‘Yer altı’ gün gibi ortada
BİLİNDİK kahraman hikayelerinden ziyade, daha çok kaybedenlerin ya da toplum tarafından kabul edilmeyenlerin hikayelerinin toplamı yer altı edebiyatı. Beyaz zencilerin, yerleşik olmayanların, günahkarların sesi, dili bir nevi. Yer altı edebiyatı deyince akla ilk gelenler Jean Genet, Jack Kerouac, Charles Bukowski, ve son zamanlarda tartışmalarla gündeme gele
Tabii ülkemizde de bu edebiyat türünün örnekleri var. Oğuz Atay’dan başlayarak, daha çok yeni nesil yazarların da katıldığı bir artış söz konusu.
Bu türün yeni nesil örneklerinden biri de Alican Ökmen’in ilk kitabı olan “Kirli, Paslı, Bozuk”. Ökmen kitabında, tam da yukarda tanımı yapılan bir dünyayı anlatıyor. Aslında öyle görünmez değil, her gün üçüncü sayfa haberlerinde gördüğümüz çoğu zaman okumadan geçtiğimiz hayatlar.
Hapçılar, eroin bağımlıları, torbacılar, uyuşturucu almak için vücudunu satan kadınlar, polisler, şiddet, cinayet ve intikam...
Çok da alışık olmadığımız bu karakterler aslında edebiyattan ziyade sinemada ya da gerçek hayatta göz ucuyla gördüğümüz karakterler. Ama bu defa gözümüzü kaçırmadan onların hikayelerini okuyoruz. Çünkü bu defa başroldeler.
Karısı öldürülen bir adamın almak istediği intikam, onu mağdurken zalim yapıyor. Diğer taraftan devreye, hayata iki sıfır yenik başlayan Ramazan, Berfin ve Selçuk giriyor. Hayata tutunmaya çalışırken sonlarını hazırlayan bir oyunun içinde buluveriyor bu üç arkadaş kendilerini. Çırpındıkça, sonlarını getiren girdabın içine daha çok giriyorlar.
Kitap dili bakımından yer yer sert, yer yer yalın bir akıcılık içinde seyrediyor. Alican Ökmen kitabın kurgusunu sinemasal bir anlatım içerisinde veriyor.
İlk kitabıyla ülkemizde nadir sayılabilecek yer altı edebiyatına katkı sunan Ökmen ile kitabı üzerine söyleşi gerçekleştirdik.
Türkiye edebiyatında çok da işlenmemiş bir tür yer altı edebiyatı. Birkaç örnek dışında antikahramanların hikayeleri çok işlenmedi. Buna rağmen ilk romanında bu yönde bir seçim yapmanın sebebi neydi?
Türk Edebiyatında yer altınının çok da işlenmemiş olduğuna pek inanmıyorum. Biraz araştırınca Türkçe yazan birçok yazarın yer altı edebiyatı formatında sayılabilecek kitabı var. Oğuz Atay, Metin Kaçan, Altay Öktem, Cumhur Orancı ve Hakan Günday ilk aklıma gelen isimler. Bunun dışında fanzinlere ve yüksek satış rakamları olmayan dergilere yazan birçok yazar da var. Kirli, Paslı, Bozuk’u yazarken çok satsın ya da aşırı rağbet görsün diye bir kaygım olmadı. Ayrıntı Yayınları’nın Yeraltı Edebiyatı dizisini birkaç senedir takip ediyordum, romanımın bu seriye uygun olduğunu düşündüğüm için bu yönde bir seçim yaptım, yoksa hayatımın sonuna kadar ‘Yeraltı edebiyatı yazacağım’ ya da ‘Yeraltında kalacağım’ diye bir iddiam da yok.
KARAKTERLER HEM MAĞDUR HEM ZALİM
Kitap intikam almak isteyen iki insanın ve bu intikam oyununa bir şekilde dahil olmuş üç kişinin öyküsü... Kitapta dikkati çeken asıl şey mağdurluk ve zalimlik. Kitabın akışından da hareketle, hayatta kim mağdur kim zalim tespiti yapmak mümkün mü?
Bana aslında hepimiz hayatlarımızda yapmakla yükümlü olduğumuz şeyler dolayısı ile biraz mağduruz gibi geliyor. Diğer yandan da bunları yapabilmek için mesela en basitinden hayatlarımızı devam ettirebilmek için bir o kadar da zalimiz. Kitaptaki olaylar bir intikam ekseni etrafında dönüyor. Bu yüzden bu olayların içinde olan her karakter kendi içinde kendi özelliğine göre hem mağdur hem de zalim olmak zorunda ama gerçek hayatta bu durum daha ince bir çizgide.
Suç, ceza ve intikam kavramları ekseninde dönen hikayede karakterlerin vicdani sorgulamaları, yapılan işin ya da alınmak istenen intikamın gerisinde kalıyor. Vicdan arada ortaya çıksa da intikamın önüne geçemiyor. Bu anlamda hikayenin neden intikam? sorusuna mesafeli kaldığını söyleyebilir miyiz? Ya da bu işlerin raconu mu böyle?
Romandaki karakterler kendilerine özgü özelliklerde olmak zorunda oldukları için vicdanları, pişmanlıkları ya da iyiyle kötüyü ayırt edebilmek gibi yetenekleri kaderlerinin onları gidecekleri yere doğru savurmasına engel değil. İntikamı alan kişinin kendisine göre haklı saydığı bir nedeni varsa eğer bunu yapmayı denemesi de normal aslında. 3. sayfa haberleri bu tipten olaylarla dolu. Bu yüzden yer altı kavramının aslında yerin o kadar da altında olmadığına inanıyorum. Muhtemelen göz ardı edilen ya da görülmek istenmeyen bir kavram ama diğer yandan gün gibi de ortada.
Suçlunun suçsuza, mağdurun katile dönüştüğü kitapta net ve tek suçlu bulmak biraz zor. Fakat kendi yasalarını yaratan bu insanların dışında bir de bir devlet var. Yasa koyucu ve düzenleyici bir devlet, ya da öyle olması umulan. Fakat bireysel cezalandırmanın ayyuka çıktığı bu dünyada onun görevi, belki başrol olmaması açısından da kaynaklı silik. En başına dönersek hamile bir kadını kasten ya da kaza(!) ile öldürmüş bir polisin “ceza almaması” hikayenin sadece ayrıntısında kalabilecek bir olgu mu?
Kitabın kurgusu ve anlattığı hikaye açısından olayların siyasal kısımlarıyla fazla ilgilenmedim. Ama Türkiye’nin bu konuyla ilgili yakın tarihteki durumuna baktığımızda bir polisin hamile bir kadını kasten ya da kaza ile öldürmesi de olası bir durum, böyle bir şeyi televizyonda akşam haberlerinde görsek bizi pek şaşırtacağını da sanmıyorum. Kitabın hikayesi karakterlerin ekseni etrafında döndüğü için devletin de kurumlarının da rolleri pek belirgin olmasa da olayla ilgili mercilerin görevlerini yerlerine getirmedikleri de aşikar. (İstanbul/EVRENSEL)