31 Ağustos 2018 23:20

'Dünyayı sorumluluk duygusu, vicdan ve emek güzel kılacak'

'Güle batır öfkeni' kitabıyla bu yıl Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir Ödülü’nü alan Şair Özge Sönmez, kitabında insanın vicdanına sesleniyor.

Şair Özge Sönmez (Fotoğraf: Kadir İncesu)

Paylaş

İsmail AFACAN
İstanbul

“Güle batır öfkeni” dosyasıyla bu yıl Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir Ödülü’nü Şair Özge Sönmez kazandı. Dosya, çok geçmeden Manos Kitap tarafından basıldı. Kaleme aldığı toplumcu şiirlerle okurun öfkesini güle batırıp çıkaran Sönmez, kitabında insanın vicdanına sesleniyor. “İçinde kabaran duyguyu analiz et, nedenlerini anla, yıkıcı özneleri, olguları keşfet, onların yaptıklarını kayıt altına al, olanlara çözüm üret ve bunları sun” diye.

Şair Özge Sönmez’le ödül alan kitabı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Öfkeyi ve gülü konuştuk. Ölümü ve yaşamı… Durmadan kötülük üretenlere inat, yılgınlığa düşmeden mücadele edilmesi gerektiğini vurgulayan Sönmez okurlara şu mesajı veriyor: “Dünyayı sorumluluk duygusu, vicdan ve emek güzel kılacak.”  

Kitabın ismi “güle batır öfkeni”... Neden öfkemizi güle batırmalıyız?
Öfke genelde yıkıcı sonuçlar veren bir duygudur. Bazen de yapıcı hatta yaratıcı sonuçları olabilir. Öfkelenmeyen insan var mıdır? Sanmıyorum. Kaldı ki, ruhsal durum için belli bir oranının sağlıklı olduğu bilim insanlarınca kabul görmektedir. Öfkeden kaçamayacağımıza göre, sonuçlarını farklı şekillerde yönlendirmek önemli. Ham bir duygunun, ne bireye, ne de topluma bir faydası yoktur. Duygularımızı şekillendirebilmeyi öğrenirsek kazanımlarımız çoğalır. Dünya ve Türkiye coğrafyasının hali ortada. İşinizden evinize gelip kapınızı kapadığınızda, perdelerinizi çektiğinizde dünyadaki yangınından kurtulmuş olmuyorsunuz. Bir birey olarak, tek başına büyük toplumsal değişikler yaratmanız çok güçtür. Bu bile öfkelenmek için yeterli bir sebep. Yaşanan adaletsizlikler, kıyımlar, sömürü düzeni, masum varlıkların katledilmesi, vs. daha birçok olumsuzluk üzerinize yığılıp sizi nefes alamaz konuma getirdiğinde, vicdanı olan bir insansanız elbette öfkeleneceksiniz. Peki sonuç? Kırıp dökmek, bağırıp çağırmak, yıkıp yok etmek mi olmalı? Elbette hayır. İşte bu nedenle “güle batır öfkeni”. Sakinleş. İçinde kabaran duyguyu analiz et, nedenlerini anla, yıkıcı özneleri, olguları keşfet, onların yaptıklarını kayıt altına al, olanlara çözüm üret ve bunları sun. Diğer türlü, hezeyan ve yakınmalar bizi bir yere taşımaz.  

Buradan devam edersek, şiirlerinizde “gül” metaforuyla karşılaşıyoruz. Klasikten çağdaşa kadar birçok dönemde kullanılmış bir metafor... “Gül” sizin için ne anlam ifade ediyor?
“Gül” ilk bakışta gerçekten çokça kullanılmış ve eskitilmiş bir imge gibi duruyor. Haklılık payı da büyük… Şiir sınırlı sayıda sözcükle sonsuz bağlar yaratma sanatıdır bana göre. Dolayısıyla, sözcüğü nasıl kullandığınız çok önemli. Siz gülden reçel de yaparsınız, lokum da, kolonya da, bir buket yapıp sevgilinize de verebilirsiniz ya da bir tanesini alıp bir yakınınızın mezarına da dikebilirsiniz. Hepsinin ortak ögesi güldür ama anlam çağrışımları bambaşkadır. İşte şiirdeki gül imgesi de bence böyle işliyor. Bence şair için eskitilmiş sözcük diye bir şey yoktur, olmamalıdır da. Eğer var diyorsa, bu ancak onun ana dilini yetersiz kullanmasının bir işaretidir. Gül benim için ne anlam ifade ediyor? Sözcükler benim için kılıktan kılığa girebilecek yetenekteki oyunculardır. Gül de bunlardan biri. Onlara nasıl bir senaryo yazdığınıza bağlı her şey… Tek bir anlamı yok. Kullanıldığı bağlama göre değişir.

Toplumsal gelişmelere duyarsız kalmayan bir şiir var. “Dağıtılmış sınıf”, “Kapanıyor ülkenin göz kapakları”, “Kurşun sizin, yara bizim”,  “Ölü çocuk bahçesi”, “Utanmaz çakmak” bunlardan bazıları... Neler söylemek istersiniz?
Toplumsal gelişmelere duyarsız kalınabilir mi bilmiyorum. Bu, en azından benim becerebildiğim bir şey değil. Sanatçı-özne; vicdan, sorumluluk ve duyarlılıktan oluşan bir kalptir bana göre. Ortaya koyduğu ürünün türü ne olursa olsun, hayata böyle bakan bir öznenin topluma sırt çevirmesi olanaksızdır. Ürünlerinde de, elbette, örtük ya da açık biçimde bunların izini görürsünüz. Yukarıda adlarını verdiğiniz şiirler gerçekten bir derdi olan şiirlerdir. Bilinçli bir şekilde, göstere göstere, parmakla okuyucuya işaret ederek, hatta onun gevşeyip unutmasına fırsat vermeyecek, zihnini dürtecek şekilde yazılmış şiirlerdir. Bu şair için bir üslup seçimi meselesidir. Her şiir böyle olmak zorunda değil elbette. Benim de tüm şiirlerim böyle değil. Fakat bazı şiirler böyle doğar. Tıpkı sözünü sakınmayan insanlar gibi doğrucu Davut’tur bazı şiirler. Susturamazsınız. Bunlar açık sözlü oldukları için çok göze batarlar ama aslında lirik şiirin de derdi çok büyüktür. Tek farkı derdinin üstünü örtmesidir.

Toplumsal olana eğildiğiniz şiirlerde; ölüm imgesiyle karşılaşıyoruz. Toplumsal yaralarımızın büyüten ve iyileştirmeyen şey kuşkusuz ölüm... Ölümü karşı tezi yaşamla anlatamaz mıyız ya da ne kadar anlatabiliriz?
Ölüm insan bilincinin lanetidir bana göre. Öleceğini bilerek yaşayan tek varlık insanoğlu. Bu bile, aslına bakarsanız, başlı başına bir trajedi. Dolayısıyla hem bireysel olan da, hem toplumsal olan da karşımıza çıkması çok doğal… Ne kadar normalleştirmeye çalışırsak çalışalım, son derece rahatsız edici bir duygudur ölüm. Kendisi zaten onulmaz bir yaradır. Ecel kavramı, dinsel inanışınız olsun olmasın nefes aldırır. Toplumda 90’larına merdiven dayamış ninelerimizin dedelerimizin vefatları olgunlukla karşılanırken, genç ve ani ölümler bizleri sarsar. Buna bir de savaşlarda, katliamlarda, kişisel hırsları ya da inatları için, koltuklarını korumak için, hastalıklı ruhlarını beslemek için masum insanların doğrudan ya da dolaylı olarak öldürülmelerini eklersek karşımıza korkunç bir tablo çıkar ki, bunları normalleştirmek imkânsızdır. “Her yerde bunlar oluyor” diyerek geçiştirebileceğiniz kadar ucuz değildir insan hayatı. Akıl ve kalp sağlığı yerinde her insanın bunlara içi yanar. Sanatçı-özne de bunlara gözünü kapatamaz, gözünü kapatsa kulağında yankılanır ölenlerin çığlıkları. Sanatçı, cinsiyetine bakılmaksızın anne kalbi taşıyandır bana göre. Doğurmadığı halde çözülemez bağlarla bağlıdır mazluma, ezilene, hayatı, hakkı çalınana. Bunun aksini düşünemiyorum. Elbette ölüm şiirimde vardır, katiller dört bir yanda çünkü! Ölüler konuşamaz, birileri onların sesi olmak zorunda. Bundan yüz yıl sonra dönüp sanata, edebiyata bakanlar nerelerden geçtiğimizi bilmek durumunda. Kaçarak yaşayamayız. Sakın bu söylediklerimden karamsarlık fikri çıkarılmasın. Asla! Tam tersi! Ölümün ne demek olduğunu iyi bilen kişi, yaşamın hakkını en iyi şekilde verir. Şiirlerimde eğer bir karanlık varsa, içinde mutlaka gizli bir aydınlık da vardır. Okuyucu bunun yolunu kalbiyle bulacaktır.

Önümüzdeki süreçte yeni çalışmalarınız var mı? Varsa neler...
Elbette. Şiir bitmeyen bir koşu, bir yaşam biçimi benim için. Kenara koyup, “biraz dursun sonra bakarız” diyebileceğim bir şey değil, hiçbir zaman da olmadı. Devam ediyorum ve ömrüm oldukça edeceğim. Eğer sorunuz yeni bir kitapsa ona daha çok zaman var.

‘BİR ANKARALI İÇİN DENİZ KENTLERİ RÜYA GİBİDİR’

Şiirinizde İzmir vurgusu da dikkatimi çekti... Sizin ve şiiriniz için İzmir ne anlam ifade ediyor?
2005 yılından beri İzmir’de yaşıyorum. 13 yıl olmuş. İzmir’e gelmeden İzmir hayali kuranlardandım ben de. Bir Ankaralı için deniz kentleri rüya gibidir. Orada olmak hep bir rüyanın içinde yaşamak anlamına gelir. İzmir’i seviyorum. Sokaklarında gezmeyi, sahil banklarında oturmayı, vapurunu, metrosunu, kafelerini, çimlerini, tarihi ve kültürel dokusunu ama en çok her adımımda hissettiğim o özgürlük duygusunu seviyorum. Bir de, hayvanları çok seviyor İzmir. Her köşe başında bir su kabı, kedi evleri... Bu size nasıl insanlarla yaşadığınızın ipucunu verir. Benim için bir kentin yollarının yüksek kalitesindense insanların gözlerinin içinin gülmesi daha önemli. İnsanlar bir süre sonra birbirlerine ayna görevi görür ve aynılaşırlar. Kısaca; şiirimde İzmir’in geçmesi, içimden İzmir geçtiği içindir.

‘SENNUR SEZER'İN YAZDIKLARINDA HEP BİR YAŞANMIŞLIK VAR’

Sennur Sezer adına düzenlenen yarışmada şiir ödülünü kazandınız. Sennur Sezer’in şiirine dair neler söylemek istersiniz, sizde bıraktığı izler nelerdir?
2018 yılının bana en güzel armağanı bu ödül oldu. Buradan başlayarak ömrüme yayılacak bir onur ve sorumluluk duygusu aynı zamanda. Sennur Sezer sadece yazdıklarıyla değil duruşuyla da yazdıklarına yaslanan bir şair. Nerede bir haksızlık, sömürü varsa, haklarını arayan emekçilerimizin, işçilerimizin yanında sadece zihni ve kalbiyle değil, vücuduyla, nefesi ve alın teriyle de destek vermiş birisi. Bu açıdan bence çok özel Sennur Sezer çünkü davranış ve sözde tutarlılık az bulunan bir erdem bizim çağımızda. Şiiriyle yaşantısı bir insan azdır… Yazdıklarında hep bir yaşanmışlık var, sahtelik, iğretilik yok. Yalın, gösteriş yapmayan, olduğu gibi akıp giden bir şiiri var. Emeğin ve direnişin şairi Sennur Sezer. Dünyada en yüce değer emek diyorsak, onu korumak için direnmek de haktır, görevdir, sorumluluktur. Böyle bir ödüle değer görülmek bana her fırsatta daha çok çalışmam gerektiğini hatırlatıyor. Dünyayı sorumluluk duygusu, vicdan ve emek güzel kılacak. Durmadan kötülük üretenlere inat, biz bu değerleri çoğaltmak için, yılgınlığa düşmeden çalışmalıyız.

ÖNCEKİ HABER

Kadıköy, plak günlerine hazır

SONRAKİ HABER

Dünya Barış Günü’ne Çanakkale’den bir selam: Barış Barış Beş Karış

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...