29 Ağustos 2018 23:20

Barışa hasret

İşte yine boynu bükük, kolu kanadı kırık 1 Eylül Dünya Barış Günü’ndeyiz... Barış diyenler ‘hain’likle suçlanıyor, savaş diyenler alkışlanıyor.

Fotoğraf: İnanç Yıldız/EVRENSEL

Paylaş

Hicri İZGÖREN
Şair-Yazar

Hamlet mezar kazıcıyı göstererek sorar:
- Yaptığı işin farkında değil mi bu adam? Şarkı söylüyor mezar kazarken.

Horatio:
- Alışmış, umursamıyor artık!

(Shakespeare’nin Hamlet oyunundan)

                        ***

Evet. Hergün insanlar ölüyor ve birileri mezar kazıcılar gibi bizi buna alıştırmaya çalışıyor. Alışmak; duygusuzlaşma, yok sayma, önemsememe, kale almamaya yönlendirir insanı. İnsanın çaresizliğini ortaya koyar. Bunu tavsiye edenler de bize duygusuzlaşmayı telkin etmektedir. Bir nevi öğretilmiş çaresizlik aşılanmaya çalışılıyor sanki.

O noktada artık duyguların, beynin ve bedenin tepki vermemesi, ‘imkansız, bu asla olamaz, mümkün değil” tepkisinin zamanla ‘olur böyle şeyler, normaldir’ haline dönüşmesidir.

Davranış bilimcilere göre insan olumlu ya da olumsuz her şeye alışabilir hatta bu alışkanlık bağımlılık yapabilir. Ancak böylesi bir durum insanı insan yapan değerler adına ağır bir bedeldir.

***

İşte yine boynu bükük, kolu kanadı kırık 1 Eylül Dünya Barış Günü’ndeyiz.

Her yönüyle zor bir süreç gerçekten. Barış diyenler ‘hain’likle suçlanıyor, savaş diyenler alkışlanıyor. En yetkili ağızlardan başlayarak gazetelerde atılan başlıklardan TV'lerdeki yorumlara, oradan toplumun galeyana gelmiş avazına kadar koro halinde savaş naraları atılıyor. Yönetenler, sabit fikir peşinde gitmeyi, zulme bayraktarlık etmeyi yaşamın sanki bir gereği ve gerçeği olarak görmeye ve göstermeye çalışıyor.

Hükümet içerde ve dışarda savaş konseptini devreye sokarak varlığını bunun üzerine inşa etmeye çalışıyor. İçerde kamu güvenliği adı altında yürürlüğe soktuğu kararnamelerle despotik bir yönetim pekiştirilmeye çalışılıyor.

İşin insana en acı veren yanı bu savaşların geniş kitlelerce benimsenmesi ve desteklenmesi. Düşünmeyen, araştırmayan, biat kültürüyle şekillendirilmiş insanlar yalan-yanlış bilgi ve propagandalarla savaşın hem sebebi hem mağduru durumuna getirilmiş..

“Propagandayla zehirlenmedikleri sürece, kitleler asla savaş düşkünü değildir” der Albert Einstein. Bilinen bir yöntemdir. Önce düşman tespit edilir. Onun ne kadar büyük bir tehdit oluşturduğu işlenir hafızalarda, sonra gerilim yaratılır ve bu durum ‘tutmayın beni lan’ noktasına evrilir. Bu savaş çığırtkanlığı süresi boyunca eldeki tüm imkan ve aygıtlar devreye sokulur. Medya, bu aygıtların temel taşıdır.

***

Nazi Almanyası’nın önderlerinden Hermann Göring’in Nuremberg duruşması sırasında sarf ettiği şu sözler, son derece anlamlıdır: Elbette ki, insanlar savaş istemez fakat, her şeyden öte ülkelerin politikalarını belirleyen liderlerdir. İnsanları bu yola sürüklemek her zaman kolay bir şey. Bütün yapacağın onlara saldırıldıklarını söylemek, barışçıları vatansever olmamakla ve ülkeyi tehlikeye sokmakla suçlamaktır. Bu yöntem her ülke için geçerlidir.

Oysa aslolan her alanda savaşa karşı barışı savunmaktır. İnsanlığın, barışı hayal olmaktan çıkarıp gerçekleştirmesinin başkaca da yolu yoktur.

Ne denirse densin, nasıl yorumlanırsa yorumlansın nihayetinde savaş yıkımdır, ölümdür, açlıktır, göçtür… Aristo’ daki tanımıyla “siyasi hayvan” olan insan aynı zamanda “düşünen hayvan”a tekabül ediyorsa, bu düşünebilme meziyetini savaştan, yok etmeden yana kullanma yerine barış içinde bir arada yaşama özlemini gerçekleştirme yolunda göstermelidir.

Ölmek ve öldürmek zorunda değiliz. Hiçbir şey insandan daha değerli olamaz. Hiçbir düşünce, inanç, hiçbir devlet ya da yetki, bayrak ya da toprak, hiçbir öfke, amaç, kurum ya da örgüt insandan daha değerli değildir. Kazanmak istediğimiz hiçbir hak “yaşama hakkı”ndan daha üstün değildir. İnsan hayatını temel almayan, yaşamı siyasetin merkezine koymayan hiçbir sistem ve yönetim de adaletli olamaz.

***

Sözün özü; Barış içinde bir yaşamı hazırlamada kendine insanım diyen herkese görev düşüyor.

“Siz savaşla ilgilenmiyor olabilirsiniz, ama savaş sizinle ilgilenmektedir” diyor ya Stefan Zweig. Bu gerçeği unutmadan düşünce ve amaçları ne olursa olsun her kesimin ve onları temsil eden kitle örgütlerinin bu konuda aktif rol üstlenmeleri gerekir. Ancak bu sayede savaşı kışkırtan politikaların önüne geçilebilir. Evet. İnsan ve onun geleceğine dair kalbimizi sıkıştıran endişeye rağmen, korku ve umutsuzluk doğmamalı. Korku değil cesaretle savaşın karşısına dikilmek zorundayız.

izgorenhicri@gmail.com

ÖNCEKİ HABER

Erdoğan ekonomiye ilişkin konuştu: İnşallah bu dalgayı da atlatacağız

SONRAKİ HABER

Porto Riko'da kasırgada ölenlerin sayısı 64 değil 2 bin 975

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa