26 Mayıs 2018 23:05

Ekonomide bir devrin sonu hangi devrin başlangıcı?

2001 krizine nasıl gidilmiş ve kriz sonrası neler yaşanmıştı? Sinan Alçın yazdı.

Görsel: Pixabay

Paylaş

Sinan ALÇIN

AKP Koalisyonunun 16 yıllık iktidar serüveninin başlangıcında temel itici gücü oluşturan şey, 2001 Krizinin toplumda yarattığı çaresizlikti. Dönemin sembol olaylarından ve Ecevit yönetimindeki koalisyon hükümetini iktidardan eden konulardan biri, başbakanlık merdivenlerinde borcunu çeviremeyen esnafın attığı yazar kasa olmuştu.

Önce 2000 Kasımındaki resesyon tüm topluma kesiliyordu. Yıllar içerisinde holding bankaları aracılığıyla hortumlanan milyarlarca dolar 2001 Krizi ile birlikte topluma fatura ediliyordu. Fatura yazımında Kemal Derviş imdada yetişmiş ve Güçlü Ekonomiye Geçiş Programını (GEGP) oluşturmuştu. GEGP esas olarak; birikmiş kamu borçlarının başta IMF olmak üzere uluslararası finans kapital çevrelerine ödenmesini garanti altına alacak tasarruf önlemleri ile reel ücretleri baskılayacak verimliliğe dayalı büyüme stratejisine dayanıyordu.

Neticede, 2002 Kasım seçimlerinde AKP Koalisyonu iktidar olurken de Genç Parti yüzde 7 oy alırken de, geniş halk kesimlerinin içine itildikleri işsizlik, yoksulluk ve gelir adaletsizliğine yönelik vaatler etkili olmuştu. 

TIKANMADAN, YENİDEN TIKANMAYA... 

GEGP uygulamaya konulmuş, iktidar el değiştirmiş ve 2001 çöküşünün ardından ekonomi 2001 öncesindeki duruma doğru yavaşça ilerlemeye başlamıştı. Çöküş sonrasının rutin çıkışı (2001’deki yüzde 9’luk küçülme sonrası) iktidarın başarı hanesinde gösterilirken, yeni birikim rejiminin de temelleri atılmaya başlanmıştı. 

MALİ DİSİPLİN HAVUCU

Esas olarak GEGP içerisindeki hedeflerden olan ‘mali disiplin’ 2002-2004 arasındaki “çıkış yıllarında” iktidarın temel başarı alanı olarak gösterilmişti. Temelde kamunun harcamalarının azaltılmasını ve belli kurallara bağlanmasını öngören mali disiplinin bütçe açıklarını azaltması ve hazine borçlanma gereği ve kamu borç stoğunu azaltması beklenir. Aradan geçen yıllarda kamunun borçlanma gereği görece azalırken özel kesim borçları (hem iç hem dış) astronomik ölçülerde arttı. Aslında devletin harcamaları değil kendisi azalıyordu…

BABALAR GİBİ SATMAK

Türkiye sermaye birikim serüveninde en önemli yapı taşını oluşturan KİT’ler her ne kadar 24 Ocak 1980 kararları ile özelleştirme hedefine alınmışsa da, aradan geçen 22 yıl (2002’ye kadar) hemen hemen ancak satış altyapısının oluşturulmasıyla geçmişti. AKP iktidarı Kamu İhale Kanunu ve Yerel Yönetimler Yasasında ardı ardına gerçekleştirdiği değişikliklerle, kamuya ait işletmelerin, taşınmazların ve doğa varlıklarının satışını başarmış(!) oldu. Dönemin maliye bakanı Kemal Unakıtan’ın deyişiyle: Babalar gibi satıldı KİT’ler…

SOSYAL HAK KALMADI SOSYAL YARDIM VAR

Özelleştirmeler nedeniyle işsiz kalan ya da geçici işlerde çalışmak durumunda bırakılan yüzbinlerce emekçi zaman içerisinde yoksulluğun kollarına itilirken, ellerinden alınan sosyal haklarının yerine de ayni veya maddi sosyal yardımlar devreye alındı. Sosyal bir hukuk devleti görüntüsünün aksine, isteyenin istediğine istediği biçimde ‘yardımda’ bulunduğu yeni düzen, seçim süreçlerine endeksli ödeme/güvence sistemlerine dönüştü. 

ULUSAL KRİZİ PERDELEYEN KÜRESEL KRİZ

2002-2004 arasındaki göreli yükseliş yerini 2005-2007 arasında geriye dönüşe bırakmış ve özelleştirme gelirleriyle harlanmış ekonomi ateşi neredeyse sönmeye yüz tutmuştu. Ekonomideki çıkış hikâyesinin sonuna gelinmişti. 

Bir yanda GEGP’in terk edilmek istenmeyen “verimliliğe dayalı büyüme stratejisi” ile işçi ve emekçilerin ücretleri baskılanıyor, çalışma konuşları ağırlaştırılıyor ve geniş halk kesimleri yoksulluğun kollarına atılıyorken diğer yanda, sermaye içinde yer değiştirmeler, mantar gibi türeyen yeni zenginler peyda oluyordu. Eşitsiz gelişimin yarattığı dengesizlikle 2017 yılında iktidarı büyük bir krizin eşiğine taşıyordu. Ama birkaç ay sonra dünya genelinde yaşanan kriz içeridekini gölgeliyor, bir anlamda içerideki alt üst oluş teğet geçiliyor ve günah küresel krizin oluyordu. 

EKONOMİDE KOZMETİK: KONUTÇULUK

Tıkanmaya çözüm olarak konut sektörü seçilmişti. Yeniden yapılandırılan TOKİ ve birleştirilen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı icraatlarıyla, ekonomide kozmetik döneme giriş yapılmıştı. Yeni bir birikim sisteminin gelişimini izlediğimiz bu yılları belki de en doğru tanımlayan söz, eski bakan Erdoğan Bayraktar’ın :”Rant olmadan kalkınma olmaz” sözüydü. 

Rant vardı. Devletten ihale kapan inşaatçılara kar da vardı. Ancak özellikle bu yıllarla birlikte Türkiye, başta İnsani Kalkınma Endeksi olmak üzere kalkınmaya ilişkin tüm sıralamalarda hızla aşağıya doğru inmeye başlamıştı. Rant varsa o ranttan beslenerek palazlananlar vardı. Palazlananlar palazlandıkça toplumun geneli daha fazla yoksullaşıyordu. 

KAPANMAYAN YARA CARİ AÇIK

AKP İktidarı boyunca hiçbir dönemde çözüm bulunamayan ekonomik sorunların başında cari açık geliyor. Üretimin büyük ölçüde dış girdiye bağlandığı ortamda cari açık kaçınılmazdı. Nasıl olmasın? Tarımdan hayvancılığa, bilimden, eğitime her alanda bir tasfiye süreci yaşanıyor ve üretim için gerekli üretim araçları ile yetişmiş emek-gücü ithal ediliyordu. Buna bir de atölye tarzı üretimin yaygınlaşması eklenince, çarklar döndükçe insan ve doğa eriyordu. Son ırmağın üzerine de HES kuruluncaya kadar da devam etti bu taşeron üretim hastalığı. 

ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ YER

Ekonomideki tüm bu serüven içerisinde belki de başrol oyuncusu hep dolar oldu. Hani 70’lerde Ajda Pekkan’ın “Aman petrol, canım petrol…” şarkısı gibi son 16 yıl da dolarla yatıp dolarla kalktığımız yıllar oldu. Onun için körfez sermayesine mi yanaşılmadı, finansal deregülasyon mu hızlandırılmadı. TL’nin değeri için 6 sıfır mı atılmadı, enflasyon hedeflemesine mi gidilmedi… Ama bir türlü TL’nin dolar karşısındaki ‘serbest düşüşü’ engellenemedi. 2002 yılı ortalaması 1.5 TL olan dolar bu yazının yazıldığı saat itibarıyla 4.71 TL düzeyine erişmişti. 

Bir ülkenin parasının değerini belirleyen şey nedir? 

Cevap basit: O ülkenin ekonomik performansı. Dış bağımlılığı yüksek, gelir adaletsizliği yüksek, sosyal hakları tırpanlanmış, tarımı erozyona uğramış, eğitim sistemi felç geçirmiş bir ekonomide ulusal paranın değeri yükselmez.

Bundan sonrasında ekonomide düze çıkılması için şu ana kadar ne yapılıyorduysa tersinin yapılması lazım. Seçim süreciyle birlikte ekonomide nasıl bir devire gireceğimiz konusu eski yolda ısrar ya da yeni yol arasında çatallanıyor. Ekonomide yeni yol için gelir adaletini artırıcı, çalışma koşullarını iyileştirici, kamusal hakları genişletici, yerli girdi (tarımsal ve sınai) üretimini teşvik edici, eğitim sisteminde bilimsel yöntemlerin benimseyen politikalar gerekiyor.

ÖNCEKİ HABER

TL’nin değer kaybını ‘kim’ durdurur?

SONRAKİ HABER

Tutuklu HDP MYK üyesi Ağaoğlu için özgürlük çağrısı yapıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...