14 Ağustos 2018 11:59
Son Güncellenme Tarihi: 14 Ağustos 2018 12:14

İnşaat Mühendisleri Odası: Türkiye ve İstanbul depreme hazır değil

Marmara depreminin yıl dönümü öncesi açıklama yapan İnşaat Mühendisleri Odası, Türkiye’nin 1999’dan iyi durumda olmadığına dikkat çekti.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) İstanbul Şubesi’nde 17 Ağustos 1999 depreminin 19. yıl dönümü dolayısıyla basın açıklaması düzenlendi. Yapılan açıklamada deprem açısından en riskli 10 kent arasında bulunan İstanbul’un depreme hazır olmadığı belirtilerek, mevcut altyapı sorunları çözülmediği sürece olası bir depremin on binlerce insanın hayatına mal olabileceği kaydedildi.

İMO’nun Karaköy’deki binasında gerçekleşen basın açıklamasını İstanbul Şube Başkanı Nusret Suna okudu. Olası İstanbul depreminin yaratacağı yıkıma ilişkin açıklamalarda bulunan Suna, İstanbul’un da Türkiye’nin de depreme hazır olmadığının altını çizdi. Suna, imar barışıyla iskansız, ruhsatsız ve nitelikli mühendislik hizmeti almadan, yapı denetim sürecine dahil olmadan üretilen yapılara af getirilmesinin, İstanbul yapı stokunun depremde vereceği tepkiyle ilgili kaygıları pekiştirdiğini söyledi. Temmuz ayı içerisinde Sütlüce, Ümraniye ve Sancaktepe’de meydana gelen istinat duvarı çöküntülerini hatırlatan Suna, “Deprem görmeden binalar yıkılıyor, istinat duvarları dağılıyor, yollar göçüyorsa İstanbul’un yanıtı ve talebi açıktır: İstanbul yardım istemekte ancak siyasi iktidar bu talebi görmezden gelmekte ve hatta yüz binlerce kaçak, ruhsatsız, güvenlikten uzak binanın affedilmesini tercih etmektedir” dedi.

‘ÜLKE NÜFUSUNUN BÜYÜK BÖLÜMÜ RİSK ALTINDA’

Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğinin altını çizen Suna, ülke topraklarının yüzde 92’sinin deprem kuşağında yer aldığını, nüfusun yüzde 95’inin bu bölgelerde yaşadığını, 11 metropol kentin ve sanayi tesislerinin yüzde 75’inin deprem tehlikesi altında bulunduğunu kaydetti. Türkiye’de bulunan 20 milyon yapıdan yarısının güvenli olmaktan uzak ve ruhsatsız olarak inşa edildiğini söyleyen Suna, bu yapıları kullanan insanların can güvenliği tehlikesi altında olduğunu vurguladı. Suna, önceki dönem Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin 2017 Temmuz ayında düzenlediği bir toplantıda, yapı stokunun iyileştirilmesi için 15 yıla ihtiyaç olduğu yönündeki ifadesini hatırlatarak, “1999 depremi baz alınırsa, Türkiye’nin ancak 30-35 yılda yapı stokunu güvenli hale getireceği tahmin edilmektedir. Başta İstanbul olmak üzere ülke nüfusunun büyük bölümü ciddi risk altında. En iyimser senaryoda bile on binlerce insanın hayatını kaybedeceği, yüzbinlerce ailenin barınma sorununun baş göstereceği, su, elektrik, gaz alt yapısında ciddi boyutlarda hasar meydana geleceği, enkaza ulaşma, enkaz kaldırma, yaralıları hastaneye ulaştırmada ciddi sorunlar yaşanacağı, ekonomik kaybın ise 100 milyarı bulacağı tahmin edilmektedir.” dedi.

‘TOPLANMA ALANLARI RANTA KURBAN EDİLDİ’

Deprem sonrası afet çalışmalarının da sorunlu olduğunu belirten Suna, Afet Toplanma Alanları ve ulaşım güzergahlarıyla ilgili sorunların varlığını koruduğunu kaydetti. Suna, “Merkezi ve yerel yöneticilerden deprem toplanma alanları ile ilgili açıklamalar doğruları yansıtmıyor. Çünkü boş alanların, okul bahçelerinin, parklar ve benzerlerinin toplanma alanı statüsünde değerlendirilmesi mümkün değildir. Toplanma alanı, altyapısı hazırlanmış, insanların beslenme, barınma, yıkanma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenlenmiş alan anlamına geliyor. 1999 depreminde. Sonra toplanma alanı olarak düzenlenmesine karar verilen 496 Geçici İskan Alanları ile deprem sonrası kullanılacak 562 Birinci derecede Acil Ulaşım Yolu yani deprem toplanma alanları ranta kurban edilmiştir.” dedi.

‘SORUMLULUK DOĞADA DEĞİL KENTİ RANTA AÇANLARDA’

İstanbul’da binaların büyük bir kısmının iskansız, ruhsatsız, denetim dışı üretildiğini ve depreme maruz kalmadan yıkılacak durumda olduğunu söyleyen Suna, “Yetkililer sorunları doğa olaylarıyla açıklamaya ve dolayısıyla sorumluluktan kurtulmaya çalışsa da, İstanbul’da ciddi bir altyapı eksikliği vardır ve yapı üretim süreci zaaflarından arındırılamamıştır. Eğer siz dere yataklarını imara açarsanız, dere yatakları ile yetinmeyip boşaltılan askeri alanlarda yapılaşmaya izin verirseniz, kentleri betona teslim ederseniz, yapı denetimini piyasacı rekabetin unsuru haline getirirseniz, bütün bir kenti ranta göre düzenlerseniz mühendislik mesleğini itibarsızlaştırırsanız, mühendisin imzasını formaliteden ibaret hale dönüştürürseniz başka bir sorumlu aramanıza gerek yoktur. Bütün sorumluluk sizdedir.” diye konuştu.

‘YAPI DENETİMİ SORUNLU’

Yapı denetiminin üretim sürecinin vazgeçilmezi olduğunu belirten Suna, Türkiye’de yapı denetimi sisteminin sorunlu olduğunu söyledi. Yapı denetiminin bir kamu hizmeti olduğuna değinen Suna, “Bugün sistemin kamusal yönü etkili değildir. Yapı denetimi gibi önemli bir kavram piyasa ilişkilerinin inisiyatifine bırakılmıştır. Yapı denetiminin sağlıklı ve işlevsel olduğu bir sistemde Sütlüce’deki facia yaşanmaz, binalar depremde ayakta kalır, can ve mal güvenliği azami ölçüde korunur.” dedi.

‘KANAL İSTANBUL VAHİM BİR HATA’

Kentsel dönüşüm kavramının ilk kez yoksul ve az gelişmiş ülkeler için kullanılmasının tesadüf olmadığını söyleyen Suna şöyle devam etti: “Çünkü söz konusu ülkelerdeki kentlerde kaçak yapılaşma yoğundur ve özellikle kent yoksullarının yaşadığı bölgelerdeki yapılar güvenli olmaktan uzaktır. Kavramın, neoliberalizmin kent politikalarının odak noktasına alınması ise ulusal ve uluslararası büyük sermaye gruplarının kentsel değerleri ranta dönüştürme beklentisi nedeniyledir. Her ne kadar deprem tehlikesi üzerinden toplumsal meşruluğu sağlansa da, kentsel dönüşüm projelerinin rant değeri yüksek bölgelerden başladığı sır değildir.” Suna, Kanal İstanbul Projesi’nin İstanbul’daki mevcut sorunlar çözülmeden yapılması halinde iklim ve doğa koşulları ile birlikte İstanbul’un sonunu getirecek vahim bir hata olduğunu söyledi. İstanbul’un deprem açısından en riskli 10 kent arasında bulunduğunu anımsatan Suna, “İstanbul’un dünya ölçeğinde sağlıksız kentler sıralamasında 89 kent arasında 88. sırada yer almasından, literatürde olası İstanbul depreminin ‘büyük trajedi’ olarak geçmesinden sadece inşaat mühendisleri olarak değil, İstanbullu olarak kaygı duyuyoruz.” dedi. (İstanbul/EVRENSEL)


İMO ANKARA ŞUBESİ: 1999'DAN DAHA İYİ DURUMDA DEĞİLİZ

İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Ankara Şubesi, 17 Ağustos depreminin 19'uncu yılı yaklaşırken yapı üretim süreci hakkında bilgi verdi. İMO Ankara Şubesi lokalinde yapılan basın toplantısında konuşan İMO Ankara Şube Başkanı Selim Tulumtaş, depremle ilgili kısa süreli ve acil ihtiyaçların bile alınmadığına dikkat çekerek “Deprem hazırlığı konusunda 1999 yılından daha iyi durumda değiliz” dedi. Tulumtaş, depremin yıl dönümünde İMO'ya bağlı 26 şube ve 114 temsilcilikte açıklamalar yapıldığını bildirdi.

HALKIN İHTİYAÇLARINA DEĞİL RANT POLİTİKALARINA GÖRE!

17 Ağustos Gölcük ve 12 Kasım 1999 Düzce depremlerinin ardından 19 yıl geçmesine rağmen Türkiye'de yapı üretim süreci rant politikalı ve alınmayan önlemlerle dolu. Konu ile ilgili depremin yıl dönümünde açıklama yapan İMO Ankara Şubesi, Türkiye'de yapılaşmanın halkın ihtiyaçlarına göre değil ekonomiye ve rant politikalarına göre düzenlendiği bilgisini verdi.

İMO Ankara Şube Başkanı Selim Tulumtaş, Gölcük ve Düzce depremlerinin acısını yaşadıklarını söyleyerek, “Deprem gerçeğini unutmadık, unutmayacağız. Yapı üretim sürecinin asıl unsuru olan bir meslek Odası olarak, başta yerel ve merkezi düzeyde ülkemizi yönetenler olmak üzere; her kurum, kuruluş ve imza sorumluluğunu üzerinde taşıyan her insanın bu günlerde bir kez daha düşünmesini istiyoruz”dedi.

Tulumtaş, “1999 depremleri asıl sorunun sağlıksız ve kaçak yapılaşma, mühendislik hizmeti almadan yapıların üretilmesi ve yapı üretim sürecinin denetlenmemesi olduğunu açığa çıkardı” diyerek doğa olayı depremin doğal afete dönüşmemesi için planlama ilkelerine uygun kentleşme ve insanı temel alan bir şekilde işleyen yapı üretim sürecinin gerektiğine dikkat çekti.

'1999 YILINDAN DAHA İYİ DURUMDA DEĞİLİZ'

Türkiye'nin büyük bir bölümünün deprem tehlikesi altında olduğunu da ifade eden Tulumtaş, konuyla ilgilenen tüm bilim çevreleri ve meslek odalarının mevcut yapı stoklarının onarılması, güçlendirilmesi gerekliliğini dile getirdiklerini ifade etti. Ancak 24 Haziran seçimleri sonrası Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın öncülüğünde “Meclis tarafından ülke tarihinin en kapsamlı 'İmar Affı' çıkarılmıştır” diyen Tulumtaş, imar affı ile deprem güvenliğinin, mühendislik ve mimarlık mesleğinin hiçe sayılarak toplumun can ve mal güvenliğinin yapı sahibinin 'beyanına' bırakıldığını açıkladı. Af kapsamına su havzalarına, dere yataklarına ya da hazine arazilerine yapılmış kaçak yapılar da girdiğini belirten Tulumtaş, “Deprem hazırlığı konusunda 1999 yılından daha iyi durumda değiliz” dedi.

DEPREM İÇİN KISA VE ACİL ÖNLEMLER BİLE ALINMADI!

Gölcük ve Düzce Depremlerinin ardından 19 yıl geçmesine rağmen kısa süreli ve acil olan önlemlerin bile alınmadığını ifade eden Tulumtaş, “Oy ve para uğruna var olan risklere yeni risklerin eklendiği görülmektedir" şeklinde konuştu.

SEL VE SU BASKINLARI DOĞAL AFETE DÖNÜŞÜYOR

Güvenli ve sağlıklı yerleşim alanlarının oluşturulması için, bilimsel planlama ilkelerini esas alan kentleşme politikalarının hayata geçirilmesi gerektiğini söyleyen Tulumtaş, sel ve su baskınlarının olağanlaşıp afete dönüştüğünü dile getirerek “İstanbul ve büyük şehirler başta olmak üzere kentlerimiz doğal afetlere karşı duyarlı olmadığı gibi hazırlıklı da değildir” dedi.

Yapı üretim sürecinin Türkiye'nin ve halkın ihtiyaçlarına göre değil, ekonomiye ve rant yaratmaya göre düzenlendiğini aktaran Tulumtaş, “Biz bilim ve tekniğe bağlılığın ülkemizin ve halkımızın aydınlık geleceğinin biricik yolu olduğuna inanıyor ve bu inançla depremin bir afet değil doğa olayı olduğunu, onu afet yapanın rant yaratma politikaları ve buna bağlı olarak işletilen bozuk yapı üretim süreci olduğunu kamuoyu ile paylaşıyoruz” diye konuştu. (Ankara/EVRENSEL)


ADANA'DA DEPREME DUYARLILIK SERGİSİ

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Adana Şubesi, 17 Ağustos 1999 Marmara depreminin 19. yıl dönümünde basın toplantısı ve ‘Depreme Duyarlılık Sergisi’ düzenledi.

Başta yerel ve merkezi düzeyde Türkiye’yi yönetenler olmak üzere; her kurum, kuruluş ve imza sorumluluğunu üzerinde taşıyan herkesin bu günlerde bir kez daha düşünmesini isteyen Turanbayburt,  deprem güvenliği bakımından ülkenin 1999’dan daha iyi durumda olmadığını ifade etti. Basın toplantısına katılan CHP Adana Milletvekili, Jeoloji Yüksek Mühendis Dr. Müzeyyen Şevkin de depremin kaçınılmaz bir olgu olduğunu belirterek ”Yapılarda bilim ve mühendisliği esas alarak sağlam zemine sağlam yapılar inşa etmeliyiz. Bu şekilde deprem kayıplarının önüne geçebiliriz” dedi.

'BİNALARIN YÜZDE 67’Sİ RUHSATSIZ'

Sorunun depremin kendisi değil afete dönüşmesi olduğunu ifade eden Turanbayburt, “Yapıları depreme karşı hazırlamanın iki yolu vardır: İlki; mevcut yapı stoku durumunun tespit edilerek iyileştirilmesi, onarılması, güçlendirilmesi veya yeniden yapılmasıdır. İkincisi; yeni yapılacak olan yapıları, bilim, teknoloji ve mühendislik ilkeleri doğrultusunda yapmaktır” dedi.

Ülkede  yaklaşık yirmi milyon yapı bulunduğunu aktaran Turanbayburt, “Ancak bu yapı stokunun ayrıntılı bir envanteri çıkarılmadığı için depremde bir bütün olarak nasıl bir davranış sergileyeceği bilinmemektedir. Bilinen, mevcut binaların yüzde 67`sinin ruhsatsız,  60’ının 20 yaşından büyük olduğudur” dedi.

'KEYFİLİK MAĞDURİYETE YOL AÇIYOR'

1999 depremleri, asıl sorunun sağlıksız ve kaçak yapılaşma ve denetimsizlik olduğununu gösterdiğini ifade eden Turanbayburt, “Yapı Denetim Yasası’nda gerekli değişiklikler, ihtiyaç duyulan düzenlemeler yapılmaz ise, on yıl sonra aynı sorunlarla karşı karşıya kalınacak, olası bir depremde başta kamu binaları olmak üzere konutlar, işyerleri ağır hasar görecek, çok sayıda bina yıkılacak, can ve mal kayıpları yaşanacaktır” dedi. 2011 Van Depreminin ardından 2012 yılında 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu ile kentsel dönüşüm proje ve uygulamalarının yasallaştığını hatırlatan Turanbayburt,  “Riskli alan, riskli yapı belirlenmesindeki adaletsizlik, keyfilik ve hukuksuzluk, mağduriyetlere ve hak kayıplarına yol açmakta, yeni sorun alanları yaratmaktadır” dedi. Ülkemizde oy alma ve siyasi kaygılar nedeniyle “af konusu” her seferinde “bu son denilerek” defalarca yenilendiğini kaydeden Turanbayburt, “Yine 24 Haziran seçimleri öncesi ülke tarihinin en kapsamlı “imar affı” çıkarılmıştır. Yapılan düzenleme ile hiçbir mühendislik hizmeti almayan yapılar, herhangi bir kontrol mekanizması olmaksızın, kuralsızca, sadece mal sahibinin beyanı ile kayıt altına alınarak yasal statü kazanmaktadır. Su havzaları, dere yatakları ya da hazine arazilerine yapılmış kaçak yapılar da bu af kapsamına alınmıştır. 17 Ağustos 1999 ve 2011 Van Depremlerinden bile hiçbir dersin çıkarılmadığı görülmüş, rant ve oy uğruna halkımızın can ve mal güvenliği tehlikeye atılmıştır. Beyoğlu-Sütlüce’de kaçak olarak yapılmış olan bina yıkılmasaydı, çıkarılmış olan aftan yararlanarak yasal hale gelecekti” dedi.  (Adana/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

15 yılda 500 kişinin yürümesini sağlayan merkez kapatıldı

SONRAKİ HABER

'Kadının can güvenliğini sağlayan bu yasadan vazgeçmek mümkün değil'

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...