14 Haziran 2018 23:50

Metal işçisinden seçim yorumu: Kahraman aramaktan vazgeçmeliyiz

Bursa’da çeşitli fabrikalardan metal işçileriyle seçimleri konuştuk.

Fotoğraf: Onur Yurtsever

Paylaş

Muzaffer ÖZKURT
Bursa

Bursa, kayıtlı 700 bin işçinin olduğu bir kent. Renault, TOFAŞ, Bosch gibi tekeller ve bu tekellere üretim yapan yan sanayide çalışan 150 bin metal işçisi, 3 milyonun üzerinde nüfusu bulunan Bursa’nın ekonomik ve sosyal hayatına rengini veriyor. İşçiler, fabrikalarda en çok seçim, dolardaki artış, vergi adaletsizliği, yoksullaşma, emeklilik yaşının yüksek ancak aylıkların düşük olmasını tartışıyor. Bunlara 2015 Metal Fırtına döneminde yaşananlar, geçen MESS sözleşmesi döneminde grevlerinin yasaklanması da eklenebilir.

Dolayısıyla tüm bu tartışma konularıyla ilgili son yıllardaki olumsuz gelişmelerin sandığa da yansıması beklenir. Ancak referandumda ‘hayır’ demiş olsa da Bursa’da metal işçilerinin memnuniyetsizliğinin sandığa bütünüyle yansıtacağını söylemek bugün açısından mümkün görünmüyor. Peki neden? Bu sorunun yanıtını bulabilmek için Bursa’da çeşitli fabrikalardan işçilerle görüştük.

YİNE HERKES BORÇLU

İşçilerden en çok duyduğumuz söz “Ben çorbama bakarım”, “Belirleyici olan tencerede ne kaynadığı” oluyor. MESS sözleşmesinde “memnun edici” bir zam aldıklarını düşünen işçiler, aradan geçen 6 ayda aldıkları zammın fazlasıyla eridiğini söylüyor. Bosch’ta çalışan bir işçi gelinen noktayı şöyle anlatıyor: “Zammı alınca borcu daha rahat öder hale geldik ama bu bitti. Bir de vergi dilimine girince ücretler düştü. Şimdi herkes yine borçlu. Dolabında yine aynı şeyler var ve yine aynı yemekleri yiyor. Yani değişen bir şey yok. Sözleşme ilk bittiğinde bir sonraki sözleşme yüzde 5-6’ya biter diyenler şimdi ‘Kimse bize düşük zamla gelmesin’ demeye başladı. Yani sendikamız Türk Metal’in yüzyılın sözleşmesi dediği zam çoktan eridi, sıfırlandı.”

AKP’ye oy veren işçiler, bu durumun nedenlerine dair, hükümetin dilinden konuşuyor; “Dış güçlerin oyunu”, “Baronlar böyle istiyor”... İnce ya da Akşener’i destekleyenler ise yaşananlardan hükümeti sorumlu tutuyor, Erdoğan gittiğinde işlerin değişebileceğini söylüyor.

HEP İŞÇİYİ EZEN ÇARK

Ancak kime oy verirse versin, iktidara kim gelirse gelsin işçiler, kendileri açısından durumun düzeleceğini de düşünmüyor.

Erdoğan’a kesinlikle oy vermeyeceğini söyleyen ama oyunun rengini gizleyen Renault işçisiyle konuşuyoruz. “Patronlar kâr üzerine kâr elde ediyor, işçilerin durumu kötüleşiyor. Neden daha fazlasını alamasın işçi?​” diye soruyoruz. “Sen” diyor, “İşçinin tarafından bakıyorsun. Bunun bir de Renault ve devlet tarafı var. Sen ne yapıyorsun, ucuz işçilik satıyorsun. Renault iki dönem ilk 5’e girmeyen fabrikasına bir daha yeni proje vermiyor. Bir proje 5 yıl daha fabrikanın çalışması ve istihdam yaratması demek. Renault yönetimi soluğu bakanların yanında alıyor. Durum bu. Onlar da ‘Siz devam edin, işçi hep ister zaten, isyan ederse de biz bastırırız’ diyor. İsyan mı ettin, gidiyorlar Tayyip’in yanına, o da işte grevleri yasaklıyor filan. Çark böyle işliyor ve birileri hep kazanırken arasında ezilen işçi oluyor.”

“Akşener ya da İnce bu çarkı değiştirebilir mi?​” sorusuna ise o da, diğer işçiler de, olumlu yanıt vermiyor.

Örneğin İnce’ye oy vereceğini söyleyen bir başka Renault işçisi, “Bir sürü söz veriyor ama gelse yapacağını zannetmiyorum. Ama en azından şimdikinden kötü olmaz. Bunların döneminde ne adalet kaldı ne ekonomi” diyor. “Peki, bu ekonomik model değişmez mi?​” diye sorunca “Bilsem, ben de bir partiye üye olur kurtarıcı olurdum” yanıtını veriyor.

AH BİR KAHRAMAN ÇIKSA...

AKP’ye oy vereceğini söyleyen işçiler de Erdoğan yeniden seçilince kendileri için bir şey değişmeyeceğini biliyor. Hemen hepsi “Evet işçi için ve tarım için bir şey yapmadı, ama en azından hizmet getirdi” diye savunuyor Erdoğan’ı ve AKP’yi. Beklenti ise en azından mevcut durumun devam etmesi. Yani işini kaybetmesin, zorlansa da borcunu ödemeye devam edebilsin... Başka bir ifadeyle AKP kazanamazsa elindekini de kaybetmekten korkuyor.

Peki, nasıl düzelecek bu iş? Aldığımız yanıtlar, AKP’ye oy verenlerin de karşı çıkanların da, Erdoğan’a tapanların da nefret edenlerin de aynı fikirden beslendiğini gösteriyor: “Bir kahraman çıkacak ve bizi kurtaracak.”

Mesela İnce’ye oy vereceğini söyleyen bir Renault işçisi “Fabrikada bir sürü üniversite mezunu var. İçlerinden biri çıkar hem kendini hem bizi kurtarır” diye konuşuyor. Yine İnce’ye oy vereceğini söyleyen, yan sanayi fabrikasında çalışan bir kadın işçi “Ben Norveç’te yaşamak isterim ama bu ülkenin orası gibi olması için bir şey yapıyor musun dersen, hayır. Herhalde bir kahraman bekliyoruz” diyor. ‘Neden bir şey yapmıyorsun’un yanıtı ise “Çok borcum var” oluyor.

AKP’ye oy veren işçiler, yaşadıkları çelişkinin üstünü, A Haber’in “güllük gülistanlık memleket” haberleri ve Diriliş gibi dizilerle örtüyor. “Eli kılıçlı, vurduğunu deviren” bir döneme özlem duyan işçi, bu yolla kendine geçici de olsa yeni bir gerçeklik yaratıyor ve bunun elinden alınmasına da izin vermek istemiyor. Ama bir yandan da uygulanan ekonomik politikalar nedeniyle bu özlemin gerçek olamayacağını biliyor. “ABD ile ilişki kurmadan politika yapılmaz” deyip Kurtlar Vadisi Irak filminde Amerikalı askerlerin başına çuval geçiren film karakterini ayakta alkışlayan ruh hali, bu kez Diriliş dizisiyle karşımıza çıkıyor.

Peki, bir kahraman gelip işçileri kurtarır mı? İşçiler harekete geçmeden seçilecek bir cumhurbaşkanı işçilerin taleplerini karşılar mı?.. Sorular çok; yanıtlar ise tek kelime: “Hayır!”

BENİM GİBİ İŞÇİLER İLERİ ÇIKARSA...

Özellikle Metal Fırtına döneminde, iş birlikçi sendikacıları da bir kenara fırlatarak verilen mücadeleyi konuşuyoruz. İşçilerin OHAL’in ve grev yasaklarının ortadan kaldırılması, sınırsız grev hakkı, vergi adaletinin sağlanması, örgütlenme özgürlüğü, sendika seçme özgürlüğü gibi ortaklaştıkları politik talepler için mücadeleye girip giremeyeceğini soruyoruz.

Türk Metal’in ve Birleşik Metal-İş’in örgütlü olduğu fabrikalarda çalışan işçiler yine aynı yanıtı veriyor: “Sendikacılar ön ayak olmalı.” Sendikaların durumunu ise “Bürokrasi var, satılıklar, aldıkları aidatların üzerine yatıyorlar, işçi umurlarında değil” diye anlatıyorlar.

Bir Renault işçisi patronların daha çok kazanmak için her şeyi yaptığını, bantlarda yapılan değişiklik sonrası fazla sayılan işçilerin çıkarıldığını anlatıyor. Bosch’tan bir işçi patronun pazar tatilini kaldırarak 4’lü mesaiye geçmeye çalıştığını, Coşkunöz işçisi iki kişinin çalıştığı preslerde artık bir kişinin çalışmaya başladığını söylüyor. Renault işçisi “Sendika (Türk Metal) zaten Koç’un. Birleşik Metal-İş’in durumunu da gördük. Fabrika yönetimine gelince, işçileri zorla Türk Metal’e üye yapan bir anlayışla fabrikaya demokrasi filan gelmez. Bunu bu duruma getiren de devlet...”

Bütün bunları bildikleri halde, neden ‘Sendikacılar yapmalı’ diyorlar o zaman? Bu soruya yanıtları “Kimse kendini öne atmak istemiyor” oluyor. SCM’de çalışan işçi devam ediyor: “Benim gibi işçiler geri durmaz, ileri çıkarsa bu işler değişir. Başka türlü olmaz, ama...”

NE KADAR MÜCADELE O KADAR EKMEK

Bu noktada “İşçiler olarak daha rahat olduğunuz dönemler olmadı mı hiç?​” diye soruyoruz. Metal Fırtına sonrası MESS’ten alınan 3 bin 500 liralık ikramiyeyi, bu dönem yine TİS sürecinde sendikacıları sıkıştırarak verdikleri mücadeleyi ve aldıkları zammı hatırlatıyorlar. Bunlar en yakın örnekler... Daha deneyimli işçiler eskilerden de örnek veriyor.

Deneyimlerini konuştukça “Aslında ne zaman mücadele ettiysek, o zaman daha rahat ettik” sonucuna ulaşıyorlar. “Ama yine de” diyor Bosch’tan bir işçi, “İşçi için mücadele en son seçenek.”

KIRILMASI GEREKEN DUVAR

Bu durumu değiştirmeye çalışan işçiler de var. Bir Bosch işçisi, AKP’li, İYİ Partili ya da CHP’li işçilere bugün kullanılan hakların geçmişte işçilerin verdiği mücadele ve emekten yana politika yapanların çabalarıyla kazanıldığını anlattığını söylüyor.

Kimi AKP’li işçilerin, yaptıkları tartışmalarda sıkışınca, “Kafamı böceklendirme” dediğini aktaran işçi, yine de umutsuz değil. “Bugün sanki unutmuş, umurunda değil gibi görünebilir ama kesinlikle birikim yaratıyor. Kayıt alıyor işçi. Zamanı gelince de çıkarıyor. Unutmuyor” diye konuşuyor.

Bosch’ta sendika değiştirme girişimi döneminde “Patron kendi çıkarını savunur sen de kendi çıkarını savunacaksın” dediklerini hatırlatan bir işçi, “Seçimlerde de böyle olmalı. Ama politika denince işçilerin genelinde sadece oy vermek akla geliyor” diyor. Coşkunöz’den bir işçi alıyor sözü: “İşçi politikayla arasına hep bir set, duvar çekiyor. Milliyetçilikle çekiyor, dini inanışla çekiyor ama bu duvar kırılmadan da hep geriye gidiyor. Çünkü kim gelirse gelsin yaşamımızda bir şey değişmeyecek, bunu biliyor.”

Bu duvarı yıkma çabası içinde olan bir başka Bosch işçisi ise şöyle devam ediyor: “İşçilerin haklarını savunan bir politikayı savunduğunda marjinal diyorlar. Hayal olarak görüyorlar. Onlara göre devlet, sistem, düzen bu. Ancak sıkışınca, başka çaresi kalmayınca isyan ediyor ve yanındakiyle birlikte hareket ediyor. Bosch’ta sendika değiştirdiğimiz dönemde, Metal Fırtına’da olduğu gibi... Ama bunun değişmesi gerekir. Kahraman aramamamız gerekiyor. Politikayı sadece oy vermek olarak görmekten vazgeçmeliyiz. Biz bir sınıf olarak, işçi sınıfı olarak politika yapmadan, taleplerimiz için birleşmeden kim gelirse gelsin bu işlerin değişme, düzelme şansı yok.”

BEN BÖYLE BİR KUŞAK GÖRMEDİM

Fabrikalarda genç işçilerin sayısı hızla artıyor. Öyle ki Renault işçisi fabrikanın yüzde 25’inin henüz askerliğini yapmamış işçilerden oluştuğunu söylüyor. “Ben böyle bir kuşak görmedim. Hiçbir şey umurlarında değil” sözü, hemen her deneyimli işçinin dilinde.

Aralarında sadece telefon borcunu ödemek için 3-4 ay çalışıp işi bırakanlar var. Müdür, şef dinlemeden “Atar yapmak” bu kuşağın özelliği sayılıyor. Deneyimli bir işçinin yanına gelip “Bana artık böyle çalışacaksın dediler ama hakları var mı?​” diye sorup “hayır” yanıtını alınca “Çalışmıyorum” diye çıkışmaları normal karşılanıyor. Bosch’ta sadece genç işçilere özel kahvaltılar düzenleniyormuş. Yöneticiler onlara “Sizleri tanımak istiyoruz” diyorlarmış. Eski bir Bosch işçisi “İşe daha yeni başlamış, bakıyor etrafına, abi 30 yıl böyle çalışılır mı, diyor. Umurunda değil. Yap diyorum yapmıyor. Kaç yıldır çalışıyorum, bir kez yönetim bizi böyle çağırıp kahvaltı filan yapmadı” diye anlatıyor. Renault işçisi ise genç işçilerin eğitiminin önemine dikkat çekiyor: “Bir yandan da mücadeleye dair hiçbir şey bilmiyorlar. Birilerinin bu işçileri toplayıp eğitmesi, anlatması lazım.” Bir başka Bosch işçisi de bu dönemin geçici olduğu uyarısını yaparak, “Şimdi ne aile var, ne kira. İleride evlendiklerinde onlar da ehlileşecek. Bu nedenle şimdiden öğrenmeleri gerekir” diyor.

ÖNCÜLERİNE SAHİP ÇIKMAYAN BİR MÜCADELENİN İLERLEME ŞANSI YOK

Bursa’da konuştuğumuz işçiler, mücadelenin en önemli sorununun öncü işçilere sahip çıkamamak olduğunu söylüyor. Bir Renault işçisi “Metal direnişi bitti, TOFAŞ en öndeki 180 işçiyi işten attı. Renault ardından 120 işçiyi kapının önüne koydu. Şimdi revizyon dönemine giriyoruz bir işten atma daha olabilir diye düşünüyorum” derken, bir başkası ‘Metal Fırtına’dan bu yana 2 bine yakın öncü işçinin işten atıldığı bilgisini veriyor. Bu durum başka öncü işçilerin öne çıkmakta tereddüt yaşamasına neden oluyor.

Bir yandan da fabrikalarda bireysel kurtuluş fikri pompalanıyor. Daha rahat bir bölümde çalışmak, kariyer olarak yükselmek... Renault işçisi, “Bunu yapan fabrika yönetimi ama bunu idrak edemeyen işçinin kendisi. Bu çarktan kurtulmamız lazım” diyor.

Metal Fırtına döneminde işçi temsilciliği yürüten ve işten atılan bir işçiyle konuşuyoruz. İşçi sınıfının bir parçası olarak, sermayeye ve onun partilerine karşı olmaları gerektiği bilinciyle hareket etmeden, onların çizdiği sınırların dışına çıkılamadığını ifade ediyor. “Metal işçisi gelişen bütün olaylara politik bir mevziden yaklaştığı ölçüde sorunlarına gerçekçi çözümler üretebilir” diyen işçi, aksi durumda grev yasağına karşı, oy kullanarak bile tepki gösteremez hale geldiklerini dile getiriyor.

“Şu anda işçilerin geneli etrafındaki çemberi kıracak noktada değil. Düne göre rahatsızlıklarını ifade ediyor, tartışıyor ama mevcut burjuva siyasetiyle, partileriyle bağını kopardığı bir noktada değil. Her fabrikada direniş görmüş, deneyim sahibi işçiler var. Patlamalarda rol oynuyorlar ama bildiğini paylaşan, örgütleyen bir durumda değil. Öncü işçiler ya bekleyiş içinde ya da sadece çok yakın çevresiyle tartışma yürütüyor. Gören, farkında olan ama değiştirmek için risk almayan bir kesim var” diyen işçi, öncü kuşaklara sahip çıkmayan, korumayan bir mücadelenin ilerlemesinin zor olduğunu söylüyor.

ÖNCEKİ HABER

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın TRT'de konuşmayacağı ileri sürüldü

SONRAKİ HABER

Meksika’da seçim kampanyası döneminde 113 politikacı öldürüldü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...