31 Ağustos 2018 23:15

Almanya’daki ırkçı saldırılar sürpriz mi?

Avrupa'nın gündeminde bu hafta Almanya'da yükselen ırkçı hareketler, Fransa Çevre Bakanı Hulot'un istifası ve İngiltere'deki Brexit krizi vardı.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Almanya’da Chemnitz’de bir kişinin ölümüyle sonuçlanan kavganın yabancı avına dönüşmesi, olayın istismar edilmesiyle ırkçılığın kışkırtılması Almanya’nın ana konusu. Değişik gazeteler artan yabancı düşmanlığına karşı vaktinde önlem almayan eyalet ve ülke yönetimlerini eleştiriyorlar.  Deutsche Welle gazetesi olayı; “Durumun bu kadar ileriye gitmesinin nedeni şaşırtıcı ve moral bozucu bir gerçeğe dayanıyor: Almanya’da, Hitler liderliğindeki suçların yaşandığı bu ülkede, aşırı sağ şiddet ve organize aşırı sağcıların yarattığı tehdit bugüne kadar yanlış değerlendirildi, zararsızmış gibi gösterildi ve hatta kabul edildi. Chemnitz’te olayların çığırdan çıkışı bunun bir yeni kanıtı daha oldu. Zira olaylar hiç de spontane bir şekilde gelişmedi” şeklinde özetledi. Freitag gazetesinden aldığımız makalede ise ülke içinde ve dışında eşitsizlik üreten sistemin değişmemesi halinde ırkçıların ekmeğine yağ sürülmüş olacağı belirtiliyor.

FRANSA’DA BAKANIN İSTİFASI TARTIŞILIYOR

Fransa’da ise salı günü canlı yayında görevinden istifa eden Çevre Bakanı Nicolas Hulot bu haftanın en önde gelen gündemleri arasında yer aldı. Çevreci bakan 15 aylık hükümet politikalarının yapılan parlak söylemlere ters düştüğünü ve kendisinin de çok sınırlı adımlar atabilmekten dert yanarak atık devam edemeyeceğini belirtti. Kamuoyunda çok ünlü olan bu bakanın istifası zaten giderek durumu zorlaşan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’u daha da zor bir duruma soktuğu tüm analistlerin ortak değerlendirmesi. Le Monde gazetesi başyazısında, bakanın istifasına neden olan üç nedene vurgu yaparken Cumhurbaşkanı için yeni bir sürecin başlayabileceğine dikkat çekildi.   

BREXIT, BRÜKSEL İLE ARAYI AÇIYOR

Öte yandan İngiltere’deki Financial Times gazetesi, Londra ve Brüksel arasındaki uçurumun, bir taraftan İngiltere’yi ciddi bir krize sokma tehlikesi taşırken, diğer taraftan Avrupa için jeopolitik bir çılgınlık olabileceğini ve tarafların kendine özgü tarihsel iktisadi, siyasi ve stratejik bağlarını göz önünde bulundurarak anlaşma sanatını yeniden öğrenmeleri gerektiğini yazıyor.


ALMAN STANDARTLARI

Sabine KEBIR
Freitag

Halk festivallerinde bıçaklamaların olması yeni bir şey değil. Bu suçlar yabancılar tarafından işlenmişse koparılan fırtına da alışık olduğumuz bir şey. Bu, aile içi şiddet olaylarında da aynı. Eğer böylesi bir suç Alman olmayanlar tarafından işlenmişse medyada daha uzun süre ve daha yoğunluklu işleniyor. Olayın nedeni ile ilgili klişe gerekçeler sunuluyor: Müslümanlar, yabancılar böyle işte. Ellerinden bıçak eksik olmuyor...

Olay töre veya namus cinayeti olarak adlandırılıyor, yabancı erkeklerin hele de Alman kadınlara saygısız oldukları uzun uzun anlatılıyor.  Ve AfD gibi partiler bu klişeleri halk psikolojisinin ilk sırasına çıkardığında da Chemnitz kentindeki gibi olaylar, Alman olmayanlara yönelik linç girişimleri kaçınılmaz oluyor.

NASIL BAŞLADI?

Pazar gecesi polis, şehirdeki festival sırasında bir kişinin öldüğü, ölen kişinin Alman olduğu ve olaya değişik milliyetlerden insanların katıldığının belirlendiğini duyurduğunda, kendilerini şehrin eskiden beri sahibi olarak görenler sosyal medyada kolektif protesto çağrısı yaptılar. Şehrin kime ait olduğu gösterilmeliydi. Nefret söylemlerini silmek zorunda olan sosyal medya sorumluları başa çıkamayacaklarını kanıtladılar. İşin lafta kalmayıp eyleme dönüştüğünü, sokağa çıkan yüzlerce şiddet eğilimli ama dış görünüşleri Almanya’daki standart Nazi tiplerine benzemeyen Chemnitzlilerin mülteci, yabancı avı gösterdi.  

Esas skandal bundan sonra başladı: Saksonya eyaleti ve ülke düzeyinde politikacılar ırkçılığın, yabancı düşmanlığının ne kadar arttığını görmemiş, hissetmemiş gibi davrandılar. Bu olayın AfD (Almanya için Alternatif) tarafından istismar edilmeye ne kadar müsait olduğunu da sözde fark edemediler. Irkçı parti, kuklalarını oynatmaya başladı çoktan, diğer yandan ise şiddet olaylarına karşı çıkarak sağduyu çağrısı yapıyor. Aslında bir dahaki fırsatta daha fazlasının yapılacağını çok iyi görüyor.

DOĞU ALMANYALI DEĞİL FEDERAL ALMANYALI IRKÇILAR

Eyleme katılanlar hiç de belli çevrelerin kafalara sokmaya çalıştığı klişelere uymuyor. Doğu Almanya Cumhuriyeti zamanından kalmış, hâlâ o dönemin özlemini duyan bürokrat emekliler değil onlar. İki Almanya’nın birleşmesi sonrası doğmuş, Batı’nın ‘demokrasi’ ve eğitim sistemi içinde yetişmiş genç insanlar. Bu genç ırkçılar, ırkçı eylemleri için Marx heykeli önünde toplanmayı bile problem olarak görmüyorlar. Şehir yönetiminin Marx heykelini koruma kararı ise tam bir Makyavelizm örneği gibi ortada duruyor: Amaca erişmek için her türlü araç mubahtır...   Bir grup karşı gösterici ise karşı tarafta küçük bir alanla yetinmek zorunda bırakılıyorlar.

Durum bu. Uzun süre sessiz kalan Saksonya Başbakanının harekete geçmesiyle birkaç suç duyurusu yapılması, linç girişimi kurbanlarından göstermelik özür dileme ile sorun çözülmez. Farklı kuşakları etkileyen nedensel zincirin sonucu olarak aşağılanan ve rencide edilen insanlar şiddet yanlılarına dönüştü. Onları, Saksonya’daki politik durum nedeniyle besbelli küçük cezalara dönüşecek olan, polisiye önlemler ve vicdanlarına seslenerek yola getirmek mümkün değil.  Ülke içinde ve dünyanın her yerinde eşitsizlik üreten bu sistem tümüyle değiştirilmedikçe sonuç alınmaz.

(Çeviren: Semra Çelik)


FRANSA: ESKİ BAKANIN SUÇLANMASI

Le Monde
Başyazı

Etkileyici bir ses tonu ve alışılmadık bir biçimle, Nicolas Hulot’un 28 Ağustos Salı günü France Inter radyosunda canlı yayında ilan ettiği istifası her şeyden önce bir Ekolojik Dönüşüm ve Dayanışma Bakanının başarısızlığının ilanıdır. Son yirmi yılda ondan önceki 12 Bakan gibi o da var olan dünyanın iklimsel, çevresel ve sıhhi sorunları karşısında devletin eylemini etkileyemedi. Bağımsız ve titiz birisi (sevmeyenler tedirgin ve kaprisli diyorlar) olarak çıkartılacak sonuçları çıkartıyor; geri çekiliyor ve bu tavrının, olacağına fazla inanmasa da, bir şok yaratıp bilinçleri uyandırmasını umuyor.

Fakat bu tekil karar her şeyden çok zaten çok hassas bir tatil sonrası dönemde olan Cumhurbaşkanı için büyük bir başarısızlıktır. Seçilmesinin ertesi gününde (Cumhurbaşkanı) Emmanuel Macron bu atipik ve (çevre konusunda) yurttaşlık duyarlılığının sembolü olan şahsiyeti, kendisini sadece uzan zamandır gerçekleştirdiği vatandaşları etkilemeyle sınırlı tutmamayı ve yeteneğini ve ününü hükümet eyleminin hizmetine sunma konusunda ikna edebilmişti.  

Sadece varlığıyla -devlet bakanı olması- ve yetkilerinin genişliğiyle Nicolas Hulot, çevre sorununun savunulmasının sadece kuru bir kelime olmadan çıktığının garantisini veriyordu. 15 ay sonra geri çekilmesi, geniş bir kesim açısından bunun sadece iyi niyetsel bir inanç olduğunu gösterdi. Üstelik söz konusu kişi geri çekilişini çok keskin kelimelerle açıkladı. Hükümetin politikalarına karşı ciddi bir suçlama sıraladı. Esas olarak üç ağır suçlama dile getirdi. Birinci olarak, dünyayı tehdit eden iklimsel ve çevresel “trajedi”ye karşı yapılması gerekenler konusunda “küçük adımlar” politikasıyla sınırlandırıldığını savundu. “Sera etkisine yol açan gaz emisyonunu azaltmaya başlayabildik mi? Hayır. Böcek ilacı kullanımını azaltmaya başlayabildik mi? Hayır. Biyo-çeşitliliğin yok olmasını engelleyebildik mi? Hayır” diye vurgu yaptı. Buna bir de nükleer sektörü için “bu gereksiz çılgınlığı”, korumak için kamu yetkililerinin “inatçılığı” sözlerini eklemek gerek. Tüm bu konularda açıktır ki eski bakan ikna edemedi ve geri adım atmaya mecbur bırakıldı.

Birçoğu için ikinci suçlama saf gibi gelebilir, fakat daha hafif ve ciddiyetsiz değildir. O da çeşitli lobilerin (ister nükleer, isterse de avcıların, gıda sanayicilerin vs… lobileri olsun) kamu kararına etkilerine dair olan bir suçlamadır. Bu, çıkar gruplarının gücüne, “devletin en üst kademelerine kadar varlıklarına” dair Sayın Hulot’nın acı soruları gündeme getirmesine neden oldu: “Bu bir demokrasi sorunudur. İktidarda olan kim? Kim yönetiyor?​”

Ve sonuç olarak şu korkunç kelimeyi kullandı: Nicolas Hulot “bir çeşit aldatmacaya” katılmak istemiyordu.

Son olarak ise ekolojinin sözcüsü, inançlarının sonuna vardı: “Dünyadaki düzensizliğe karşı ciddi olarak mücadele edebilmek, bu düzensizliğe neden olan bir ekonomik modeli yeniden canlandırmayla uğraşılırsa”, ya da “uzun süreli can alıcı yönelmeleri hazırlamaya kısa vadeli düşünme diktatörlüğü engel olursa nasıl mümkün olabilir ki?​” diye sorguladı. Uzun lafın kısası bir liberal ve dünya taraftarı bir çevreci olunabilinir mi? Bu ise Macroncu “aynı anda” eğiliminin sınırlarını gösteriyor.

Nicolas Hulot bu sorulara cevabının olmadığını kabul ediyor. Artık bu cevapları Cumhurbaşkanının vermesi gerekiyor.

(Çeviren: Deniz Uztopal)


ANLAŞMAYA VARILMAMIŞ BREXIT’İN ÖLÜMCÜL CAZİBESİ

Gideon RACHMAN
Financial Times

İlaç kıtlığı, İngiltere bahçesinin bir kamyon parkına dönüşmesi, bürokrasideki dalgalanma, vasıta ve gıdada yeni vergiler, fabrikalarda parça eksikliği... Bütün bunlar “Anlaşmaya varılmamış Brexit” in planlanmasıyla birlikte göz önünde canlandırılan senaryolar. Bu türlü bir kargaşa için kim gönüllü olabilir? Görüldüğü üzere pek çok insan…

İngiltere hükümetinin şu anki Brexit tekliflerini ihanet olarak değerlendiren ve bunun yerine hiçbir anlaşma kabul etmemeyi tercih eden radikal Brexitçiler mevcut. Bir taraftan anlaşmaya varılmamış (AB’den çıkış) hayaletinin Brexit’i toptan durdurabilecek bir siyasal krizi kışkırtacağını uman ateşli kalma taraftarları bulunmakta. Diğer taraftan da Ortak Pazar’dan taviz vermektense anlaşmamazlığı yeğleyen bir Avrupa Komisyonu var. Bu üç grup hep beraber İngiltere ve AB’yi anlaşmasız bir alan haline getirebilir. Fakat hepsi bir şekilde aldatılmış durumdalar. Taviz vermeyi reddetmeleri durumunda, bir kriz çıkarma riski oluşturuyorlar ve oyunun sonunu ne tahmin ne de kontrol edebilecekler.

Ateşli Brexitçilerin motivasyonunu anlamak nispeten en kolayı. Onlar, Theresa May hükümetinin önerisinin en kötüsü olduğuna inanıyorlar: Brexit’in öngörülen avantajları olmaksızın İngiltere’yi AB üyeliğinin sorumluluklarıyla baş başa bırakmak.

Fakat İngiltere’nin daha iyisi için dışarıda kalmasına yönelik fikirleri, anlaşmaya varamadan AB’den çıkmak konusundaki tüm uyarıları korku hikayeleri ve proje korkusu olarak reddetmelerine dayanıyor. (...)

Brexitçiler, eğer AB’den çıkışın doğuracağı kargaşanın bir ulusal birlik sağlayacağını düşünüyorlarsa fena halde yanılıyorlar. Daha muhtemeli, ayrılıkçılar ve kalma yanlıları birbirilerine yenilenmiş bir hiddetle saldıracaklar ve pek çok önde gelen Brexitçinin siyasi kariyerleri sona erecek.

Bu son olasılık özellikle kalma yanlılarını anlaşmaya varılmadan AB’den ayrılma fikrine sarılmaya yönlendiriyor. İddialarına göre, Brexit’i,  Boris Johnson ve Jacob Rees-Mogg gibi siyasetçileri nihayetinde gözden düşürmenin tek yolu kendi yollarında ilerlemelerine izin vermek ve onları sonuçların sorumluluğunu almaya zorlamak.

(...) Ayrıca, AB’de kalma durumunun daha yumuşak bir ihtimali daha var ki, benim de ilgimi çektiğini kabul etmeliyim. Bu durum Theresa May Hükümeti(nin bir anlaşmaya varamaması veya parlamento yoluyla ciddi kazanımlı bir anlaşmaya mutabık olunamaması umuduna dayanıyor. Bu şartlar altında, kalma yanlıları meclisin takibatı durdurma çağrısı yapmasını ve AB’den müzakereler için biraz daha zaman istemesini umuyor. Geçen zaman ikinci bir referandum çağrısını olanaklı kılabilir ve Brexit’i tamamıyla durdurabilir.

Fakat bu seçenek kalma yanlılarına çekici geldiği kadar uzun vadede çok tehlikeli bir bahis. AB’nin Brexit saatini durdurma isteği ve kabiliyeti konusunda hiçbir garanti yok. Ayrıca ikinci bir referandumun kazanılabileceğine ilişki bir garanti de yok.

Kalma yanlıları için iç karatıcı olsa da daha faydacı bir seçenek ise Brexit’in ilerlemesine izin vermek ve İngiliz hükümetini en az hasar görecek versiyonu benimsemeye ikna etmek. İktisadi ve siyasi akıl, Brexit’ten sonra İngiltere ve AB arasındaki bağları yeniden yapılandırmaya yatkın. AB evrimleşiyor ve İngiltere uzun vadede kulübün ticaret ve ortak pazara odaklanmış ikinci bir aşamasına katılabilir.

Fakat AB’nin çıkarları nerede yatıyor? Brüksel’de İngilizlerin gıda istiflemesi ve büyük trafik sıkışıklıklarında mahsur kalmaları karşısında bir nevi Schadenfreude (komşunun felaketine gülen bir tutum)  durumu olsa bile,  İngiltere’deki kargaşa en nihayetinde Avrupa’nın geri kalanının çıkarlarına uygun değil. En çetin iktisadi rüzgârlar İngiltere üzerinde estiği takdirde, bu durumun AB içerisinde,  özellikle Kuzey Fransa gibi iktisadi olarak kırılgan sahalarda da ciddi etkiler doğurması söz konusu olabilir.

AB ve İngiltere arasındaki acı uçurum, Avrupa Rusya, Çin ve Washington’daki Trump yönetiminin artan baskısı altındayken jeopolitik bir çılgınlık olarak değerlendirilebilir. AB İngiliz siyasetini Brüksel’den kontrol edemez. Bununla beraber, AB tarafı May hükümetinin önerisini güçlü ve açık bir şekilde ret ederse- özellikle İngiltere’nin hizmet değil, meta iç piyasasında kalma teklifini- ve bu durum anlaşmasız bir Brexit’i daha olası kılıyor.

Avrupa Komisyonu mütemadiyen ortak pazarın dört özgürlüğünün asla ayrılamayacağını ve bu yüzden İngiltere’nin Kanada veya Norveç’e sunulan teklifler gibi bir durumu seçmesi gerektiğini yineliyor.

Fakat AB ve İngiltere arasındaki nevi şahsına münhasır siyasi, stratejik ve iktisadi bağlar göz önüne alındığında, Brexit sonrası dönem ilişkisinin de de kendi özgün karakterine sahip olması gerektiği de kabul edilemez bir tutum değil.  

Tüm tarafların anlaşmaya varma sanatını yeniden öğrenmesi gerekiyor. Ve bunu yapmak için pek uzun bir süreleri yok

(Çeviren: Cansu Güneş İspir)

ÖNCEKİ HABER

Bahçeli: 24 Haziran kazanımları 31 Mart'ta heba olmayacak

SONRAKİ HABER

Kadıköy, plak günlerine hazır

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa