25 Ağustos 2018 22:35

Bilecen: Bohem, kasvetli ve tüketen bir taşra hayatı yok İzmit’te

Akademisyen Tuncay Bilecen ile 'Gri Yeşil: İzmit' kitabı üzerine konuştuk: Dışarıdan gelenler için hep gitmekle kalmak arasında bir yerde duruyor.

Tuncay Bilecen. Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Hasret Gültekin KOZAN
Kocaeli

“Bir içinden geçenlerin gördüğü İzmit vardır, bir de içinde yaşayanların bildiği…” sözleriyle başlayan “Gri Yeşil: İzmit” kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Tuncay Bilecen’in derlediği bu kitapla İletişim’in “Memleket Kitapları” serisine İzmit de eklenmiş oldu. “İzmit bir göç şehri dolayısıyla dışarıdan gelenler için hep gitmekle kalmak arasında bir yerde duruyor” diyen Bilecen ile kitabını konuştuk.

Nereden çıktı İzmit’i yazmak, nereye dayanıyor bu fikir? 
Ben İzmit’e ’97 yılında üniversite öğrencisi olarak geldim.  O vakitler kentle kurduğum ilişki son derece sınırlıydı. 2002'nin sonuydu sanırım; bir kafede otururken herhangi bir gazeteyle bağlantımız olmadığı halde arkadaşım Sevgi ile İzmit Fevziye Cami önündeki ‘Amele Pazarı’nda günlük işler yapan işçilerle röportaj yapmaya gittik. Ben metni yazdım, Sevgi güzel fotoğraflar çekti. Birkaç gazeteye gittik, ilgilenen olmadı. Sonra Özgür Kocaeli’den İsmet Çiğit yazıyı ve fotoğrafları çok beğendi. Yerel konulara ve kişilere yer verdiğim yazılar Özgür Kocaeli'nin pazar ilavesinde 12 yıl boyunca aralıksız yayınlandı. Bu kitabı yapma cesaretini bulmam yerel gazete dönemimde edindiğim tecrübeye dayanıyor diyebilirim. İzmit kent merkezi çok küçüktür. Bıçakçıdan yorgancıya, balıkçıdan kolonyacıya herhalde burada görüşmediğim esnaf kalmamıştır. 

‘BÜYÜK ŞEHİRDE İNSAN KENDİSİNİ KAYBEDİYOR’

İzmit sizin için ne ifade ediyor desem. Çünkü herkesin bir İzmit’i var, sizinki nasıl?
Yaşadığınız yerle ilgili kurduğunuz bağ çok ilginçtir. İzmit bir göç şehri dolayısıyla dışarıdan gelenler için hep gitmekle kalmak arasında bir yerde duruyor. Hepimizin kentlere dair duygusal bağları vardır.  İzmit’i insan neden sever? O yaşadığı dönemde kurulan arkadaşlıklar, ilişkiler sevilir. Benim için de İzmit bu şehirde kurduğum arkadaşlıklar, dostluklar demek. Sen de bilirsin, küçük bir şehir, sen ben bizim oğlan. Her yerde birbirimizi çabucak buluyoruz, büyük şehirde insan kendisini kaybedebiliyor. Burada öyle bir şey yok. 

Biraz kitaptan konuşalım, kitabı nasıl hazırladınız? Kitap dört bölümden oluşuyor ve İzmit’in önemli kişilerinden alınan yazılar var, her biri İzmit’i başka bir yerinden tutmuş…
Bir başlıklandırma yaptık. Önce dedik ki, kültür-sanat-cemiyet hayatını anlatalım. Bu bölümde SEKA Çocuk Dostları Derneği de var, Ruşen Hakkı, Naci Girginsoy da var, İzmit’in tiyatrosu, basın tarihi, esnaf kültürü var… Sonra mekânlar ve simgeler dedik; bu simgelerden biri pişmaniyedir, Kocaelispor’dur, eski Tren Garı’dır, İzmit’in şehir tiyatrosudur, üniversitesidir, bunlardan bahsettik. Sonra sanayi kenti İzmit’i yazdık. Bu bölümde içeriği itibariyle daha çok akademik üsluba yaklaşan yazılar bulunuyor. Son olarak İzmit’in tarihi var tabii ki. Yavuz Ulugün’ün İzmit'in Roma'ya uzanan tarihini yazdı. İzmitli bir Ermeni olan Hagop Minasyan İzmit Ermenilerini yazdı. Ayrıca 1 Mart deniz faciası ve 17 Ağustos depremi de kitapta yer alıyor.

‘İZMİT’İN ‘ŞÜKÜR’ DEDİĞİMİZ TARAFLARI DA VAR’

Kitapta nostaljiye savrulmuyorsunuz, bu önemli. Peki, siz nasıl görüyorsunuz İzmit’i?
Kitapta gündelik yaşamın tarihini anlatan yer yer biyografik öğeler taşıyan yazılar olduğu için ister istemez “Ahh, nerede o eski İzmit” kıvamında serzenişler var; ama bunu tadında bırakmaya çalıştık. Nostaljiye kapılarak kenti anlamak ve anlatmak mümkün değil. İzmit’i bugünkü ekonomik, politik, sosyal yapısıyla değerlendirmek lazım.

Türkiye'deki inşaat furyası -artık adına TOKİ’leşme mi deriz çarpık kentleşme mi bilmiyorum- birbirinin tıpatıp aynısı ruhsuz kentler yaratıyor. Kentlerin kendine has mimari dokusu, ayırt edici özellikleri törpülenip gidiyor. İzmit de bu furyadan maalesef nasibini alıyor.  Deprem deneyimi İzmit’e kıyıların güvenli olmadığını gösterdi. İzmit tepelere doğru toplu konutlarla genişleyince insanların kentle olan bağı kesildi. Buralarda yaşayan birine herhangi bir alışveriş merkezinin yerini sorsanız bilir ama Alemdar Caddesi nerede derseniz, bilemez. Çünkü kompartımanlara bölünmüş izole bir yaşam çıktı ortaya. Kentin çeperlerinde yaşayan insanların kentle bağları koptu. Alt sınıflar hemşehri ilişkilerine üst sınıflar ise kapalı devre güvenlikli, konformist hayatlarına gömüldü. 

İzmit’in göç almasında, işçi kenti olmasında, çok kültürlü yapısında, köklü tarihinde belirleyici olan nokta konumu. Öyle olunca İzmit, taşra kavramından da ayrıksı duruyor. Son zamanlarda özellikle sinemada da çokça işlenen bohem, kasvetli, tüketen bir taşra hayatı yok İzmit'te. Ruhan (Odabaş) abi, kitapta yer alan eski İzmit meyhaneleriyle ilgili yazısında “İzmit’ten dışarı çıktığınızda bunu da bulamayacaksınız” diyordu. İzmit’in böyle buna da ‘şükür’ dediğimiz tarafları var. 

‘İZMİTLİ OLMAYI İZMİT'TE DOĞMAKTAN ZİYADE GÖRMEK LAZIM’

İzmitlilik olgusu nedir sizce, nasıl bir şey?
Sunuş yazısında da yer alıyor; İzmitlilik olgusunu göçten azade düşünmenin mümkünü yok. Kocaelispor Başkanı Bahri Yavuz’la yaptığım söyleşide bu durum bir kez daha karşıma çıktı. Anne tarafından Trabzonlu, baba tarafından Mardinli olan Yavuz, bütün kromozomlarıyla doğduğu kente ait olduğunu söylüyordu. İzmitlilik tam da böyle bir şey zaten. Bu kente damgasını vuran pek çok isimde bu durum karşımıza çıkar. Velhasıl İzmitli olmayı İzmit'te doğmaktan ziyade kentin kültür, sanat, spor vs. hayatına katkı vermek şeklinde görmemiz lazım.

ÖNCEKİ HABER

Neden umut forumları düzenlemiyor, aydınlar?

SONRAKİ HABER

Fırında yangın çıktı, binadaki 20 kişi dumandan etkilendi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa