Bu tablet başka tablet: Babil Yaratılış Destanı
159 taş parçadan oluşan bir destanın Babilce’den çözülerek 66 sayfalık bir kitapta toplandığını düşünün. Enuma Eliş, işte böyle bir yapıt...
Fotoğraf: Wikimedia Commons
Ercüment AKDENİZ
Evde, okulda, vapurda, otobüste, metroda; elimizden düşürmediğimiz akıllı telefon ya da elektronik tabletler arasında, çok az zaman kalıyor kitaba, kabul edelim.
Ama yine de...
“Şöyle beni kendine çeken bir kitap olsa da keyifle okusam” dediğimiz zamanlar da olmuyor değil.
Eğer böyle bir motivasyon beklentisi içindeyseniz size ilginç bir kitap önerim var: 4 bin yıl öncesinde çivi yazısı ile yazılmış tabletleri okumaya ne dersiniz?
159 taş parçadan oluşan bir destanın Babilce’den çözülerek bilgisayara aktarıldığını düşünün. Sonra da bütün bu tarihsel birikimin 66 sayfalık bir kitapta toplandığını.
Enuma Eliş’ten bahsediyorum; Babil Yaratılış Destanı’ndan*.
“Henüz yukarının adı gökyüzü değil iken,
Aşağıya yeryüzü denmez iken...” diye başlayan destandan.
Bütün tabletlere ilk kelimelerin adı verildiği için bu kitaba da “Enuma Eliş” yani “Henüz yukarının” ismi verilmiş.
Adı geçen kil tabletler bugün British Museum ve Yale Babil Koleksiyonu’nda sergileniyor. Binlerce yıl önce, dini ayinlerde baş tanrı Marduk heykelinin önünde okunan bu tabletleri okumanın hazzı doğrusu tarifsiz...
TABLETLERLE YAYILAN MİTLER
İnsanlık milattan önce 7 binli yıllarda yerleşik hayata geçti. 4 binli yıllara gelindiğinde kentleşmenin ilk adımları atılmıştı. Ticaret ağları, kanallarla oluşturulan tarım havzaları bu süreçte gelişti.
Mezopotamya’nın en eski uygarlıklarından Sümerler, bütün bu gelişme süreci boyunca geleceğe muazzam birikimler bıraktılar. Üretim ilişkilerindeki değişimin öne attığı kültürel zenginlikler içinde yazı, belki de en önemli mirastı.
Sümer kentlerinde, henüz birlik sağlanamadığı yıllarda kentler rekabet halindeydi. Her kentin tanrısı, efsane ve söylencesi kendineydi haliyle. Milattan önce (M.Ö) 3 binli yıllarda Sümerler kil tabletler üzerine çivi yazısı yazmaya başladılar. Yazıların kelimelerden hecelere geçmesi ancak M.Ö 2900’lere denk geldi. Tabletlerde tutulan arşivler sadece alım-satım verilerini değil aynı zamanda siyasal, dinsel/mitsel ve felsefi anlatıları da içeriyordu. Bütün bu anlatılarla bezeli belgeler; doğaya, toprağa, hayvana ve köle-insana egemen olanların ideolojik çerçevesini de oluşturuyordu.
M.Ö 2400’lere gelindiğinde tarihsel bir kırılma oldu. Mezopotamya’yı fetheden Sargon, kent devletlerinin birliğini sağladı. Bu aşamada, çivi yazıları ve tabletlerle belirlenen ideoloji; içerik bakımından kendini yeniledi ve daha da yaygınlaştı. Rekabet halindeki kentler arasında hakimiyetini sağlayacak şehir, hem dil hem de tanrı üstünlüğünü ele geçirecek ve sıkı bir asimilasyona başlayacaktı.
ENUMA ELİŞ’İN DOĞUŞU
Sümerlerde çöküş M.Ö 22. yüzyıldan itibaren kendini göstermeye başladı. Babil’in doğuşu yakındı. Ama Babil, kendisiyle birlikte bir çağın kapanıp başka bir çağın açıldığı mitle yetinemezdi. Böylece yerin, göğün, evrenin yanında tanrılar ve insanlık aleminin yaratılışını da kendi doğuşuyla birlikte açıkladı. Elbette Babil’in bu hedefi başarması kendi başına mümkün değildi. O yüzden Akkadça dilinden yararlanması ve Sümerden kalan dinsel metinleri revize etmesi kaçınılmazdı. Babil ülkesinde Enuma Eliş’in doğuşu da böyle gerçekleşti.
M.Ö 1792/50 arasında hüküm süren Kral Hammurabi, kent devlet yapısını bir adım daha öteye taşıdı. Kenti geniş toprak alanlarıyla buluşturdu ve yeni bir devletleşmenin temellerini attı. Enuma Eliş, kent ve kırı içine alan ve dinsel efsanelerle yoğrulmuş bir medeniyet anlatısıydı artık. Tabletlerin en ücra yerlere kadar yayıldığı bu süreçte, tahakküm altına alınması gereken insan topluluklarına hep şu masal anlatılacaktı: “Babil’den önce insan yoktu! Senin aklının alamayacağı önceki dünyada tanrıların yaşamı vardı...”
Bu söylencelerin Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde yaşayan halklar üzerinde harukulade bir sihir gücüne sahip olduğunu tahmin etmek zor değil. Zira bu coğrafya, nehir baskınları ve şiddetli tufanların yol açtığı yıkım ve hastalıklarla da nam salmıştı. Bu doğaüstü, insanüstü felaketler karşısında sığınılacak en güvenilir liman ise; en büyük tanrının yaşadığı Enuma Eliş miti olabilirdi ancak.
TANRILAR KAOSUNA ÇEKİDÜZEN
Enuma Eliş, çok tanrılı dinler ile tek tanrılı dinler arasında kendine has özgünlüğü olan bir geçiş anıtı olarak da değerlendirilebilir. Marduk, çok tanrılı dinler arasında “en üstün tanrı” mertebesine ulaştığı vakit; kentler arasındaki rekabet kadar tanrılar arasındaki rekabet de sükunete varacaktı, en azından bir süreliğine... Ve böylece, bütün ölümlüler kadar bütün tanrıların da Marduk’un emirlerine itaat edecekleri yeni bir dönem başlayacaktı. Marduk miti etrafında adeta bir “anayasal düzen” inşa eden Enuma Eliş, dinsel bir atılıma da imza atmıştı. Marduk, yer, gök, su ve bilbümle eski Sümer tanrılarına evreni yeniden bahşederek tanrılar kaosuna da çekidüzen vermişti.
Marduk’un, gücü öz kadar biçime de yansımalıydı. Bu nedenle o, envai çeşit alt tanrıdan farklı olarak “çifte görünümlü tanrı”ydı. Yüzünde ışıklar saçan dört adet gözü her şeyi görmesini sağlıyor, dört adet geniş kulağı her şeyi duymasına vesile oluyordu.
YEDİNCİ TABLET
Enuma Eliş toplam yedi tabletten yani yedi bölümden oluşur.
Birinci tablette evrenin yaratılışı anlatılır: tatlı ve tuzlu su tanrıları Apsu ve Taimat birbirine karışarak tanrıların doğmasını sağlar. Tanrıların sayıları artıkça çatışmalar kaçınılmazdır. İkinci tabletten itibaren yoldan çıkan tanrılar ve çatışmalar anlatılır. İstila karşısında iyilik tanrılarının çaresizliği buna eklenir. Cesaret timsali olarak sahneye Marduk çıkar.
Üçüncü ve dördüncü tabletlerde Marduk’un pazarlıkları vardır; direniş ve kurtuluşa karşılık tüm evrene sahip olma pazarlığı. Ve elbette bu bölümler savaşı da anlatır.
Beşinci tablette gökyüzü yaratılır. Yaratılan yedi kozmik bölgenin doruk noktasında (merkezinde) Babil vardır. Babil herşeyi kendisiyle başlatır. Mitsel bir uygarlık yaratarak insan topluluklarını dinsel şemşiyesi altına çağrırır.
Altıncı tablette kötülük tanrısı Tiamat’ın parçalarından insanlar yaratılır.
Yedinci tablete gelindiğinde yaratılmış insan, bundan böyle itaat edeceği kararlar manzumesiyle tanışır. Okuyanı, okuduklarından sorumlu tutan bir suç ve ceza mekanizması da ortaya çıkmıştır artık.
TÜM SİLAHLARINA RAĞMEN O BİR KADIN!
Enuma Eliş tabletlerinde, kadının lanetlenmesi ve erkek tanrı Marduk’un tahakkümüne girmesinin de hikayesi kazılıdır. Öyle ki, eskiden iyi bir tanrıça olan ve çocuklarının yaşamını koruyan Tiamat, bu kez oğullarının canına kastetmektedir! O, eski yaşam çağında en iyi tanrılara hayat verirken şimdi canavar ve şeytanlara hayat vermektedir vs.
Tiamat’ın anaç gücü karşısında titreyenler korosu Marduk’a şöyle mırıldanacaktır: “Tiamat, tüm silahlarına rağmen bir kadın! Öyleyse tanrıların babası, neşelen ve mutlu ol. Yakında Tiamat’ın boynunu ayaklarının altına alabileceksin.”
Taimat’ı dize getiren, vahşice parçalara ayıran Marduk, yine de Taimat’ın doğurganlığından faydalanmak zorundadır. Yani eril yaşam, ayaklar altında mağlup edilmiş kadının üzerinde yeşertilecektir. Marduk, Tiamat’ın tükürüğüyle bulutları yaratacak, sonra onları suyla dolduracaktır. Ama bütün rüzgârların, yağmurların ve soğuğun sorumluluğunu kendi üstüne alacaktır.
* Enuma Eliş / İş Bankası Yayınları / 66 sayfa.
Babilce aslında çevirenler: Selim F. Adalı – Ali T. Görgü