi gören, her türlü hakkımızı gasbeden patronun yaptığı uygulamaların aynısını şimdi kayyım da yapıyor. Kayyımın gözünde de, devletin gözünde de, patronun gözünde de işçi aynı. Onlar da bizi köle gibi görüyor anlayacağın” diyerek tepkisini dile getiriyor.

‘İŞÇİNİN BİR KARTON BARDAK KADAR DEĞERİ YOK’

Akkoza’da 5 yıldır çalıştığını söyleyen bir başka işçi de, kayyıma devredilen fabrikada, genel müdür ve diğer yöneticilerin aynı kişiler olduğunu, işçiye karşı davranışlarının da eskisinden farklı olmadığını söylüyor.

Fabrikada işçinin bir karton bardak kadar bile değeri olmadığını, çay içmek için verilen bardağı su içmek için de kullandıklarını, yemekte ayran olduğunda yine aynı bardağı kullanmak zorunda olduklarını anlatan işçi, sırf buna karşı çıktıkları ve ayrı bardak kullandıkları için fabrikada işçilere artık çay verilmediğini aktarıyor. Aynı işçi, fabrikadaki çalışma koşullarıyla ilgili şunları anlatıyor: “Fabrikada bir sağlıkçı var, güya görevi işçilerin sağlıklı koşullarda çalışmasını sağlamak. Ama bu sağlık görevlisi, işçilerin gözü önünde kendine özel yemek menüsü hazırlarken, işçinin aldığı iki kaşık tabldot yemekle birlikte verilen bir parça yeşil biberin yanında bir parça daha biber almak istediğinde bile müdahale ediyor. Temiz bardakta çay ve su içmemize bile izin vermiyor. Çünkü ne sağlıkçının ne de fabrika yönetiminin gözünde biz insan değiliz.”

‘AHA SANA KRİZ FATURASI!’

İşçilere, son aylarda ülkede yaşanan ekonomik kriz koşullarının hayatlarına nasıl yansıdığını soruyoruz. 4 yıllık başka bir işçi, sorduğumuz soruya, cebinden çıkardığı küçük bir not defterine yazdığı hesap dökümünü göstererek, “Aha sana krizin faturası!” diye cevap veriyor. Defterde, bir tarafa 2 bin 300 lira olan aylık ücret gelirini, diğer tarafa ise bu ay karşılaması gereken zorunlu ihtiyaçları, ödemesi gereken borç ve faturaları yazmış. Kalem kalem okuduğu listede yapılacak ödemelerin toplamı 2 bin 500 lirayı aşıyor. Yani aylık gelirinden 200 lira daha fazla. Üstelik ev kira değil. Yanındaki diğer işçi arkadaşları göstererek, “Hadi yine ben kiracı değilim en azından, bu adamlar kiracı, ya bu adamlar ne yapsın?” diye soruyor ve şöyle devam ediyor: “Bu listeye bak bakalım, içinde bir tane zorunlu olmayan, lüzumsuz bir harcama var mı? Salça parası, kömür taksiti, su, elektrik, telefon, hanımın ilaçları, everdiğimiz çocuğumuzun eşya taksiti, bir aylık market ve pazar harcaması…”

“Peki bu giderlerle gelirin arasındaki farkı nasıl kapatıyorsun” diye sorduğumuzda, “Tabi ki borçlanarak, kredi kartına yüklenerek” diye yanıt veriyor. Aynı işyerinde çalışan ve kirada oturduğunu söyleyen başka bir işçi ise yaşanan son ekonomik krizin kendilerini nasıl etkilediğini şu sözlerle anlatıyor: “Bu dolar yükselip, her şeye zam gelmeden önce de biz perişandık zaten. Üç ay öncesine kadar da ben yarı aç yarı tok, ucu ucuna anca geçiniyordum. Bir kuruş para arttırmadığımız gibi, üstüne hep borçla, çoluk çocuğumuzun ihtiyaçlarını kısarak, boğazımızdan kısarak zar zor geçiniyorduk. E şimdi üstüne bir de her şeye yüzde elli zam geldi. Cebimizdeki paranın yarısı buhar oldu. Şimdi ne durumda olduğumuzu var sen hesap et artık. İşçi burnundan soluyor kardeşim! Bu böyle gitmez, mutlaka bir yerde patlak verecek.”

ÖNCEKİ HABER

Yeni Türkiye’de Petrokimya SOCAR’ın tekeline geçti

SONRAKİ HABER

Hacettepe’de temizlik işçileri baskılardan şikayetçi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...