21 Temmuz 2018 22:41

Murat Çetinkaya'ya: Müebbet, edebiyat ve eleştirinin özeleştirisi

Ayşegül Tözeren'den Murat Çetinkaya'ya mektup: Müebbet, edebiyat ve eleştirinin özeleştirisi

Fotoğraflar: Kitap kapakları ve Evrensel

Paylaş

Ayşegül TÖZEREN

Sevgili Murat Çetinkaya,

Haziran ayının son günlerinde bana ulaşan “görülmüştür” damgalı mektubunuz, mektubunuzla birlikte gelen Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi başlıklı kitabım üzerine düşünceleriniz, metnim üzerine bir kez daha kafa yormama neden oldu. Mektubunuzun girişindeki birkaç cümleyse beni onurlandırdı: “Oldukça cesur bir yaklaşım sergilemişsiniz. Bir kadının bu yönlü yaratıcı edimde bulunması ve belli yönleriyle öncülük misyonunu üstlenmesi de Atıayrı bir mutluluk konusu.”

Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi’ndeki iki bölümün dikkatinizi çektiğini belirtiyorsunuz. Birincisi Müebbet Edebiyat kavramı, ikincisi de kitabımdaki bir ifade: “Yeni ve özgür bir eleştiri var olmadığı sürece, ‘Ben buradayım ya da ez livirim sevgili eleştirmen, sen neredesin acaba?’ sorusu öksüz kalır.” Yani Oğuz Atay’la birlikte kavramsallaştırmaya çalıştığım “anlaşılma paradoksu”… Mektubunuzda bu iki kavramsallaştırmayı bir arada düşündüğünüzü belirtmişsiniz: “‘Müebbetlik’ yazarlar ve aynı düşünce değerler ekseninde hareket edenlerin ‘Ben buradayım (Ez livir im)’ söylemine yükledikleri anlamın çift yönlü olduğunu düşünüyorum. Ve bu algı ve yansıtma biçiminin değişik biçim ve düzlemlerde tartışılması gerektiğine inanıyorum. Zaten ‘anlaşılır paradoks’ dememin sebebi de budur. ‘Ez livir im’ söylemi birinci düzlemde varoluşsal bir bildirimde bulunmayı imler. Ki, kendi içinde paradoksu sabitleyen yöndür. Ben bunu Sartre’ın açıkladığı ve açımladığı ‘Bakış’ tematiği etrafında okunması, değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani, başkasının bakışına maruz kalma, bakan öznenin bakışına göre davranma ve bu yönlü eleştirisi yapılan kişi çevrenin bakışını önemser.” Kitap boyunca üzerinde durduğum yazarın anlaşılma ve görünme açmazına değinmişsiniz… Hem de mektubun sonlarına doğru Raskolkinov’dan bir ifadeyle: “Bir bit gibi de olsa gör beni.” Günümüzde süregelen “benden gözlerini çekme” çağında Raskolkinov sanrısının içinden sormuşsunuz: “Peki, özne ne kadar özgürdür?” Sorunuzun cevabını vermek isterim: Görünmek isteyen, hiç durmadan görünmek isteyen yazar, kendisine piksel piksel bir hapishane inşa etmekte… Retinadan ve kameradan tuğlalarla. Bunun yanı sıra, çağının önünde yazan ve sadece yazan nadir edebiyatçılarsa edebiyat kanonu, eleştiri kanonu hazırlıksız yakalıyor ve sükut suikastına uğruyorlar. Belki de bundan üçüncü bir ihtimalin, başka bir eleştirinin mümkün olduğu iddiasına sarılmaktayım. 

Sevgili Çetinkaya,

Müebbet Edebiyat’tan söz ettik. Ancak bu bir açık mektup olduğu için Müebbet Edebiyat’ın ne olduğunu da açıklamalıyız. Müebbet edebiyat, müebbete hükümlü yazarların, bir başka deyişle “ölünceye kadar” tek başına 6 adımlık bir dünyaya hapsedilmiş edebiyatçıların ürünlerinden mürekkeptir. Bunun bir sınıflandırma değil, kavramsallaştırma çabası olduğunun da altını çizmeliyiz.

Mektubunuzda ayrıca, JxJ Yayınevinden “Edebiyatta Toplumsal Cinsiyet” başlıklı bir kitabınızın okurla buluştuğunu yazmışsınız. Eleştiri tabağını boş göndermek olmazdı, ben de sizin kitabınızı temin edip, okudum. Dostoyevski, Kafka ve Yusuf Atılgan’ın metinlerinde toplumsal cinsiyetin izlerini takip etmişsiniz. Her bir yazarın erkek ana karakterlerinin bir kadını öldürerek ve böcekleşerek erkek olması izleğine dikkat çekmişsiniz. “Raskolnikov’u ‘Böcek’ haline getiren Paternal Otoriteyken, Raskolnikov’un böcek değil, insan olduğunu ispatlaması için bir kadını öldürmek zorunda oluşu sistemin kurucu zihniyetine bağlılığın somut göstergesidir,” diye kaydedip, ataerkil otoritenin açmazlarına Raskolkinov’dan bir ifadeyi ustaca seçerek değinmişsiniz: “Eğer başarsaydım sevinçle taçlandıracaktım, şimdi hapishaneyi boyluyorum.”

Kafka’nın romanlarında dünyanın özünün büro olduğunu keskin eleştirel bakışınız seçebildiğiniz gibi, Yusuf Atılgan’ın Zebercet karakterinin özünü de tek ifadede dile getirmişsiniz: “Yenemiyorum ama ben de öldürebilirim.”

Evet, ataerkil yasaya boyun eğen her erkek bir katil kurbandır. “Boyun eğen” ifadesini özellikle ekledim. Mektubunuzda yazmıştınız: “Adorno’nun ‘Yanlış hayat doğru yaşanmaz’ savını tekrarlamakla yetinmemeliyiz. Yanlışı bilerek ve anlaşılır kılarak, doğruyu kurgusal/kuramsal metinlerde inşa ederek, yaşam ve ilişkide doğru yaşamın zaten yanlış yaşama açık alan bırakmadığını ispatlamak gerekir.”

Binbir zorlukla okurla buluşturduğunuz eleştiri kitabı, benim için roman kuramı ve roman örnekleri içindeki toplumsal cinsiyet yansımaları bağlamında akıl açıcı oldu. Doğrusu, bu sözü kullandığım kitapların sayısı iki elin parmaklarını aşmaz. 

Mektubunuzu sonlandırırken, “…Bu son cümleyi yazarken gülümsedim, çektin mi?” diye sormuşsunuz. Gülümseyişinizi göremesem de, kitabınızı okudum. Hem mektubunuz, hem değerli kitabınız için bir okurunuz olarak teşekkürü sözcüklerin tam anlamıyla borç bilirim.
Sevgilerimle...

ÖNCEKİ HABER

‘Yahudi ulus devlet’ yasasını reddetme çağrısı

SONRAKİ HABER

Kırklarelililer taş ocağı ÇED toplantısını yaptırmadı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...