09 Eylül 2018 22:28

Karaburun Bilim Kongresi’nde öne çıkanlar: Ne Yapmalı?

Taylan Gürol Karaburun Bilim Kongresi'nden izlenimlerini yazdı.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Taylan GÜROL

Karaburun Bilim Kongresi ikinci ve üçüncü günü sunumlarıyla devam ederken öne çıkan birkaç temayı daha değerlendirmeyi düşünüyorum. İlk yazıda kongrenin giriş oturumlarını teşkil eden, aslına bakılırsa sosyalistlerin tartışmalarındaki tarihsel problematik olarak eş zamanlı iki ana arteri oluşturan, müşterekler/sovyetler ve bir politik iktidar mücadelesinin araçlarını inşa olarak ‘ne yapmalı’ (parti ve örgütlenme sorunu) tartışmalarına ilk oturumlar bağlamında bir giriş yapmıştık. Dolayısıyla demokratik temelli kapsayıcı kurumsal çerçevelerin inşası ile politik iktidar mücadelesinin sosyalistler açısından bir aradalığı tartışmasına kongre bağlamında bu yazıda da devam edeceğiz. Ancak farklı mücadele alanlarının varlığında sürecek inşa süreçlerinden bahsediyoruz. Bu mücadeleler silsilesi devam ederken, Marx’ın sermaye kavramlaştırmasına paralel bir kavramsallaştırmayla, ‘genel olarak mücadelenin’ emekçi sınıflar temelli olarak nasıl senkronize olacağı ve varoluşa dair yeni alanların kalıcı olarak yeniden nasıl eşzamanlı inşa edilebileceği temel sorununa cevap aranmaya çalışıldığını belirtelim. Kongrenin sonuna doğru yaklaştıkça bu yönde daha net fikirler ifade etme olanağımız olacaktır. Bu bağlamda yer darlığından birkaç öne çıkan sunuma daha değineceğiz. 6 Eylül Perşembe gününün oturumlarından özellikle Soma’daki mücadelenin düşüşü ve hatta gerilemesinin nedenleri üzerine bir sorgulama olarak görülebilecek ‘Soma’da Yaşananlar ve Gerçekler’ oturumu örgütlenme formlarımız üzerine düşünmemizi gerektiriyor. Öncelikle madene tekrar inmek zorunda kalan, yüksek hane halkı borçluluğuna dayanan bu derinleşmiş kapitalist ilişkilerde örgütlenmenin iki kat daha zor olduğu sonucu ilk elden çıkmakla birlikte özellikle avukat Can Atalay’ın belirttiği gibi mevcut hakim alternatiflik iddiasındaki sendikal yapıların davaya duyarsızlığını da not etmek gerekiyor. Sadece Soma havzasına girmekte yaşanan zorlu deneyimden çıkarılacak bol bir deneyim havuzumuz var, ama iki öğe öne çıkmış gibi duruyor, ilki işçileri kredi ödemeleri gibi finansal borçla da kıskaca alan kapitalist gelişmede onlara dokunan yeni formlarda bir örgütlenme yaratmanın sıkıntıları, ikincisi olarak da mevcut sendikal/politik yapıların bu duruma müdahale ederken örgütsel bir tür atalet halinde olmaları diyebiliriz.

‘SENDİKAL HAYAT MAHALLEYE YAYILMALI’

Bu bağlamda aynı günün bir başka sunumu olan Erdem Ilıç’ın ‘Denetim Toplumlarında Direnişin Olanakları’ başlıklı konuşması sermayenin çoklu kuşatmışlığı içerisinde yeni direniş olanaklarını bizlere sunması açısından önemliydi. Yeni işletme ve şirket formlarının modüler yatay örgütlenmeye dayandığını vurgularken, bir o kadar da merkezi kontrol mekanizmalarının artışı, sürecin her anını parçalayarak algoritmik hale getiren çalışma rejimlerinin başka türlü direniş biçimlerini düşündürmesi gerektiğini söylemesi oldukça önemli görünüyor. Nitekim bu durum (taşeronluk gibi) sözleşme ilişkilerinin yaygınlaşmasının sermayeye kazandırdığı esneklik ve denetim olanakları olarak Soma’da karşımıza çıkan bir diğer olguydu. Pek aynı noktadan olmasa da işçilerin gündelik yaşam pratikleri üzerinden çıplak gözle çok da fark edemediğimiz direnişlerinden bahseden Mustafa Kemal Coşkun’un ‘Marksizm ve Sınıf Mücadelesi’ sunumunda sendikal hayatı mahalleye yayma gerekliliği üzerine söyledikleri de önemliydi.

‘MÜCADELELERİ BİRLEŞTİRME ÇABASI’

Mücadelenin bir diğer yakıcı ve önemli alanı ise ekosistemi savunmak ve ekolojik mücadele meselesi. ‘Ekosistemi Savunmak İçin Ne Yapmalı Nasıl Yapmalı?​’ başlıklı oturumda önce İrfan Mukul, ekolojik mücadeleyi sınıf mücadelesinin bir bileşeni olarak ne yapmalı sorusunu kurmayı amaçlarken yerel mücadelelerin yerele gömülmesiyle bir tür yerel/milliyetçi söylemlere yol verdiğini örnekleriyle vurguladı. Utku Zırığ’ın sunuşu farklı bir bağlamda daha teorik bir düzlemde emeği doğadan koparan bir süreç olarak ekolojik yıkımı ele alırken sınıfsal bileşenin esas olduğunu ayrıntılı olarak yeniden daha net olarak vurgulamış oldu aslında. Ancak ‘Ne Yapmalı?​’ sorusuna pratik bir cevap girişimi ise Özer Akdemir’den geldi. Ekoloji Birliği’nin mücadeleleri birleştirme çabasının bir ürünü olarak değerli deneyimlerini aktardı. Dikkat çektiği asli olgulardan biri ise meclis tipi örgütlenmenin önemini vurgularken merkezîleşme fobisini aşma gerekliliğini oldu. Vakit pek yetmediğinden olsa gerek pratiğini detaylandırmaya fırsat bulamadığını da ekleyelim.

7 Eylül Cuma gününün diğer önemli oturumu ise alternatif akademileri inşası açısından bir ne yapmalı sorusu soran ve tabi ki bunu politik veçheleriyle ele alan, daha çok akademiden KHK’ler eliyle uzaklaştırılan akademisyenlerin alternatif deneyimlerinin ele alındığı ‘Alternatif Akademiler: Eleştiri Özgürlüğü’ başlıklı oturumdu. Buradaki kritik sunuşlardan ilki Canan Coşkan ve Yasemin Gülsüm Acar’ın birlikte rapora dönüştüreceklerini ifade ettikleri ‘Nasıl yapıyorlar? Türkiye’de Üniversite Dışı Akademik Kolektif Eylemliliğin Siyasal ve Ekonomik Baskıyla İmtihanı’ başlıklı Canan Coşkan’ın yaptığı konuşma oldu. Dayanışma Akademileri turu alternatif örgütlenmelerin büyüme ve yaşama sorununu hem kolektiflerin kendi iç yapılarına dair (aidiyet problemleri) hem de bu akademiler çevresinde olup da aktif örgütlenemeyen akademisyenlerin akademi dışında yaşadıkları ekonomik zorlukların yalnızlaştırıcı etkisinin kolektifleri yalıtıcı etkide bulunmasına dair problemler ele alındı. Toplumsal ve yapısal eşitsizlikler, ve buna ilaveten ani eşitsizliklerin yeni politikleşen kimlikleri tetiklemesi nesnel bir süreç olsa da, kolektif eylem, kendisinin de belirttiği gibi, herhangi bir otomatizmin sonucu olarak ortaya çıkmıyor. Kendi nesnelliğimizi ve müştereklerimizi yaratmanın olanaklarını da barındıran bu sunuş ayrıca önemliydi. Emine Sevim ise Kampüssüzler ve Dayanışma akademileri koordinasyonunun kurulması ertesinde birlikte işleyebilme/eyleyebilme sorunlarından ve aynı Özer Akdemir’in Ekoloji Birliği deneyiminde açıklamaya çalıştığı gibi deneyimleri bütünleştirme çabalarından bahsetti. Ancak bir önemli ek daha yaptı Emine Sevim, akademisyenlik olarak tanımlanan, mesleki sınırlarını aşacak ve hayatı kesecek çalışmalarla müdahale etme potansiyeli taşıyabilecek bir arayıştan, Emek Akademisi’nin kuruluş çalışmalarından bahsetti. Kongreyi tartışmayı ve yorumlamayı son bir genel değerlendirmeyle noktalayacağım.

NOT: Başlık ve ara başlıklar editöre aittir. 

ÖNCEKİ HABER

Bursa'da doların turşusunu kurdular

SONRAKİ HABER

‘İdlib’den 5 bin kişi Afrin’e göç etti’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...