27 Ağustos 2018 11:38

Denizin ve yoksulların yazarı Hanna Mina hayatını kaybetti

Arap romanının hocası, çağdaş Arap edebiyatında 'deniz edebiyatının' kurucusu Hanna Mina yaşamını yitirdi.

Fotoğraf: SANA

Paylaş

Ali KATARAŞ

Arap dünyası, edebiyatının bir çınarını, Hanna Mina’yı kaybetti. Hanna Mina, “Arap edebiyatının ilk deniz romancısı” olarak anılır. Necip Mahfuz ve Nizar Kabbani den sonra, Arap dünyasında eserleri en yaygın okunan yazar olarak bilinir.

Hanna Mina, romanlarında yoksulları ve çektikleri sefaleti işler. Eğitim gördüğü ve bir süre yaşadığı İskenderun, yaşamında ve romanında derin izler bırakır.

“Resimlerden kalanlar, Bataklık ve Hasat” üçlemesi kendi otobiyografisini yazdığı romanlardır. Bu üçlemede İskenderun’da yaşayan ve feodalizmden, ağalıktan nefret eden bir çocuğun gözünden modern Ortadoğu’nun önemli olaylarını aktarır.

Hanna Mina’nın vasiyeti aslında yaşamının ve sanatının bir özetidir. Ölmeden önce yazdığı vasiyette; “Ben Hanna Mina, bir sefalet düşmanıyım. Sefaletin kalbinde, sefaletle savaştım ve ona karşı zafer kazandım. Hayatımda yaptığım her şey biliniyor. Hepsi benim nazarımda halkım ve ülkem için görevdi. Bütün kelimelerimi bir hedefe adadım; yoksulların ve toprakları işlerken işkence görenlerin zaferi için.Bu amaç için bedenimle mücadele ettim. 40 yaşında yazmaya başladım, kalemimi aynı amaç için kullandım” cümlelerine yer verdi. Umarız edebiyat çınarının eserleri, onlarca yıl aradan sonra olsa bile tercüme edilerek Türkiyeli okuyucuyla buluşur.


Ruze CENDELİ

Arap romanının hocası, çağdaş Arap edebiyatında “deniz edebiyatının” kurucusu Hanna Mina, geçen hafta hayata gözlerini yumdu. Arap anlatı sürecine “biyografi” edebiyatı adıyla yeni bir tarzı kazandıran kişiydi Hanna Mina. Onun romanları; denizin ağrısının, en fakir sınıfların acısının, hayallerinin, hedeflerinin ve hayatlarının romanıydı. Hanna Mina’nın bir özelliği daha var;sanatında Türkiye sınırları içinde olan İskenderun derin izler bırakmasına rağmen ısrarla bu topraklarda yok sayıldı.

KÖKLERİ SAMANDAĞ’DA BİR ÇINAR

Hanna Mina (1924 - 2018) Lazkiye’de doğdu, İskenderun’da eğitim gördü. Ama ailesinin kökleri Hatay’ın ilçesi Samandağ’ına kadar uzanır. Kendi otobiyografisini “Resimlerden kalanlar, Bataklık ve Hasat”üçlemesiyle yazdı. Bu üçlemede İskenderun’da yaşayan ve feodalizmden nefret eden Karaağaçlı (Hatay’ın İskenderun ilçesinin bir mahallesi)  bir çocuğun gözünden modern Ortadoğu’nun önemli olaylarını aktardı.Yaşadığı şehir İskenderun’da Arap dilinin kökenlerini öğrendi. İskenderun onun için; soğuk algınlığının,  hastalığın, derin siyasi değişikliklerin ve ağa zulmünden korkan köylülerin teriyle yazılan ilk harflerin şehriydi.Türkiye’ye bağlandıktan sonra kısa bir süre sonra göç etmek zorunda kaldığı şehir,bütün edebi eserlerinde başarısıdır.

HANNA MİNA VE İSKENDERUN

Hanna Mina, büyük öneme sahip üçlemesini yetmişli yıllarda yazar. Romanlarında, 1920’lerde ve 30’ların (1939) sonlarındaki insanların kültürünü aktarır. Anlattığı mekânın hafızasını yeniden üretir. Bugün büyük kentler olarak bildiğimiz ama onun zamanında sadece basit bir köy olan yerlerin isimlerini listeler. Köprülerin, kapıların, evlerin yapısının, kiliselerin, okulların ve mezarlıkların ayrıntılarını bilir ve hatırladığı herhangi bir detayı atlamaz. Üçlemesinin dili; basit ve zamanının köylülerinin lehçesine yakındır. Bataklık romanında İskenderun’un yolları, evleri, insanları, kıyafetleri, dilleri, hırsları, korkuları ve korkularıyla kurgusal görüntüsünü yeniden şekillenir.

BİR DENİZCİNİN HİKAYESİ

Hanna Mina, aşağılanmayı kabul etmeyen direnci nedeniyle istikrarlı bir işi olmadı. Hanna, İskenderun’da eğitim gördü ve sonra limanda çalıştı. İş arkadaşlarıyla “Liman İşçileri Sendikası” kurdu. Teknelerde denizcilik tecrübesinden sonra Suriye Komünist Partisinin yayın organı “Halkın Sesinin”  dağıtıcısı oldu. İlk romanı “Mavi Fener’de” (1954) Lazkiye’nin mahallelerinin birinde yoksulluğu bütün çıplaklığıyla resmetti.

DENİZ ROMANININ KURUCUSU

Trosi, Zekeriya Mersinli (Hanna Mina’nın masallarından kahramanlar)ve Denizci Simbat karakterinin çağdaş bir versiyonunu çizdi ve deniz romanında ayrıcalıklı bir yere geldi. “Yelken ve Fırtına” adlı romanı, Suriye romanının kurucu işaretlerden biriydi. Hanna Mina bağımsızlıktan sonra bir grup solcu yazarla birlikte “Suriyeli Yazarlar Derneği’ni” ve daha sonra “Arap Yazarlar Birliğini” (1969) kurdu.

Suriyeliler ve Araplar genellikle Hanna Mina’yı sevdi. Özellikle çalışmalarının çoğu film ve televizyon dizisine dönüşmesiyle okuyamayanlar ve yazamayanlarında Hanna Mina’yı ve edebiyatını öğrendi. Eserlerinden ilk uyarlanan film izleyicilerle buluşamadı. Ama “Resimlerden Kalanlar” romanından uyarlanan ikinci film sonrasında  “bulutlu bir günde güneş” isimli filmi üçer ödüle layık görüldü.

CESUR BİR ADAMIN SONU

Hanna Mina’nın yaşadığı mücadele hayatı, onu gerçekten cesur bir adam yaptı. Ölümünden sonra bile, yoksullara karşı umudunu ve iyiliğinin ruhunu ifade eden vasiyetini yayınladı; “Ben Hanna Mina, 1924 yılında Lazkiye’de doğdum. Vasiyetimi yazıyorum ve bilincim tam yerinde. O kadar uzun yaşadım ki ölmeyeceğimden korkmaya başladım. Gözlerim ışığı gördüğü andan itibaren hayatımda çok mutlu oldum. Ben bir sefalet düşmanıyım. Sefaletin kalbinde, sefaletle savaştım ve ona karşı zafer kazandım. Son nefes aldığımda “bu sözcüğü özellikle vurguluyorum” umarım ölümümün haberleri hiçbir yerde yayınlanamaz, okunmaz, duyulmaz ve görünmez. Hayatım boyunca basittim, ölümümde de basit olmak istiyorum. Hayatımda yaptığım her şey biliniyor. Hepsi benim nazarımda halkım ve ülkem için görevdi.Bütün kelimelerimi bir hedefe adadım; yoksulların ve toprakları işlerken işkence görenlerin zaferi için. Bu amaç için bedenimle mücadele ettim. 40 yaşında yazmaya başladım, kalemimi aynı amaç için kullandım.”

ÖNCEKİ HABER

Yumurta, karpuz hatta baklava da dolara bağlı

SONRAKİ HABER

Tarımda acımasız kölelik düzeni: Agromafya

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...