19 Mayıs 2018 23:07

Hesabı sorulmayacak mı Kışladağ’ın?

On beş yıl önce genç ormanlarla kaplı tepelerde tek bir ağaç kalmamıştı. Tepe kalmamıştı daha doğrusu! Devasa bir ‘cehennem çukuru’ tepeyi yutmuştu.

Fotoğraf: Özer Akdemir/EVRENSEL

Paylaş

Özer AKDEMİR

Etrafında döndü durdu yerde yatan ölü kuzunun. Acı acı meleyerek döndü. Yönünü sürüye çevirdi, yürüdü üç beş adım, yine döndü. Koştu geldi ölü kuzunun yanına, uzun uzun kokladı. Göbek bağının olduğu yeri yaladı, hiç açılmamış göz kapaklarını, minik ağzının kenarını.

Çoban ilerde sürünün başında bekledi koyunu. Gütmedi sürüyü gürbüz otların olduğu yere doğru. Koyunun ölü doğan yavrusuyla vedalaşmasını izledi oturduğu yerden. Çoban köpeği de oturdu yanına. O da kafasını yere uzatıp bekledi.

Koyun, uzun dakikalar sonra, başını kaldırdı. Meleyerek etrafına baktı, umar gözlerle. Bir yardım gelmeyeceğini anladı. iri gözlerindeki hüzün büyüdü büyüdü. Son kez vardı ölü kuzusunun yanına. Son kez kokladı küçük gövdeyi baştan sona. Ve son kez öptü kuzusunu, boynundan. Yürüdü sürüye doğru!...

***

Sorumun bitmesinin ardından kısa bir sessizlik oldu telefonun karşı ucunda.

“Numaramı nereden buldunuz, önce onu bir söyleyin” dedi. Ses tonundan epeyce bir gerginleştiği anlaşılıyordu. “Siz sendikacı değil misiniz? Telefonlarınıza her yerden ulaşmam mümkün”. “Öyleyim tabii de...” cümlenin sonunu getiremedi, ne diyebilirdi ki?

Boşluktan yararlanıp yeniden sordum; “Madenden sizin üyeniz olan 300’e yakın işçinin çıkarıldığı, madenin kapatılacağı doğru mu?​” Ben soruyu sorana kadar ne diyeceğini de toparlamıştı sanırım, daha soruyu bitirmeden “Yok öyle bir şey kardeşim. İşçi çıkarımı falan söz konusu değil” dedi. Sesi hala gergindi. “Numaramı kimden aldığınızı söylerseniz...”

Sorusunu duymazdan gelip “teşekkürler, iyi günler” deyip kapattım.

Aradan on beş dakika geçmedi ki bu sefer o beni aradı. Yine telefon numarasını nereden aldığımı sordu ilk olarak. Ben de kendisine haber kaynağımı söylememin mümkün olmadığını usulünce anlattım. Asıl derdi bu değilmiş zaten. “Benim size görüş vermeye yetkim yok, onun için aradım” dedi. “Nasıl yani? Biraz önce işçi çıkarımı yok demiştiniz, bu bilgi doğru mu değil mi?​” Aynı şeyi söyledi; “bu konuda basına görüş verme yetkim yok”. Bu aslında bir anlamda olayın dolaylı olarak itirafıydı. Söylediği yalanın başına iş açmasından korkuyordu sendikacı.

Aldığım bilgi son derece güvenilirdi. Kaynağım, soruyu duyar duymaz anlatmaya başlamıştı, “Evet, doğru. Bugün itibariyle 280 sendikalı işçi işten çıkarıldı madende. Doğru düzgün bir gerekçe ileri sürmüyorlar. Madene iki ya da üç yıl ara verileceğini, sonra teknoloji yenilenerek yeniden işe alınacakları söyleniyor işçilere. Çıkarımlar basından gizleniyor. Zaten Uşak basını bunun haberini yapamaz. Sendikadan da ses çıkmıyor. Burnumuza kötü kokular geliyor. Bu geçici bir durum değil gibi”.

Bilgi almak için aradığım madene yakın İnay köyünden Muammer Sakaryalı, “geçen hafta yanından geçtik arabayla, maden hayalet gibi!” dedi. Görünen o ki “Avrupa’nın en büyük altın madeni”, Kışladağ’ı bir hırsız tedirginliği ile sessiz sedasız terk ediyordu!

***

Üç yıl önce bilirkişi keşfi sırasında devasa bir alana yayılan maden sahasını gezerken, bölgenin 15 yıl önceki hali gelmişti gözlerimin önüne. Daha altın madeni için kazma vurulmamışken, bu genç ormanlarla kaplı tepeleri, o tepelerin arasından, kızılçam ağaçlarının gölgesinde kıvrıla kıvrıla giden yolları anımsadım. O yol bizi Ovacık Köyü’ne çıkarmıştı. Köydeki ölüm sessizliğini bugün bile unutamam. Altın madeni sahasının ortasında kalan köyün tamamını satın almıştı şirket. Bir iki ay içinde de köyün boşaltılmasını istemişti. Köylülerin çoğu evlerini, sokaklarını arkalarında bırakıp göçüp gitmişti şehre. Kalan birkaç köylüden birisinin evine gittik.

Evin iri taşlarla çevrili avlusunda karşıladı bizi 70 yaşındaki Meryem Taşdöven nine. Elindeki toprak testiden su ikram etti. Arkasındaki duvarın üzerine sıralanmış sardunyalar, kadife çiçekleri, gülhatmileri sordum. “Bunları da götürecek misiniz?​” diye. Gözleri dolu dolu oldu. “Bu çiçekleri götürdük diyelim anılarımız, çocukluğumuz, gençliğimiz ne olacak? Ya mezarlarında bırakıp gideceğimiz ölülerimiz! Ya koyunları, kuzuları nereye götüreceğiz?​” dedi. Yarasına tuz basmıştım sorumla.

Yandaki evde ise başka bir hummalı çalışma vardı. Komşu Katrancılar köyünden Kamil Atılay daha bir yıl önce yapılan ve neredeyse hiç oturulmamış evin kapı, pencerelerini, ahşap kısımlarını söküyordu. “Ev sahibi Almanya’da. Herhalde içinde oturmak nasip olmadı” dedi.

***

Siyanür sızdırılan toprağın üzerinde gezerken herkes tedirgindi. Madencilerin ‘seyreltilmiş siyanür var borularda, bir zararı yok” sözlerine rağmen kimse damla damla siyanürün akıtıldığı dev gibi alanı gezmek istemedi daha fazla.

On beş yıl önce ormanlarla kaplı tepelerde tek bir ağaç kalmamıştı. Tepe kalmamıştı daha doğrusu! Devasa bir ‘cehennem çukuru’ tepeyi yutmuştu. O keşfin ardından madenin kapasitesini üç kat arttırma izni onaylandı. Eski haritalarda kalan Ovacık köyünün yanına yenilerini katacaktı, yeni köyleri yutacaktı maden!

***

Şimdi, sebebini kimsenin tam olarak bilemediği nedenlerde işçi çıkarıyor şirket. En  son gelen sayı 500 civarında ve daha da artacağı söyleniyor. Başka bir şirkete devir edileceği, siyasi iktidardan önemli birileri ile kar paylaşımında anlaşılamadığı gibi bir sürü bilgi havada uçuşuyor. İşçi işsiz kalırken, sendikası bu gerçeği gizliyor. Maden yetkililerinin ağzını bıçak açmıyor. Basında Avrupa’nın en büyük madeninin böyle sessiz sakin kapanmaya doğru gidişi haber dahi olmuyor. Bir zamanlar ormanlarında kekliklerin, ceylanların, tilkilerin dolaştığı, İç Anadolu’yu Ege’ye bağlayan Kışladağ viran edilmişti, talan edilmişti. Kaçıp gidiyorlar şimdi, “Dur, nereye? Burası aldığında böyle miydi?​” diyen yok nasıl olsa!

***

Yıllardır, yüzlerce kuzu ölü doğdu Kışladağ çevresinde. Yüzlercesi meleyemedi hiç, ağzı, çenesi, gözleri olmayanları saymıyorum. Ölü yavrusunu terk edemeyen koyunun acısına tanıklık ettik. Bütün bu acıları yaratan madenci şirketin hiçbir şey olmamış gibi, Kışladağ’ı viran edip kaçıp gitmesine izin mi verilecek şimdi? İçinde birazcık yurt, doğa, vatan, insan sevgisi olanlar dikilmeyecek mi karşılarına? Hesabı sorulmayacak mı Kışladağ’ın?

ÖNCEKİ HABER

Diş fırçası, takkesi haindir ‘öteki’si

SONRAKİ HABER

Hak-İş'ten hükümete kadro teşekkürü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...