22 Eylül 2018 23:21

Birlikte türkü söylemek isteyenlere kim engel olabilir ki?

Ayşegül Tözeren, 1985’te hayatını kaybeden Ruhi Su’ya mektup yazdı: 1975’te Dostlar Korosunu kurmuşsunuz. Koro belki sizin toplum hayalinizdi.

Paylaş

Ayşegül TÖZEREN

Canım Ruhi Su,

Sizin yaşamınıza, sanat anlayışınıza ilişkin bir yazı yazmayı beceremedim, çünkü yazmaya uğraşırken sizinle konuştuğumu fark ettim ve bu mektuba başladım. Eminim, karşımda olsanız, pek sevdiğiniz hitap olan canıma ismimi ekler, “Canım Ayşegül, gel konuşalım” derdiniz engin bir alçak gönüllülükle… Neden son günlerde sizin yaşamınızı ezberden, soluksuz anlatma hastalığına düştüm, ondan başlayayım.

İnsanlar, keskin toplumsal virajlarda, savruluyor, düşecek gibi oluyor, hatta düşüyor, acı içinde kalıyor, ne düştüğü yeri, ne kalkmayı bilebiliyor. Siz her düşürülmek için itildiğinizde, ayağa kalkmayı başarabilmişsiniz. Belki bir gün gelecek sizin azminiz, lise kitaplarında öğrencilere örnek olarak okutulacak. Müstehzi müstehzi gülümsüyorsunuz, neden canım, olamaz mı? Size sizi anlatmak saçma görünebilir, ama anlatacağım. Bir de sizi sizden on yıllar sonra doğmuş birinin ağzından dinleyin…

1912 yılında Van’da doğmuşsunuz. İçimden Yaşar Kemal gibi, diye geçiriyorum. Yalnız siz annenizi, babanızı hiç bilmemişsiniz, ‘Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardan biriyim,’ dermişsiniz. Savaşlar, yaşam sizi öncesiz bırakmış, ama siz buna bir yanıt geliştirebilmişsiniz. Siz de sanatta, müzikte öncesiz olmuşsunuz. Halk müziğini, türküleri, klasik nota bilgisiyle, opera eğitimi almış basbariton sesinizle okuyup, dağların eteklerinde bir söylence gibi kalmış olanları derleyip, kentle buluşturmuşsunuz… Türküleri bir koro kurup, çok sesli söylemişsiniz…

‘ASLINDA YENİLGİ YENİLGİ İLERLEMİŞSİNİZ’

Öncülü olmayan bir sanatçı olarak, ufku olmayanların da sanat dünyasında olabildiği bir yerde “Operacı gibi türkü söylenir mi” sorularına muhatap olmuşsunuz. Bertolt Brecht, duysa soruyu, kahkaha atardı. Canım Ayşegül, nereden çıktı şimdi Brecht diyebilirsiniz. Hayır, onun da sizin gibi dünya görüşünden dolayı karşılaştığı zulümden, bir ilişki kurmayacağım. Brecht, klasikleşmiş Batı tiyatrosundaki gerçeğin taklidine dayalı yansıtmacı tekniğin dışına çıkarak, yadırgatma yöntemini yaratmıştır. Yani, sahnede bir tiyatronun oynandığı bellidir, izleyeni hep bu duygu uyanık tutar. Siz de türküleri, duyduğunuz ağızdan söylememişsiniz, evet tam da bir opera sanatçısı gibi söylemişsiniz. Belki, dinleyenleri böylesine kalbinden vuran da, olumsuz gibi görünen yadırgama duygusundan sonra duydukları büyü bozumudur. Eğlence aygıtı olarak dinlemeye alıştıkları türkülerin, bir anda topluma, insana ilişkin keskin bir bakış, hatta eleştiri de taşıdığını fark etmelerini sağlamışsınız. Sonra, aman kimseler duymasın, türkülerin, bir marş kadar politik olabildiğini görmüşler. Türkü yakanların devrimci yanlarını belki de…

Ah, nerede kalmıştık!.. Siz, Van’dan Adana’ya geldiğinizde çok küçükmüşsünüz. Yolunuz ne kadar çok Yaşar Kemal’e benziyor. O da Van’dan Çukurova’ya… O da halkın ağzındaki ağıtları, söylenceleri dinliyor Toroslarda ve batılı bir tür olan, romanın olanaklarıyla, hiçbir zaman o söylenceleri bir dağın eteğinde dinleyemeyecek olan okurla buluşturuyor.

Adana’da yoksul bir ailenin yanına verilmişsiniz, çobanlık yapıyor, yaparken de türkü söylüyormuşsunuz. O günlerde Adana İngiliz ve Fransızların işgaline uğramış ve kaç kaç günleri başlamış. Siz göç yolunda daha çok türkü öğrenmişsiniz ve bir komşunuzun aracılığıyla öksüzler yurduna yazdırılmışsınız. Orada oyun diye bir şey olduğunu keşfetmişsiniz, bir öğretmen de sizin büyük yeteneğinizi… 10 yaşında keman çalmaya başlamışsınız. O yıllarda Ankara’da müzik öğretmen okulu kurulmuş. Sınavına girip, geçmenize rağmen, sınavı geçemeyen arkadaşınıza hakkınızı vermişsiniz. Çünkü öksüzlük nedir bilirmişsiniz, öksüzler yurdundan atılıp yapayalnız kalmayı da… Hakkınızı arkadaşınıza vermeseniz, o atılacak. Bir dahaki sene girmiş, yine sınavı kazanmışsınız. Ancak bir yasa çıkmış, askeri okula gönderilmişsiniz. İstanbul Halıcıoğlu Askeri Lisesinde ağabeyleriniz “Hadi Ruhi çal”dediğinde hemen kemanınıza yönelirmişsiniz. Okul komutanı keman çaldığınızı görmüş ve kemanı kırmış. Keman sizin değilmiş, komutan sonra enstrümanın parasını vermek istemişse de, bunu da kabul etmemişsiniz. Birlikte askeri okula girdiğiniz arkadaşınızla bir de isimleriniz küçümsenmiş. Siz, Mehmet, o Suphi. Orada ikinci isimleri almışsınız, artık o Suphi Nejat olmuştur, siz Mehmet Ruhi… Müzik okuluna gitme düşüncesi hiç sizi bırakmamış, askeri okuldan kaçmış, yakalanmış, geri gönderilmişsiniz, yalvar yakar askerlik yapamaz raporu almışsınız hekimden, bu kez müzik okulunda tadilat var, yeni öğrenci olamaz, demişler, yine Adana Öksüzler Yurdu’na gönderilmişsiniz. Her düştüğünüzde, tekrar kalkarmış, aslında yenilgi yenilgi ilerlemişsiniz.

‘ARKADAŞLARINIZ PASPASTAN SAZ YAPMIŞ, YİNE TÜRKÜ SÖYLEMİŞSİNİZ’

Adana’da bir sinema varmış, sessiz sinema… Sessiz sinema orkestrasındaki Avusturyalı Ervix aracılığıyla Adana Öğretmen Okuluna girmişsiniz. Ardından da sağlıkçı olan ilk eşiniz Ankara’ya tayin olmuş, siz de konçerto, armoni gibi sözcükleri hiç bilmemenize rağmen müzik okuluna giriş sınavını kazanmışsınız. Sonra müzik serüveniniz, operaya kadar uzanmış. Uzun yıllar operetlerde, gümbür gümbür sesiniz yansımış. Ama geniş kitlelere asıl adınızı duyuran, radyoda yaptığınız “Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” programı olmuş. Yalnız radyoda da “Gelin canlar bir olalım” gibi Pir Sultan Abdal’dan, Ali İzzet’ten “sakıncalı” Alevi nefesleri söyleyince ayrılmak zorunda kalmışsınız. Sizin türküleriniz dışında ilk kez sesinizi BBC arşivindeki röportajınızdan dinlenmiştim, bu ayrılma hikayelerini de anlatıyordunuz. Basbariton deyince, konuşurken de yüksek ton sürer, diye düşünmüştüm. Oysa siz kusursuz bir diksiyonla, öylesine usul usul konuşuyordunuz ki… İlhan Berk, “Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün” der, sizin de cumhuriyetin ilk günleri gibiydi sesiniz…

Sonra Sansaryan Han’daki işkencelere uzanan Türkiye Komünist Partisi soruşturmaları, hapishane günleri… O günlerde aşk bir kez daha kapınızı çalmış, hapiste Sıdıka hanımla evlenmişsiniz, ona nikah armağanı olarak da bir kitap vermişsiniz. Kitap ne, bilmiyorum, merak ediyorum. Hapse atılınca da pes etmemişsiniz, sazınız verilmemiş, arkadaşlarınız size paspastan saz yapmış, yine türkü söylemişsiniz. Seksenlerde hastalandığınızda, zaten, doktora şöyle demişsiniz: “Türkü söylemezsem, ben ölürüm.”

‘DOSTLAR KOROSU SİZİN TOPLUM HAYALİNİZDİ’

Hapisten çıktıktan sonra işsizlik yılları, hazırladığınız kitaplara adınız yerine başkalarının adının yazılması, arkadaşlarınızın sizinle konuşmaya çekinmesi, geniş halk kitlelerinin büyük sevgisi, Ruhi Su isminin destanlaşması… Hepsi bir aradaymış. Siz yine durmamışsınız, korolar kurmaya başlamışsınız. 1975’te de Dostlar Korosunu kurmuşsunuz. O koro belki de sizin toplum hayalinizdi. Koro eşit sayıda kadın ve erkekten, Rumlardan, Ermenilerden, Türklerden, Kürtlerden, özce ülkenin bütün renklerinden oluşuyormuş. Bütün seslerinden… Bir öğrenciniz açık tenormuş ve her türküde sesi iyot gibi açığa çıkıyormuş. Siz onu korodan çıkarmak yerine, ona özel nota yazarmışsınız…

Sesiniz kadar büyük olan yüreğiniz karşısında, aciz kalan iktidarlar pasaportunuza el koymuşlar, hastalandığınızda, ülke dışında tedavi olmanıza engel olmuşlar. 20 Eylül 1985’de ölümsüzlüğe doğru yürümüşsünüz.Uğurlanma töreniniz 12 Eylül Dönemi’nin ilk büyük kitle gösterisi haline dönüşmüş. Eminim görüyorsunuzdur, derlediğiniz türküler yaşıyor, cezaevi önlerinde tutulan nöbetlerde kaç kez “Zahit Bizi Tan Eyleme” söylenmiştir kim bilir, “Birlikte türkü söylemek isteyenlere kim engel olabilir ki, Canım Ruhi Su?

ÖNCEKİ HABER

Devleti tanımak!

SONRAKİ HABER

Erdoğan’ın Almanya ziyareti öncesinde DİTİB mercek altında

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...