21 Eylül 2018 23:35

AB liderleri Salzburg’da emperyalist pazar payları için buluştular

Avrupa Birliği liderlerinin toplantısında gündem göçmenler ve Brexit idi. Almanya ise istihbarat teşkilatından alanan Maassen'in terfisini tartışıyor.

Fotoğraf: Aşkın Kıyağan/AA

Paylaş

Avrupa Birliği’nin (AB) devlet başkanları geçtiğimiz 19 ve 20 Eylül tarihlerinde Avusturya’nın Salzburg kentinde bir kez daha bir araya geldiler. Ana gündem göçmen ve İngiltere’nin Brexiti idi. Göçmenlik konusunda ortak yapılacaklar konusunda AB ülkeleri tamamen parçalanmış ve ortak bir tavır sergileyemiyor, fakat İngiltere’nin birlikten çıkışı konusunda geniş bir birlik sağlanmış durumda. Fransa’dan çevirdiğimiz makale bu konuda yürütülen müzakerelerin neden ilerleyemediği ve tarafların tavırlarına dikkat çekiyor. Fakat aslında meselenin özü AB’nin büyük emperyalist güçlerinin kendi pazarları ve pazar alanları için yaptıkları kavga rekabetinden başka bir şey değildir.

İngiltere’nin gündemini bu hafta ekonomik kriz belirtileri ve Brexit oluşturuyordu. Güvencesiz ve az ücretle çalışmaya zorlanan işçiler, kredi batağında çırpınıyorlar. Brexit referandumu ise toplumu iyiden iyiye kızıştırmakta. Counterfire yazısında, Brexit olacaksa da demokratik taleplerde ısrarcı olunması ve bunun da o kadar zor olmadığını anlatıyor.

Almanya’da ise Chemnitz’teki aşırı sağcı gösterilerle ilgili ırkçıları koruyan açıklamaları nedeniyle Anayasayı Koruma Teşkilatı başkanlığından alınan Hans-Georg Maassen’in Maassen’ın, İçişleri Bakanlığı’nda iç ve dijital güvenlikten sorumlu müsteşar yapılması büyük tepki yarattı. Daha önce de NSU davası, ırkçı AfD partisine yakınlığı ile tartışma yaratan Maassen’ın maaşı arttırılarak terfi ettirilmesine sosyal demokrat parti SPD’nin verdiği onay ise haklı olarak; “Bu parti nereye gidiyor?” sorusunu gündeme getirdi. 


AB VE LONDRA, SERT BİR BOŞANMA RİSKİ VAR

Jean Quatremer / Libération

29 Mart 2019, Londra saatiyle saat 23’de Birleşik Krallık AB’den çıkacak. İşte İngiltere’nin Brexit’ine dair bildiğimiz sadece budur, zira artık değiştirilmesi çok zor olan bir yasa bu tarihi açıkça belirtiliyor. Diğer şeyler konusunda ise, 23 Haziran 2016 Referandumundan iki yıl, resmi müzakerelerin başlamasından bir buçuk yıl sonra İngiltere tarafında hala bir muğlaklık söz konusu. Büyük bir AB ülkesinin bir diplomatı “yurttaşların hakları ya da çıkış faturası konuları kararlaştırılmış olsa bile, bunun dışındaki tüm meseleler daha başlangıç noktasından hiç ilerleyemedi” diye belirtiyor. “İç pazar ve iki İrlanda’nın gümrüğü gibi temel sorunlar hala hallolmadı ve bir kaza sonucu “no deal” (anlaşamama) sonucunun çıkması giderek daha fazla mümkün gibi görünüyor, fakat böylesi bir durum İngiltere için, fakat aynı şey AB içinde geçerli, bir felaket olur”, zira tüm ilişkiler birdenbire kesilmek zorunda kalır. Bir sürpriz olmadığı koşullarda çarşamba günü Salzburg’da başlayan zirvede bu konularda bir ilerlemenin çıkması beklenmiyor.

Fakat zaman dönüyor ve giderek de hızlanıyor. Söz konusu diplomata göre “eğer 15 Kasım’dan önce bir anlaşmaya varılmazsa, 29 Mart’tan önce onaylanması gereken yasalar göz önünde bulunursa, hükümet zamanında hazır olamaz”.  Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, zorlamayla da olsa bir anlaşmaya varabilmek için şimdiden Kasım başında bir zirve planlıyor. (Müzakerelerdeki) temel sorun İngiltere, gidenin kendisinin olduğunu hala anlamamış olmasıdır. Bir Fransız diplomat bu durumu “başından beri sanki AB Londra’yı terk ediyor gibi bir hava içindeler” diye özetliyor. Oysaki başından beri 27’ler (AB) oyun kurallarını açıktan belirtiler: İngiltere’nin Brexit’ten önceki durumuyla aynı durumda bulunması ya da zorunlulukları yerine getirmeden ortak pazar ve gümrük birliğinin avantajlarından faydalanması imkânsızdır. Oysaki Başbakan Theresa May AB üyelerine “bir çaba yapmaları” çağrısında bulunduğunda aslında bundan başka bir şey istemiyor. Yüksek bir memur bu durumu “iki yıldır İngilizler kendi kurallarımızla bağdaşmayan önerilerden başka bir teklifte bulunmadılar” diye özetliyor. AB açısından, serbest meta, sermaye ve hizmet dolaşımını kabul edip, insan dolaşımını engellemeyi kabul ederek iç pazarı param parça etmek kesinlikle mümkün değildir. Keza, Londra’nın teklif ettiği gibi ortak kuralların dayattığı normlara uymadan metaların tüm pazara ulaşabilmesi de kabul edilemez. Aynı şey ortak gümrük birliği için de geçerlidir, zira İngiltere, İrlanda gümrük sorununu çözmek için hem gümrük birliğinde kalmayı ve hem de diğer ülkeler ile serbestçe ticari anlaşmalar imzalaya bilmeyi talep ediyor. Bir diplomat “tüm İngiliz önerileri şu andaki duruma göre daha fazla avantaj sağlıyor onlara” diye özetliyor durumu. May açısından sorun 27’ler hemen hemen tüm konularda bölünmüş olmalarına rağmen Brexit konusunda tam bir birlik içinde olmalarıdır. Hiç kimse en ufak bir taviz bile vermek istemiyor, bunun nedeni bir yandan aslında o kadar da felaket bir durum olmayan çıkmaya eğilim gösterenleri “caydırmak”, diğer yandan ise rekabette İngiltere’ye bir avantaj vermek istenmemesidir.

Bir diplomata göre “iki basit çözüm vardı fakat İngiliz hükümeti bunları hemen başından ret etti. Ya Norveç modeli, yani tüm kurallara uyarak tüm iç pazara girmek, ya da klasik bir serbest dolaşım anlaşması”. İşte bundan dolayı müzakerelerde bugün çıkışı görünmeyen bir durumdayız. Fransa temkinli yaklaşarak sözleşme sağlanmadan çıkış yaşandığı durumda, ani bir çıkışın doğuracağı olumsuz etkileri sınırlandırmak için (AB) Parlamentoya kararname çıkartma hakkı veren bir yasa önerisinde bulunacak. Dolayısıyla birdenbire İngiliz şirketleri AB içinde faaliyette bulunamayacaklar, İngiliz uçakları Avrupa hava sahasını kullanamayacak, gümrük kontrolleri tekrar yerleştirilecek vs... İngiltere’nin hızla gittiği uçurum işte budur.

Çeviren: Deniz Uztopal


KAPIMIZDAKİ YENİ EKONOMİK KRİZ

Lindsey German/Counterfire

Ekonomik krizin neden olduğu düşüş, kemer sıkma ve banka kurtarma paketlerinden tam on yıl sonra bazı iktisatçılar bir sonraki krizin halihazırda başlamış olduğunu öngörüyor. Birçoğumuz bir öncekinden beri pek bir gelişme göremedik. Ücretler gerçek anlamda düşük ve bireysel borç en yüksek seviyelerde. Alt gelirlilerin gerçek bir sefaletle yüzleştiği İngiltere´de eşitsizlik büyümekte. Çocuklar, ebeveynlerin onlara okul dönemindeki gibi yiyecekler sunamadığı için yaz boyu aç kalıyorlar.

İstihdam rekor seviyelerde fakat bunun çoğu güvencesiz ve yarı zamanlı istihdam.En yoksullar, hastalık ve engellerle en az mücadele edebilenler ve halihazırda bakım sorumluluğu olanlar çalışmaya zorlanıyor çünkü yardım paraları onlardan pek çok durumda esirgeniyor. Bu, özellikle yoksullaşan işçi sınıfını ve kadınları etkiliyor.

Daha büyük bir kriz tahmininin başlıca sebebi ise dünya gayri safi yurtiçi hasılasından üç kat daha büyük astronomik düzeyde borçlanma.Bu demek oluyor ki bu borç asla ödenemeyecek. İşçilerin özellikle Marx’ın deyimiyle yeniden imal etme maliyetlerin ödeyebilecek bir ücretleri olmadığı için borçlandıkları biliniyor ve insanların yiyecek veya okul üniforması almak üzere maaş gününe kadarki açıklarını kapatmak için de borçlandıklarının kanıtları mevcut.

Şirket ve kurumlar da düşük faizlerle yüksek krediler çekmeye teşvik ediliyorlar. Faizler yükseldiği zaman birçoğu borçlarını ödeyemeyecek. Bu başlı başına Türkiye ve Arjantin gibi gelişmekte olan ekonomilerde iktisadi krizlere neden olmuştur.

Bu patlamaya hazır bir durum ve öyle de olmalı, çünkü bu durum hem şimdiki kapitalist modelin dağıtım sorununu hem de daha büyük bir sefaletin gelişini bildiriyor. İlginç olan şu ki işçilere yapılan saldırılar karşısında verilen tepki pek çok ülkede vasat düzeyde kalıyor. İngiltere’de ise çok fazla sayıda insanın istihdam edilmiş olmasına karşın bu durum ücretler üzerinde daha fazla greve yol açmıyor ve endüstriyel eylemler felaket derecede az.

Bunun yerine genişleyen işgücünün duraklayan ya da düşen ücretler eşliğinde var olduğu bir durum içerisindeyiz. Bunun pek çok açıklaması var: Sendikaların zayıflaması ve karşılarındaki yasal kısıtlamalar, işverenle takışıldığı takdirde işi kaybetme korkusu ve daha çok çalışmanın tehlikeli doğası, refah devletine yapılan saldırılar, ve ücretleri düşük tutmaya yarayan yedek işgücü ordusu (hastalar engelliler ve bakım sorumluluğu olan yalnız anneler gibi).

Sendikalar kendi güçlerini sağlamlaştırmak ve endüstriyel üretimi teşvik etmek için özellikle tehlikeli sektörlerde ama aynı zamanda tüm endüstride daha fazlasını yapabilirler. McDonalds ve TGI Fridays’de küçük ama önemli eylemler gördük fakat bunların tüm hareket için birer meşhur dava olması gerekmekte. Sendikaların mücadele başlatma potansiyeli var ama bu durum onların var olan zenginliklerine, militan geçmişi olan eski üyelerine veya sembolik eylemlere dayanmamaları anlamına geliyor.

Geçtiğimiz otuz yıl zenginliğin toplumda bölüşümündeki -gittikçe daha azı işçilere ve çok daha fazlası işverenlere ve zenginlere- muazzam kaymasını temsil etmişti. Bu, bu şekilde devam edemez ve bizim tarafımız bir sonraki kriz vurmadan önce organize olmaya başlamak zorunda.

Çeviren: Cansu Güneş İspir


DOĞRU SONUÇ ÇIKANA KADAR OY VERİN

Lindsey German/Counterfire

Böyle yapmamanın bir yolu, Brexit’in ikinci referandumu için kampanya vakti ayırmamak. Parti konferansların olduğu dönem bu kampanyanın tam kapasite ile çalıştığını gösterir ve size, güvenip de beraber köşe başındaki dükkana bile gitmemeniz gereken insanlar tarafından sunulur. İkinci referandumun arkasındaki tüm sebep zeki ve bilgilendirilmiş insanlar kalmaya yanlısı oy verirken, ırkçı ve cahil daha iyisini bilmeyen yığınların ayrılmaya oy verdiğini düşüncesi.

Böyle bir referandum tam olarak neyi başarabilir?

Sonucun farklı olacağı bile kesin değil. Sonuç aynı kalsa bile bu ancak bu dünyanın sürekli intikam ilan eden Boris Johnson ve Nigel Farage’larını cesaretlendirecek. Eğer kalmak için az bir oy olursa bu kez de daha fazla oy için kargaşa çıkacak. Referandum düzenlemesi bile orijinal kararı bir ihanet olarak nitelendirebilecek olan aşırı sağı güçlendirebilir. Soldan kimse buna düşmemeli. Bunun yerine AB vatandaşlarını, AB içinden dışından girişi, işçi haklarını (bugüne göre iyileştirerek) garanti altına alacak, kamusal mülkiyeti genişletecek, istihdama, konutlara ve altyapıya  yatırım yapacak  bir Brexit´i talep etmeliyiz.  Bu gerçekten o kadar da zor değil.

Çeviren: Cansu Güneş İspir


KARAR VER VE ADIM AT! SOSYAL DEMOKRATLAR SAĞIN GÜÇLENMESİNİ SAĞLIYOR

Michael Jaeger/Freitag

Anayasayı Koruma Teşkilatı Başkanı Hans-Georg Maaßen’ın azledilmesi gerekir mi sorusunun yerini, “Bu sorun büyük koalisyonun yıkılmasına yol açacak değerde mi?” aldı.  Bazı CDU’lu politikacılar SPD’lilerin ‚halka karşı sorumluluk nedeniyle ikinci soruya öncelik vermesi gerektiği uyarısında bulunuyorlar. Onlara göre Maassen aslında mükemmel görev yapan ancak ağzından birkaç talihsiz söz çıkan biri. Buradan bir devlet skandalı çıkarmanın hiçbir anlamı yok!

Halbuki zaten Maassen’ın söyledikleri devlet skandalı. Devlet kurumlarının koordineli değil, keyfi şekilde, birbirini hedef alarak hareket ettiklerini gösteren bir örnek. Anayasayı Koruma Teşkilatı, Başbakanlık Dairesi’ne karşı çıkıyor, Merkel’in söylediklerini çürütüyor. Koalisyon içinde Başbakan Angela Merkel’i güçsüzleştirmek için çaba harcadığı bilinen İçişleri Bakanı Seehofer, Maassen’ı korumasına aldı. Bundan SPD’nin rahatsız olması gerekmez miydi? En fazla da Merkel’in? Ama SPD, bu nedenle koalisyondan ayrılmanın gerekmeyeceğini düşündü. Bazı SPD’li politikacılar Maassen’e bu denli değer vermenin anlamsız olduğunu bile dile getirdiler.

Maassen skandalında bulunan çözüm İçişleri Bakanı’nın zaferi anlamına geliyor. Adam Anayasayı Koruma Teşkilatı başkanlığından alındı ama teşkilatı da denetleyen bir göreve, İçişleri Bakanlığı iç ve dijital güvenlikten sorumlu müsteşarlığına getirildi. Koalisyon, SPD’nin de desteğiyle Maassen’ı azletmek yerine maaşını arttırarak terfi ettirilmesi konusunda anlaştı.

SPD, giderek sağa kaydığının farkında değil galiba. Bir sene önceki SPD’yi hatırlayalım: Partinin federal seçimler sırasındaki davranışı öfke yaratmıştı. Parti başkanı Martin Schulz, Gerhard Schröder öncesi sosyal politikaya dönülmesi halinde başbakan olabileceği sinyallerini almasına rağmen duymazlıktan geldi. Sonra birden bire Almanya için Alternatif  Partisini (AfD) güçlendireceği için CDU ve CSU ile büyük koalisyona, girilmeyeceğini açıkladı. SPD antifaşist bir partiydi ve aşırı sağın güçlenmesine izin veremezdi. Buna rağmen CDU/CSU/SPD büyük koalisyonu kuruldu. Madem büyük koalisyona girildi SPD’nin ülkenin daha da sağa kaymasını engelleyecek bir pozisyon alması gerekmez miydi? Tam tersi, karşı çıkması için birçok mantıklı neden olmasına rağmen CSU’nun elindeki İçişleri Bakanlığı’nın  mültecilerin sınır dışı edilmesini hızlandıracak ‘transit merkezler’ kurulması önerisine destek verdi.

AfD, parlamentodaki en güçlü muhalefet partisi olmakla kalmadı, Doğu Almanya’da en güçlü parti haline geldi. Şimdi de Maassen olayı! Maassen, AfD’li politikacılarla buluşmuş onlara teşkilatın gizli bilgilerini vermişti. Chemnitz olayından sonraki mülteci avı yapılmadığı açıklaması ile AfD yanında aşırı sağcı suçluları da savunmuştu. İşte SPD böylesi birinin terfi ettirilmesine izin verecek duruma geldi.

Almanya daha ne kadar sağa kayacak? 1966-1969 yılları arasındaki ilk büyük koalisyon sırasında da aşırı sağ güçlendirilip Birlik partilerinin sağında bir bölünmeye yol açılmıştı. Bundan aşırı sağ partiler Republikaner ve NPD yararlandı. Şimdi de aynısı gerçekleşiyor. Büyük Koalisyonun politikası aşırı sağı güçlendirmekle kalmıyor, hükümetin içinden bazı politikacılar bizzat AfD’ye destek veriyor. İçişleri Bakanı Seehofer’in Maassen’ı koruması ve hatta terfi ettirmesi koalisyonda AfD’nin nasıl ve kimler tarafından desteklendiğini göstermesi açısından öğretici. 

SPD, büyük koalisyona katılma nedeninin sosyal politikanın iyileştirilmesi olduğunu iddia ediyor. Maassen olayı sosyal politika açısından değil göç ve mültecilik konusunda önem taşıdığı için pek de değerli görülmüyor. Gerhard Schröder’in başbakanlığından bu yana SPD’nin sosyal politikasının hiç de sosyal demokratik olmadığını bir yana bırakalım. Varsayalım sosyal politikaya önem veriyorlar; SPD göç ve mülteciler sorununun aslında sosyal sorunları gizlemek için kullanıldığını göremeyecek hale mi geldi? Çoğu seçmenin gözünde sosyal sorunların nedeni göçmen ve mülteciler. AfD’nin güçlenmesinin nedeninin gelecek korkusu içinde olan seçmenlere günah keçisi sunması, mülteci sorunu çözülürse her şey iyileşir demesi olduğunu bilemiyor mu? Eğer biliyorlarsa Maassen konusunda taviz verilmemesi gerekirdi. Anayasayı Koruma Teşkilatı başkanı azledilmeliydi. Ama sorun SPD’nin karar verip adım atmasında. Koalisyondan ayrılmak için adım atmasında da...

Çeviren: Semra Çelik

ÖNCEKİ HABER

3. Havalimanı işçilerinin adil yargılama hakkı engellendi

SONRAKİ HABER

Başörtülerini çıkaran kadınların hikayesi: Yalnız yürümeyeceksin

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...