04 Ağustos 2018 23:05

Amerikan yaptırımları...

Amerika yaptırıma ilk kez başvurmuyor. Kuruluş yıllarını bir yana bırakırsak, Amerikan tarihi bir yaptırımlar ve katliamlar tarihidir.

Görsel: Pixabay

Paylaş

Mustafa YALÇINER

Amerikan yaptırımları bir değil, iki değil. Amerika yaptırıma ilk kez başvurmuyor.

Amerikan Kızılderililerini saymaz ve İngiliz sömürgeciliğiyle kuzeyin 13 eyaletiyle başlayıp 19. yy boyunca süren kuruluş yıllarını bir yana bırakırsak, Amerikan tarihi bir yaptırımlar ve katliamlar tarihidir.

ABD, İspanya’ya karşı verdiği 1898 Savaşıyla dışa açılmış, Latinler ve Filipinlerde İspanyol “varlıkları”nın üzerine oturmuştur. Öncesi de en başta Kızılderililere karşı zorbalıktır. Ama asıl bu savaşın ardından Amerikalılar dünyaya kılıç çeker olmuşlardır.

Üstünü örterek başlamışlardır. 20. yy’ın başlarında Avrupa’da patlak veren emperyalist savaşın dışında kalıp daha çok İttifak Devletleri’ne askeri malzeme de satarak dünyanın birinci ekonomik gücü olmuşlardır. Almanların müttefiklere malzeme götüren kendi gemilerini de hedef almaları üzerine ABD son yılında savaşa katılırken, dönemin Başkanı Woodrow Wilson, kendi adıyla anılan 14 maddelik ilkelerini ortaya atmıştır. Bir maddesi de ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının tanınmasıdır. Örtü budur. Tanımıştır. Bir şartı vardır; ezilen uluslar kaderlerini rakip emperyalistler karşısında tayin edecekler ve Amerikan mandasını benimseyeceklerdir. Yeni sömürgeciliğin ilk deneyimleridir.

İşin ilginç olmayan yanı, I. Dünya Savaşı’yla birlikte İngiltere’nin yerini alarak, “üzerinde güneş batmayan İmparatorluk”un yeni ve modernist olanını kurmaya giriştiğinde Amerikalıların kendilerine iş birlikçi bulmada zorlanmamaları olmuştur. Para ve güç onlardadır. Hele II. Dünya Savaşı’ndan kapitalist dünyanın tartışmasız patronu olarak çıktığında, başka ülkelerin para ve güç arayan tüm egemenleri ellerine sarılır olmuşlardır.

Bizde sömürgeleşme tarihi şüphesiz kendisiyle başlamayan Menderes, Amerikancılığın atağa kalkışının başını çekmiştir. Tıpkı Amerika gibi “her mahallede bir milyoner”iyle “küçük Amerika” yapacağı Türkiye’yi NATO’ya aldırmak için çok uğraşmış, sonunda Kore Savaşı’na çoğu kırılacak bir tugay göndererek emeline nail olabilmiştir. Onun zamanında Amerikan üsleri ülkeye pıtrak gibi yayılmıştır.

Kıymetini bilseler! Bilmemişlerdir. İşbirlikçiliğin kıymeti hiçbir yerde hiçbir zaman bilinmemiştir. Vietnam’ın Amerikan işbirlikçisi anlı şanlı generalleri ülkelerinden zor kaçmakla kalmamış, patronlarının ülkelerinin küçük kentlerinde ancak lokanta türü işyerleri açarak yaşamlarını sürdürebilmişlerdir. İran’ın işbirlikçi Şahı yanında bir miktar para kaçırabilmiş, ama devrilip gücünü yetirdikten sonra pek yüzüne bakan olmamıştır.

Amerikalılar, kusur etmedikleri zorbalıkta sınır tanıdıkları söylenemeyecek olan İngilizler gibi, hiç değilse centilmenlik de yapmamışlardır. Kabadırlar, işbirlikçilerine bile kaba saba davranmakta sakınca görmemişlerdir.

Johnson mektubu böyledir. Hakaret doludur. Amerikan Başkanı Teksaslılığının hakkını vermiştir.

1964’tür. Makarios’un cumhurbaşkanı, Fazıl Küçük’ün de yardımcısı olduğu Kıbrıs karışmıştır. İnönü’nün koalisyon hükümeti müdahale kararı almıştır. Mektup gelir. Türkiye, müttefiklerine danışmadan böyle bir karar alamayacağı söylenerek tehdit edilmektedir. Bir müdahalede müttefiklerin verdikleri silah ve malzemeleri kullanamayacaktır. Ve eğer SSCB fırsattan istifade bir işgal girişiminde bulunursa Türkiye’nin otomatik olarak devreye girmesi gereken NATO savunmasından yararlanıp yararlanmaması düşünülecektir.

İnönü Kurtuluş Savaşı kahramanıdır. Tehdide pabuç bırakmaz görünür. Time’a zehir zemberek denecek bir demeç verir: “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye o dünyada yerini alır.

Ancak laflar başkadır ve yürek soğutmak içindir, gerçeklerle iş başka. Gerçi İnönü Amerikan dergisine konuşmuştur; ancak genelde ülke içine, halka söylenen başka olur, yapılan başka ve tam tersi. Bir haftaya kalmaz İnönü Washington’dadır. Mektup yutulur ve anlaşılır. Türk-Amerikan ilişkilerinde “yeni bir dönem başladığı” söylenir. Gerçek ise, eski dikteye dayalı bağımlılık ilişkilerinin devam ettiğidir.

Bakar kör olsak bile, ’74’teki Kıbrıs işgalinin ardından konan silah ambargosundan anlarız. Yine Kıbrıs sorunudur. Amerikalılar önce, yeniden haşhaş ekimini serbest bırakmaya yönelen Ecevit’e, Türkiye sanki Amerikan eyaletiymiş gibi,  “olmaz, ekemezsin” demişler, sonra Kıbrıs dolayısıyla ambargo ilan etmişlerdir. Antiemperyalizm övünmesiyle Amerika karşısında sadece şimdi “ileri gidilmekte” değildir, o zaman Ecevit de “ileri gitmiştir”. Tanıyan ülke olmamıştır, ancak KKTC ilan edilmiştir. Ve “Savunma İşbirliği Anlaşması” askıya alınıp İncirlik dahil Amerikan üslerinin TSK’nın kontrolüne geçtiği deklare edilmiştir. Ambargo ’78’e kadar sürmüştür, ama hâlâ bir Amerikan üssü olan İncirlik’in ne kadar TSK kontrolünde kaldığı bilinmemektedir!

AKP döneminde de yaptırım sürmüş, örneğin 1 Mart Tezkeresi’nin reddinin ardından Amerikalılar Irak Süleymaniye’de Türk Özel Kuvvet askerlerinin kafalarına çuval geçirmişlerdir.

***

Son olay, İçişleri ve Adalet bakanlarına yönelik yaptırımdır. ABD’ye gidemeyecekler, ABD’deki mallarına el konulacaktır.

Düşmanca” tutum denebilir. Yukarıda sayılan yaptırımların hangisi dostçadır? Dost düşman fark etmemekte, emperyalist çıkarlar gerektirdiğinde yaptırımlar gelmektedir.

Özellikle üç beş yakınıyla şoven dolduruşta olan bir miktar destekçisi dışında Bay Soylu’nun pek seveni olmadığı ileri sürülüp “bize ne” denebilir. Hele Kılıçdaroğlu’na ettiği laflar nedeniyle CHP tabanı da herhalde ondan hazzetmiyordur.

Ancak Soylu ya da Gül’ü sevmemek başkadır, Amerikan dayatmalarını sevmek başka.

Amerikalı emperyalistler, emperyalistliklerinin gereğini yapıyorlar ve bırakalım “hoşa gitme”yi, emperyalist dayatmalara sessiz kalınamaz.

Ancak AKP’nin dayatmalardaki payı görülüp ona uygun davranılmazsa da olmaz! Sadece kolaylaştırıcılık da değildir. Emperyalistlerin oyun alanlarında onlarla aşık atmaya kalkışıldığında olacakları tahmin etmek için kahin olmak şart değildir. Suriye’yi tabii ki gönül hoşluğuyla yedirmeyeceklerdir. Ne Rusya’yla yakınlaşmayı, ne S-400’leri ne de Akkuyu’yu kabulleneceklerdir! Hele pastanın küçülmekte ve emperyalist rekabetin şiddetlenmekte olduğu koşullarda.

Tabii ki yalnızca rahip A. Brunson meselesi değildir. Ancak oradan da fazlasıyla tutacak kulp verilmiştir Amerikalı emperyalistlere. Baro Başkanıyla HSK Başkanvekili ABD’nin “yargıya müdahale ettiği” görüşündedir. Yüksek yetkililerse “Pazarlık yapmayız. Bizde yargı bağımsızdır, karışamayız” demektedir. Ama “reis” rahibe karşılık açıkça Gülen’i istemiştir ve üstelik herkes bilmektedir ki Deniz Yücel Almanya’ya pazarlıkla verilmiştir. Kör olmayan, yargının yürütmeyle bağlılığını görmektedir. Zaten son Anayasa Referandumuyla bu kayda da geçirilmiştir.

Son bir söz parlamenter muhaliflere: Demokrasiden söz açıyorsanız ve “Majestelerinin muhalefeti” olmayacaksanız, tabii ki emperyalistlerle aynı safta durmayacaksınız, ancak millilik kanıtlama peşinde AKP’yle ortak bildiriler de imzalamayacaksınız! Laf boldur. O kadar. Antiemperyalizmle bir alakaları yoktur. Damat “Türk ekonomisine etkisi olmaz” demiştir demesine, ama dolara şimdiden 5 TL’yi aşırtmışlar, yükü halka yıkmaya bakmaktadırlar.

ÖNCEKİ HABER

Danıştay: Ensar Vakfı ile MEB arasındaki protokol yasaya aykırı

SONRAKİ HABER

Erdoğan: ABD'nin bakanlarının mal varlıklarını donduracağız, varsa

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...