21 Temmuz 2018 22:07

Kaos kimseyi inandıramıyorsa, o zaman ‘lodos devam’ (1)…

Adnan Gerger yazdı: Lodos  Kerim Akbaş’ın şiirinde bir rahimdir. 

Fotoğraf: Unsplash

Paylaş

Adnan Gerger

Aramızda yaşayan biriydi, her zaman… İzbe, karanlık ve çöpü toplanmamış, kanalizasyonu açıktan akan bir ülkenin ıssız arka sokaklarında gezinirdi. Hırıl-tıyla uluma çığlıkla canhıraş bağırtı arasında gidip gelen sesler çıkaran gölgesi insan kendisi daha çok görülmemiş vahşi bir yaratığa benzerdi. Onu görenlerin zalimliği depreşir, boynuna zincir takarak sokak sokak dolaştırma isteği doğardı. Bunu herkes yapmak istemesine karşın yapmaya da kimseye cesaret edemezdi. Güç denilen şey iktidardır. Güçlü olsan da iktidara sahip olmadığında onun hiçbir anlamı yoktu. Sonra bu yaratığın bunu fırsat bilip o zinciri, zavallı insanların yaratılışta en az kendisi kadar zalim olan insanların boynuna fena halde dolayacağı da hesaba katılır, herkes suspus otururdu. Özce, bu coğrafyada paleolitik çağdan kalma gibi görünen bu yaratıkla yüzleşmeye kimsenin de cesareti olmazdı. Oysa o kendini tanıtmaya her an hazırdı:

“Ben kaos…”

Bu coğrafyada kaos, mantıksal olarak tarihin rahminden ters orantıyla doğar.  Kaos doğar doğmaz tüm çelişkisi, temel hak ve özgürlükleri, insanca yaşamı ve demokratik yönetim biçimini yok etmeye yönelir. Kaosun tüm varlığı toplumsal gelişimin üzerindeki yıkıcılığı üzerine kuruludur. Bu nedenle kaos bir korku figürü olarak zihinlere yazılır. Kaos, şüphe yok ki bu ceberut tavrını sanatsal üretim üzerinde de uygulamak istese de bazı yazarlara ve bazı şairlere söz geçiremez, kendisini inandıramaz. Hatta bu kaos, Kerim Akbaş gibi şairlerde insana ve sevdaya dair kaygıların edebi ve estetik boyutuyla ‘Vefa Apartmanı’(2) na “… Savaş yeni başlıyor, güneşle kaçamak bakışlarımız, diyorum/ uçurumlara kıyas ettiğimiz takvim; kimin göğsünde hangiyiz/ ben olaydan geliyorum, insanın kimsesizliğinden/ her gün yeniden pazartesi, bunların adı asayiş: hayat güzelmiş!/ vefa apartmanı’ndayız numara dokuzda, ışıklara taranıyorum/ her sayısı daha da ağır takvimin, sanki camlar kararıyor/gece yokuşlarında bir devriye rüyası daha dünkü gazeteler/sana şehri terk etmeyi öğreteceğim, o baş dönmesi bahçelerden/ unuttuğun yerde boşluğa, karşılaştığın gündüze, öğreteceğim/insanın nasıl kanayabileceğini günlüklerde./şimdi şehre dönmemiz gerekiyor değiştirmek için çamurun kaderini/yüzyılların kısa tarihi isimli kitapların editörlerini/saatleri,/not defterlerini,/katliamları,/diyarbakır’da dayımı…/ görmem gerekiyor./ …” dizeleriyle taşınır. Kerim Akbaş, madem kaos kendi vahşiliğini şiire inandıramadı (Hiçbir zaman da inandıramayacak) öyleye şiirin tüm disipliniyle ve alışılmış kalıpları yıkarak lodosu taşımak ister. Hem de öyle bir taşır ki, kaos varsa “Lodos Devam” der. Lodos  Kerim Akbaş’ın şiirinde bir rahimdir. 

Şiirde Kerim Akbaş gibi ’90’lı yılların çocuklarına “Akımsız Şairler Kuşağı -Can Yücel’e gönderme yaparak- ” ya da “Lanetli Şairler Kuşağı” gibi algılanabilir ama böyle nitelendirilmesine karşı çıkarım. Yanılıyorlar. Tamam, bu genç şairler lanetli bir kuşaktan geliyorlar. Tamam, “Lanetli Kuşağın Şairleri” olabilirler ama asla “lanetli şairler” değiller. Bu değerlendirmemin birçok nedeni var elbette. “Lanetli Şairler Kuşağı”, Fransız Şair Paul Verlaine’le birlikte Baudelaire, Rimbaud, , Mallarme, Lautreamont, Corbiere, Jules La Forgue’nun içinde yer aldığı dönemdir. Verlaine düşüncesinin yol çizdiği bu dönemde akıl ve sağduyuyla edebiyat ve felsefe birbiriyle kinle intikamla hesaplaşır. Akıldaki sınırlar kaldırılmış. Gerçeküstücülüğe yaklaşmışlardır.  Sonradan Mallarme, Blanchot’un yapıtlarında gönderme yaptıkları “yokluk metafiziği”nin kurmuşlardır. Ki etkilenen filozoflar arasında radikal bir metin okuma stratejisi olarak tanımlanan ve yapı sökümcülüğü  (dekonstrüksiyon) bulan Filozof Derrida’yı bile etkilemiştir. İçlerinden en güçlü şair olarak gösterilen Emile Nelligan’ın Baudelaire, Georges Rodenbach, Maurice Rollinat ve Edgar Allan Poe’dan etkilendiği söylense de kendilerine has tavırları dünyada büyük yankı bulmuş. Hatta bir nevi yeraltı edebiyatı diye adlandırılan “poetemaudit”’e ve bir dönemin (her yüzyıl) sonunda insanların değiştiğini ifade eden “fin de siècle” akımıyla ilişkilendirilen bu kuşağın son temsilcisi Jean Genet’tir. Genet, ünlü Amerikalı şair Charles Bukowski’yi de, kendi kuşağıymış gibi hisseder ve onu Amerika’nın “poetemaudit”si olarak görür.

Aslında bu ülkede kuşaklar her zaman lanetli… Bu nedenle bu ülkenin kuşaklarının lanetli olmaktan tutun da her kuşağın “Boom” edebiyatına teşne bir zaman dilimlerinden geçtiklerine yemin bile edebilirim. Hatta Kerim Akbaş’ın yaşadığı bu “kaos”lu yıllara “En lanetli kuşağın ikinci yeni akıncıları” tanımlanmasını bile yapabilirim. Belki ileride, şiirde bu gençlerin dönemi “Akıncı Şiir” diye tanımlanabilir. Bilmiyorum. Bildiğim tek şey, onlar şiirde edebi kaygıları en üst düzeye taşıyarak, sözcüklerin anlamlarını kırarak, şiirlerine geniş olanaklar (konu ve sözcük seçiminde) tanıyarak ona geniş özgürlükler tanımış ve aşkı, ve ayrılığı, ve kavgayı, ve özgürlüğü ve bilcümle toplumsal kaygıyı son derece estetiksel olarak içselleştirmiş şairler. İçselleştirmişler çünkü şiirde politik eleştiriyle ilgili bir dertleri olan şairler, bunlar. Elbette dünyanın tüm halklarını en gerici en bağ-naz en ırkçı düşüncelerle kuşatan ve onları tüm aygıtlarıyla ikna eden kapitalizm çılgınca bu etkisini sürdürecektir. Sürdürürse sürdürsün. Yaşam kendisini yeniden üretir. Üstelik, Antonıo Negri’nin dediği gibi yaşamın kendisini yeniden ürettiği her yerde sanat yaşamı kuşatır. Sanatsal yaratım hakiki bir doğuştur. Bireyin toplumsal yaşamın bir parçası olduğu bilincinin kötüye kullanılması ve çarpıtılması, sanatta, edebiyatta, romanda, müzikte de farklı anlayışlarla yapıtların sergilenmesine yol açar, açmalıdır da… Bu zor ortamda yapılan her sanatsal edim, kapitalizmin geçici zaferine karşı bir direniş olarak da algılanmalı. Şiirde politik eleştiri konusunun asıl mihenk taşını da oluşturan bir saptamanın hemen altını çizmek istiyorum. Sizin de kafanız karışmasın. Sorun burada ideolojik olma sorunu değildir. Yani ille bir şiir ideolojik yazılacak demek değildir. Önemli olan, Marx ve Engels’in de dediği gibi, bir sanat yapıtına politik ölçütlerle değil, sanatsal ve estetik ölçütlerle yaklaşılmasıdır.

Özce, kaos varsa lodos da var, her zaman… Bu böyle biline…

1- Lodos Devam: Kerim Akbaş’ın şiir kitabı.Toplam 64 sayfa. ‘Harabe Alanı’,  ‘Unvan Maçı’, ‘Bildiriler Asla Eskimez’, ‘Barut Artığı’ başlıklarıyla dört bölümden oluşuyor.(Edebi Şeyler -Ocak 2018)
2- a.g.e. Sayfa: 47

ÖNCEKİ HABER

Dörtnala

SONRAKİ HABER

Kazağını şafta kaptıran 4 yaşındaki Suriyeli çocuk öldü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa