11 Eylül 2012 13:33

Ak Parti Suriye’de çözüme değil savaşa katkı sundu

Tabanı ‘AKP’ye yakın’ olarak bilinen ancak hükümete ciddi eleştiriler de yönelten, MAZLUMDER’in Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal, AKP’yi eleştirirken, tabanlarından ‘arıza çıkmasın’, ‘sabırlı olunmalı’ tarzında yaklaşımlar sergilendiğini, ancak kendilerinin mazlumun yanında olmak gibi bir göre

Ak Parti Suriye’de çözüme  değil savaşa katkı sundu
Paylaş
Hasan Akbaş

AKP’nin ‘bir itirazın sesi olarak’ ortaya çıktığını, ve statükoyla belli bir ölçüde hesaplaşmayı başardığını söyleyen Ünsal, ilerleyen süreçte AKP’nin bir statüko oluşturmaya başladığını ve ‘Devletin önemli sektörlerinin yeni sahibi halini’ aldığını söylüyor. Hükümetin Suriye politikasına da eleştiriler yönelten Ünsal, “Bir taraftan devletin bütün imkanlarıyla Baas rejimi öbür taraftan da Amerika’nın Fransa’nın ve Türkiye’nin verdiği bütün lojistik imkanlarla bir muhalefet örgütlendi. Bu destekler, politikalar orada ciddi bir savaş halini aldı. Türkiye lojistik destekle savaşın sürmesine katkı sağladı” diyor. Ünsal Türkiye’nin en büyük korkusunun Suriye’de yaşayan Kürtlerin elde ettikleri ve edecekleri statü olduğu fikrinde. Ünsal’la ülkenin iç ve dış gündemini, AKP Hükümetinin uygulamalarını ve MAZLUMDER’in yaklaşımını konuştuk.

AKP hükümetinin mütedeyyin-milliyetçi kesimler için bir çekim merkezi olduğuna dair tespitler yapılıyor. Tabanınızın da bu durumunu baz alırsak MAZLUMDER’in AKP’ye yönelik eleştirileri nasıl bir yer buluyor?

Evet, şunu söylemeliyim ki, MAZLUMDER tabanının Ak Parti’ye sempatiyle baktığı bir realitedir. Ak Parti de öyle bir sosyolojiye oturuyor ki; cumhuriyet dönemi boyunca sürekli dışlanmış, kendisine iktidar layık görülmemiş, sosyolojik tabanın bir ihtiyacı olarak iktidara geldi. Ama MAZLUMDER bu süreçte bir hak örgütü olarak, işinin doğası gereği iktidarları eleştiren ya da güç sahibi her kimse onları eleştiren bir işlevi olduğu için bazen kendi tabanımız içerisinde de eleştiriliyoruz. Bu tabi bizim açımızdan bir zorluk. Derneğin çalışmalarında emek veren yoğun şekilde çalışan üye yöneticilerimiz açısından kaygılar daha çok Hakikat Şahitliğini yerine getirmek, bunun hakkını vermek üzerinden doğrunun ve adaletin sözünü en yüksekte tutmak gibi bir tarzı var. Bu yüzden bu kuşakta bu çok olmuyor. Ancak evet taban dediğimiz kitle ve çevresinde biraz daha sabırlı olunmalı, adeta “arıza çıkartılmamalı”, “parazit olmasın” gibi bir yaklaşım var. Bu tür eleştirilerde elbette zorlanıyoruz. İktidarda mütedeyyin tabandan gelen Ak Parti, yerine, CHP, MHP gibi ya da herhangi bir sağcı parti olsaydı sanırım MAZLUMDER tabanıyla daha rahat bir iletişim içerisinde olabilirdi. Ancak MAZLUMDER bu uyarılara rağmen mazlumun yanında olmak, hakikat hatırlatıcılığı yapmak durumundadır.

Malatya Sürgü’de Alevi aileye yönelik saldırı sonrası bir rapor hazırlayıp kamuoyuyla paylaştınız. Bu tür olayları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Toplumun belli kesimlerinde bir memnuniyetsizlik var. Öncelikle, Türkiye’de devletin kendilerine diğer kesimlere nazaran daha az ilgili olduğunu düşünen, yani çocukları askere giden, vergi veren bu kesimlerin beklentileri ve istekleri tatmin edilmelidir. Yine devlet bu kesimlerin, eşit vatandaşlık algısını ve duygusunu tatmin etmelidir. Alevi meselesinde de, Kürt meselesinde de bence en temel sorun, insanların ‘Biz eşit ve özgür vatandaşlarız’ duygusunu yaşayamamış olmalarından kaynaklanıyor. Anadolu’nun pek çok yerinde esasında Sünni ve Aleviler birlikte yaşıyor. Yan yana köyler var. Böylesi birçok beraber yaşama örnekleri var. Hatta kimi zaman farklı kesimler birbirlerinin inançları üzerinden şakalaşacak kadar birlikte yaşamanın yolunu da bulabiliyor. Bunlar benim sevinerek gözlediğim örneklerden. Malatya’da veya çeşitli yerlerde yaşanan bütün olayların dışsal birçok etkisi olabilir. Tabi bu, esasında bahsettiğim tatmin edilmemiş eşitlik duygusu ile kimi zaman kışkırtmaya açık bir hal alabiliyor. Bu kışkırtıcı ve saldırgan tavrı yok edebilecek adımların atılması gerekir. Bazı farklılıkların çatışmaya dönüşmesindeki dışsal faktörlerin de göz ardı edilmemesi gerekir.

Roboskî’de 34 Kürt yurttaşın TSK’ye ait savaş uçaklarıyla öldürülmesinden sonra başlattığınız bir ‘adalet kampanyası’ var. Bu kampanyaya, örneğin Konya veya Trabzon’daki üyelerinizden nasıl tepkiler geliyor?

Doğrusu zorlanmadığımız yerler olmuyor değil. Öncelikle Kürt sorunu temelinde oluşmuş olan 30 yıllık şiddet ortamının getirdiği birçok acı hatıralar ister istemez insanların zihinlerinde hep uyanıyor. İnsanlar neticede mekanik varlıklar değil, herkesin bir hatırası, bir psikolojik bagajı var. Anlamak lazım insanları. Devlet tarafından bakacak olursak, birçok faili meçhuller, köy boşaltmaları gibi yanlış uygulamalar yapıldı. PKK tarafından bakacak olursak da birçok sivil hayatını kaybetti. Çok fazla problem yaşandı, dolayısıyla Kürt meselesinde her iki taraf açısından da yüklü bir psikolojik bagaj oluşturduğundan konuşulması rahat bir konu değil. Kimi zaman zorlanıyoruz.

Kampanya ile ilgili muradınız neydi? Kampanya sayesinde istediğiniz duyarlılığı ve kamuoyu tepkisini yaratabildiniz mi?

Ben Roboskî’ye gittiğim zaman hemen olayın birinci günüydü. Olayı duyar duymaz hareket etmiştik. Başsağlığı için evlere ziyaretlerde bulunmuştuk. Roboski’ye Adalet Kampanyası sırasında 34 masum insanın acı sonunu hep paylaştık. Bu konu için ciddi anlamda bir duyarlılık oluşturalım istedik. Ve bunu başardık bir ölçüde. Adli ve idari soruşturmaların hızlanması için çabaladık. Kimse açığa alınmadı. En azından birkaç kişinin kamuoyunu tatmin etmesi için açığa alınması gerektiğini söyledik bir taraftan. Diğer taraftan da bu olayı doğuran ve bölgede halklar üzerinde İngiliz iradesinin siyasal aklının 1918 koşullarında çizmiş olduğu ve hiçbir zaman da kabul edilmemiş olan ve halen de orada yaşayan insanlarımızın kabul etmediği siyasal parçalanmışlığa da vurgu yaptık. Bu yönüyle bir kazancımız oldu. İnsanlar anlamaya başladı. Katliama dikkat çektik hep. Çalışmalarımız bu anlamda sürmeye devam edecek.

Suriye’de yaşanan süreci izliyorsunuz. Giderek artan savaş halinin son bulması için sizin öneriniz nedir?

En başında insanların haklı talepleri müzakere masasında siyasi bir formülasyona dönüşebilmiş olsaydı, savaşın bu boyuta gelmesi engellenebilirdi. Tabi tarihi geri döndürmek mümkün değil. Bir taraftan devletin bütün imkanlarıyla Baas rejimi öbür taraftan da Amerika’nın Fransa’nın ve Türkiye’nin verdiği bütün lojistik imkanlarla bir muhalefet örgütlendi. Bu destekler, politikalar orada ciddi bir savaş halini aldı. Biran önce ateşkes sağlanarak takvime bağlanmış bir süreç içerisinde reformun ilan edilmesi gerekiyor. Şu an Suriye’nin, ‘Şu tarihte seçim olacak, şu tarihte anayasa bitecek, şu tarihte bu olacak’ diyen bir takvimi acilen önüne koyması lazım. Aksi takdirde görüyorsunuz bu işin maliyeti çok fazla artıyor. Çünkü tarafların arkasında çok önemli güçler var. İngiltere, Fransa, Amerika, bir taraftan Çin, Rusya...

Esad yönetimine karşı savaşan ve kendilerini cihatçı olarak tanımlayan El Kaide’ye bakışınız nedir?

El Kaide örgütünün ne menem bir örgüt olduğu konusunda benim biraz kuşkum var. Çünkü bir taraftan Amerika’yla savaştığını iddia ediyor, diğer taraftan politik olarak Amerika’nın işine yarayacak işler yaptığı iddia ediliyor. Bu bakımdan muayyen, hayali bir örgüt üzerinden bana çok mantıklı gelmiyorlar. O örgüt için hep bir soru işareti var.

Hükümetin Suriye politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bence Ak Parti Hükümeti uçak kriziyle de çok açıkça ortaya konulduğu gibi, batılı ve NATO’lu müttefiklerinden geleceğini ümit ettiği desteği bulamayacağını görerek daha dikkatli bir politika uygulayabilirdi. Ancak Ak Parti bu dili kullanmadı, en ufak hareketlilikte Sayın Başbakan ‘NATO’nun 5. Maddesi’ni işletiriz’ tehdidinde bulundu. Hatırlayın mülteci kamplarından birinde Suriye’den iki yaralı gelmişti ve Başbakan bunun bir sınır ihlali olduğunu söylemişti. Yani bu tür üst perdeden yapılan konuşmalar hayatın realitesiyle karşılaştığı zaman işin öyle olmadığını Türkiye’ye gösterdi. Başbakan daha dikkatli bir dil kullanabilirdi bence.

Peki Başbakan Erdoğan’ın sert söylem ve politikalarını neye bağlıyorsunuz ?

Türkiye demokratik bir ülke modeli oluşturmada yardımcı olan bir rol üstlenmekten ziyade, lojistik destekleriyle savaşın sürmesine katkı sağladı. Türkiye’nin, daha çok Kuzey Suriye’de yaşamakta olan Kürtlerin yeni Suriye’de elde edecekleri statüden korktuğu ve bunun Türkiye açısından Suriye’ye yönelik ilgisini artırdığını düşünüyorum. Biliyorsunuz zaten PYD’nin açıklamaları, belli yerlerde bayrak dikmesi Türkiye’de ciddi bir alarma sebep olmuştu.  (Ankara/EVRENSEL)


‘DEVLETİN YENİ SAHİBİ AK PARTİ KENDİ STATÜKOSUNU OLUŞTURDU’

AKP iktidarıyla birlikte toplumun daha fazla muhafazakarlaştığı ve birçok ‘İslami çevrenin devletle barıştığı’ yorumları var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Şimdi tabi Ak Parti bir itirazın sesi olarak ortaya çıktı. Statükoya karşıydı ve o statükoyla belli bir ölçüde hesaplaşmayı başardı. Örneğin üniformalı bürokratlar Ak Parti iktidarında daha farklı durmaya başladılar. Bu yargılama süreçlerinde bunun büyük etkisi vardır tabi. Sermaye el değiştirdi dolayısıyla basında da bir değişim oldu. Bürokraside çok önemli değişiklikler oldu ki; bu çok iyi bir şeydir. Bütün bahsedilenler 10 yıllık bir iktidar süresince gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Ak Parti kendisi bir statüko oluşturmaya başladı. Yani Ak Parti 10 yıl önce karşı çıktığı statükoyu bir şekilde değiştirdi, dönüştürdü ve şimdi Ak Parti kısmen oluşturduğu kendi statükosuyla yoluna devam ediyor. Bu açıdan bakılırsa evet Ak Parti devletin önemli sektörlerinin yeni sahibi halini almış bulunuyor. Bunun devamında da evet bahsettiğiniz çevreler açısından böyle bir devletleşmekten bahsedebiliriz.

Peki, MAZLUMDER bahsettiğiniz bu sürecin neresinde duruyor?

Siyasal iktidarların devlette kullandıkları güç sınırlarının farkındayız. İktidar partisi A ya da B partisi olsa da, hepsi kendi siyasal programını yüzde yüz olarak uygulayacak bir güce sahip değildir. Ak Parti’nin kimi yapmadıklarının biz de farkındayız ama şunu söylüyoruz; Bir ideali sürekli birinin seslendirmesi gerekiyor. Yani statükoya dönüşmüş bir iktidarın kendi taleplerini unutması da bir olasılıktır. Dolayısıyla birinin bu ideali sürekli seslendirerek hakikat hatırlatıcılığını yapması gerekiyor. Bizim böyle bir misyonumuz var, bunu yapıyoruz. İkincisi de biz bazı şeyler için yani Ak Parti’nin henüz yapamadığı ya da yapmadığı şeyleri artık yapabileceğini düşünüyoruz. Tabi yinelersek, bizim önümüze koyduğumuz iki misyonumuzdan birisi Hakikat Şahitliğidir. Doğruyu, adaleti, mutlak olanı, ideal olanı seslendirmemiz gerekiyor ki bir şekilde statükoya dönüşen irade de mesela Deniz Feneri gibi, o tarafa bakarak yönünü, yolunu tayin edebilsin. Biz ancak bu konuda Ak Parti’ye yapmadıklarını yapma konusunda bir çağrıda bulunabiliriz ve sadece bunu yapıyoruz.


‘FAİLLE DEĞİL VAHŞETLE İLGİLENDİK’

Antep saldırısının ardından PKK ve BDP suçlandı. Siz bu tutumu benimsemediniz. Saldırıyı ve sonrasındaki iklimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Antep saldırısı kimin yaptığından bağımsız olarak, sivillerin öldürüldüğü gerçek bir vahşettir. Kabul edilebilir tarafı yok. Benim takip edebildiğim kadarıyla PKK bu olayı üstlenmedi, kendileri de açıklamalarında, olayla ilgileri olmadığını, hatta olayı devletin kimi unsurlarının gerçekleştirdiği iddialarında bulundular. Neticede biz olayın faillerini çözebilecek ne kriminal laboratuvarlara ne de polisiye tekniklere sahibiz. Biz yaklaşımımızı faillerinden bağımsız olarak ortaya koyduk.


‘SORUMLU DEVLET AYGITIDIR’

Hükümetin Alevilere dönük kimi söylemlerinin ardından, Alevilere dönük çeşitli saldırılar gündeme geldi. Siz Alevilere yönelik saldırılarb yaşanmasında hükümetin rolü olduğunu düşünüyor musunuz?

Siyasal iktidarın herkese eşit vatandaş duygusunu yaratacak uygulamaları hayata geçirme yükümlülüğü vardır tabi. Ama bu tür olayların oluşmasını sadece iktidarın ve devlet aygıtının formal değişikliklerine bağlamamak gerekiyor.
Ama elbette bu tür olaylarda birinci dereceden sorumlu devlet aygıtıdır.

ÖNCEKİ HABER

Kaybeden Ankara olur

SONRAKİ HABER

Yasaklamasanız ayıp olurdu!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...