10 Ağustos 2018 00:26

Doç. Dr. Yıldırım: Faturası zamlar ve hayat pahalılığı olacak

Doç. Dr. Deniz Yıldırım, ABD-Türkiye arasındaki yaptırım krizine ilişkin değerlendirmelerde bulundu; 'Faturası zamlar ve hayat pahalılığı olacak'

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Meltem AKYOL
İstanbul

Türkiye-ABD arasında Rahip Brunson’ın serbest bırakılmaması sonrası yaşanan yaptırım krizi sürüyor. Krizi çözmek üzere ABD’ye gidip dün dönen Türkiye heyetiyle ABD heyeti arasında yapılan temaslara ilişkin çeşitli iddialar gündeme geldi. ABD ile Türkiye arasındaki görüşmeye dair sızan bilgilere göre, Washington Ankara’dan Rahip Brunson’ın yanı sıra başka isimleri de bırakmasını istedi. Türkiye heyetine 15 kişilik bir liste sunan ABD’nin, yazılı taahhüt istediği belirtildi.

Yaşanan krizi ve görüşmeyi gazetemize değerlendiren Doç. Dr. Deniz Yıldırım, süreci ‘bir taviz süreci’ olarak yorumladı. Yıldırım, ‘yeni yaptırımlar yolda’ iddialarıyla ilgili, “ABD açısından mesele doğrudan Türkiye’ye yaptırım uygulamak değil, yaptırım uygulamayı bir sopa gibi elinde tutmak” dedi. Yaşanan krizin emekçilere zamlar ve hayat pahalılığı olarak döneceğini belirten Yıldırım, bu faturayı ödememenn de ancak emekçiler arasında örgütlenmek ve hak mücadelerinin güçlendirilmesi ile olacağını belirtti.

KRİZ ÖNCESİNDE BAŞLAYAN SÜRECİN SON AŞAMASI

Sorunun adının doğru konulması gerektiğini belirten Deniz Yıldırım şunları söyledi: “Rahip Brunson krizi gibi görünmekle birlikte bu olay, öncesinde başlayan sürecin son aşaması. Yani Brunson bir tür mesajı sertleştirme aşaması olarak görülüyor ve bunun üzerinden belki de Trump yönetimi kendi iç kamuoyunda bir güç gösterisi de yapmak istiyor. Aynı zamanda Türkiye’deki iktidarın son zamanlarda daha fazla Rusya ve İran’la yakınlaşır bir pozisyon alması karşısında, iktidar blokuna bir mesaj vermek istiyor. Yani Türkiye’nin -doğrudan batıdan, NATO’dan bir kopuş olmasa bile- NATO’yu veya ABD’yi bölge merkezli bir İran, Rusya siyasetiyle ya da Çin’le yakınlaşma yöntemiyle dengeleme arayışına izin verilmeyeceğini gösteriyor.”

ABD TÜRKİYE’Yİ TERCİH YAPMAYA ZORLUYOR

ABD’nin, İran’a yönelik, kasım ayında sertleşecek olan bir yaptırım süreci başlattığına da işaret eden Yıldırım, “İran yaptırımları sürecine Türkiye’nin katılması ve ABD liderliğinde İran karşıtı cephe içerisinde yer alması arzusu var. Türkiye bu anlamda sanki bir tercihe zorlanıyor ve iktisadi anlamda bir sonuçla karşı karşıya kalabileceğini, bir yıkımla da karşı karşıya kalınabileceğini bir iki gece içerisinde çok hızlı bir şekilde göstermek istediler. Göstermiş olmalılar ki bir heyet oluşturuldu ve ABD’ye kadar gitti. Şöyle düşünelim AKP iktidarı, ‘dolar dolsa ne olur dolmasa ne olur’ çizgisinden doların yükselişi sonrasında ABD’ye bir heyet göndererek uzlaşma arayışı içerisine girdiği bir noktaya döndü. Yani aslına bakarsanız mesaj biraz da alınmış görünüyor” diye konuştu.

ABD YAPTIRIM SOPASINI KULLANIYOR

ABD açısından meselenin doğrudan Türkiye’ye yaptırım uygulamak değil, yaptırım uygulamayı bir sopa gibi elinde tutmak olduğunu vurgulayan Deniz, Yıldırım, şöyle devam etti: “ABD’nin yaptırım uygulama ihtimalinin neler yaratacağını bir fragman halinde geçen hafta gösterdiğini düşünüyorum. Dolayısıyla ABD için öncelik yaptırım değil, Brunson üzerinden Türkiye’yi aslında yeniden kendi çizgisinde bir pozisyona doğru çekmek. Belli ki beklenti çok yüksek ve bu beklenti karşılığında muhtemelen Türkiye’den de karşı kozlar sunuluyor.  Zaman zaman Halbank ve Hakan Atilla’nın da adı zikrediliyor bu pazarlıklarda. Dolayısıyla böyle bir süreçte belli ki iki taraf da kazan kazan siyaseti ile yürümek istiyor. Ama ABD anladığım kadarıyla ‘benim elimdeki kartlar şu an çok daha güçlü senin doğrudan kazanmanı gerektirecek bir durum yok, varsa bu olayda göster’ diyor. Yani Brunson’dan sonra daha fazla talebin ve yaptırımın da geleceği muhakkak. Örneğin bir süre sonra Rusya ile yapılan hava savunma anlaşmaları, füze anlaşmaları, İran’a sert yaptırımlat gibi arkası kesilmeyen istekler dizisinin parçası olarak gözüküyor bu.”

SEÇİMLERİ AŞAN BİR MÜCADELE

Brunson krizinin ekonomik faturasına ilişkin de değerlendirmede bulunan Yıldırım şunları söyledi: “Seçim kararı ilan edildiğinde bir söyleşi yapmıştık sizinle ve seçimin ‘Acı reçete seçimi’ olduğunu söylemiştik. Hakikaten bu bir acı reçete seçimiydi ve iktidar aslında çoklu krizlerin yaklaşmakta olduğunu sezip seçimi öne alarak kitle desteğinin, siyasi desteğin devam ettiğini göstermek ve bu süreci bu siyasi destekle yürütmek istedi. Belki hesapladı veya hesaplamadı bilmiyoruz ama bu krizli ortamda seçim hem iç politikada, hem ekonomide, hem dış politikada iktidarın gücünü pekiştirmenin yanında, muhalefeti de farklı bir krizin içine soktu. Başta CHP ve İYİ Parti olmak üzere. Dolayısıyla aslında iktidarın seçimi öne alma stratejisinin çok da başarısız olduğu söylenemez. İkinci olarak, ABD ile böyle bir kriz olmasa bile, Türkiye ekonomisi artık çok kırılgan, gerçekten çok zor durumda. Ve bunun faturasını zamlar ve hayat pahalılığıyla aslına bakarsanız Türkiye’nin çalışan çoğunluğuna, emekçilere yükleyecekleri bir dönem geliyor. Dolayısıyla önümüzdeki süreç zaten zamlar ve hayat pahalılığıyla şekillenecek bir süreç. Ele geçirilmiş medya ve televizyonlar aracılığıyla, ideolojik araç ve aygıtlarla kitlelere her şey güllük gülistanlıkmış, hiçbir sorun yokmuş tablo çizmeye çalışacaklar. Ama insanlar için ellerine geçen para ve ceplerinden çıkan para somuttur. Pazara çarşıya çıktığı zaman alıp alamadıklarıyla ölçülür. Gazete manşetleri bu krizi vermeseler de insanlar hayatlarının çok iyiye gittiğini düşünmezler. Bu kötüye gidiş karşısında insanların nereye yönelecekleri çok önemlidir. “
‘Ekonomik kriz gelir iktidar gider’ algısının yanlışlığına dikkat çeken Yıldırım sözlerini şöyle sürdürdü: “Ekonomik krizlerin emekçilerden yana, halktan yana ilerici bir siyaset seçeneği getireceği anlamına gelmez. Tam tersine Avrupa’da, batıda çok hızlı bir şekilde ırkçı, aşırı sağ partilerin yükselişini gördük. Büyük kriz sonrasında Almanya’da yaşanan Hitler örneğini de hatırlayalım.  İktidarın bu krizden zayıflayarak çıkabileceği ihtimalli elbette var. Ama kendiliğinden olmaz, bunun karşısında birincisi sadece seçim dönemlerini merkeze alan bir siyasi parti, seçim stratejisi yerine hayatın kendisini merkeze alan bir mücadele statejisi geliştirmek gerekiyor. İş yerlerini güçlendirmek, emekçiler arasında örgütlenmeyi güçlendirmek, hak mücadelerini güçlendirmek, sendikalaşmayı güçlendirmek bu anlamda bakarsanız toplumsal mücadeleyi güçlendirmek gerekiyor.”

ÖNCEKİ HABER

Soma Kolin Termik Santrali’nde işten atmalar sürüyor

SONRAKİ HABER

Turan Aydoğan, Tutuklu Gazeteci Ece Sevim Öztürk’ü ziyaret etti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...