16 Mayıs 2018 09:37

Barbie bizi bienale götür

Yeditepe Bienali, havuz medyasının dediği gibi birçok ilke sahip bir bienal: A101 gibi bir süpermarket zincirinin sponsor olduğu ilk bienal.

Görsel: Yeditepe Bienal afişinden

Paylaş

Musab Daud
Yıldız Teknik Üniversitesi

İstanbul’da yaşayanlar bilir, bu şehrin yaklaşık 30 yıldır İKSV bandrollü bir bienali vardır. Geçtiğimiz dönemde Mardin, Antakya gibi Anadolu şehirlerinde de bienal geleneği başladı ve çağdaş sanat Türkiye’de daha da yaygınlaşmaya başladı. Hatta 2010’da Bayburt’un bir köyünde açılan Baksı Müzesi, Türkiye’de çağdaş sanatın sandığımızdan daha da derinlere işlediğini gözler önüne seriyor. Yine İstanbul’da yaşayanlar görmüş olacaktır ki -görmemek mümkün değil ki- Türkiye’de yeni bir bienal doğdu: Yeditepe Bienali. 

Yeditepe Bienali’ni incelemeye afişi ve sloganından başlamak istiyorum. Afişe baktığımızda afişin yarı ebatlarında sponsor listesini görüyoruz. Havuz medyasının dediği gibi birçok ilke sahip bir bienal. Bunlardan biri A101 gibi bir süpermarket zincirinin sponsor olduğu ilk bienal. Cumhurbaşkanlığı himayesinde gerçekleşen ilk sanat etkinliğide diyebilirdik lâkin o unvan 1937’de Nazi Almanya’sında, Hitlerin Venedik'teki Alman Pavyonunu beğenmemesi üzerine açılan Dejenere sanat başlıklı sergiyle alındı. Slogan ise 16 yıldır inşa edilmeye çalışılan homojen ulus kültürünün en somut hali: “Senin bir sanatın var”.

POSTMODERN DÜNYA'DA YOĞURT YAPAN BARBIE

Şimdi Barbie bebek tarihi üzerinden çok kısa bir kültür tarihi anlatacağım. 20. Yüzyıl’da modernizm Avrupa merkeziyetçi salt bir kültür yaratmıştı. Barbie bebekler de buna uygun olarak Avrupalı “üstün” insanın fiziksel özellikleri olan sarı saç ve mavi göze sahiptiler. Bugün postmodernleşmeyle birlikte Avrupa merkeziyetçilik sınırlarına varılmış ve kültürel görelilik ivme kazanmıştır. Nedir kültürel görelilik? Kültürel göreliliğe göre, her kültür kendi içinde değerlendirilmeli, kültürler arasında bir derecelendirme yapılmamalıdır. Bunun üzerine Barbie bebekler de çeşitlendi. 1967 yılında ilk kez siyah bir Barbie denemesi gerçekleşti ama başarısız oldu. Fakat devamında çeşitlenmeye devam etti. İran için Müslüman Barbie, Akdeniz ülkeleri için buğday tenli Barbie, Asya için çekik gözlü Barbie gibi. Spesifik bir örnek olarak bu strateji Japonya’daki kızların kalbini kazanmaya yetmemişti. Firmanın Japonya’da piyasaya sürdüğü Avrupai özelliklere sahip olan Barbie, Japonlar tarafından tutulmamıştır. Bunun sebeplerinden biri, parlak sarı saçları, büyük mavi gözleri, beyaz dişleri, uzun bacaklarıyla Barbie’nin, Japon çocuklar için fazla güzel olmasıdır. Yani piyasaya sürüldüğü şekliyle Barbie, Japon çocuklarının estetik anlayışına uygun değildir. Piyasada tutulmamasının bir diğer sebebi ise Barbie’nin, Japon kültürel değerlerine de uygun olmamasıdır. Zira Japon kültüründe kadınlar, dişlerini göstermemek için gülerken ağızlarını elleriyle kapatmaktadır. Oysa Barbie, bembeyaz dişleriyle gülümsemektedir. Dolayısıyla Japonya’da piyasaya sürülen Barbie’nin görünüşü değiştirilmediği ve ağzı kapatılmadığı sürece başarı sağlayamamıştır. Avrupa merkezcilik ve kültürel görelilik konusunun bir yüzü ekonomiye dönüktür. Zira Amerikalı medya kuramcısı Schiller’e göre; ulus ötesi kapitalizmin global ürünlerini dünya çapında yayma gücü, kapitalist bir tek kültürün yayılması olarak yorumlanmalıdır. Ona göre kapitalizm, sadece global ekonomi ve politiği yapılandırmakla kalmamaktadır. Bu süreç içinde tüketim kültürünün değerlerini taşıyan, ticarileşmiş medya ürünlerinin dağıtımı yoluyla global kültürü de belirlemektedir. Yani globalizasyon sürecinde kültürlerin de, kapitalizmin bir ürünü olarak sunulduğu görülmektedir. Bundan sonra “olması gereken” yerel olanın globalleşmesi, global olanın yerelleşmesi, yani glokalizasyondu.

YERLİ VE MİLLİ SANAT

Yeditepe Bienali’ne dönecek olursak egemen sınıfların glokalizasyon denemelerinden biri olduğunu da görürüz. Klasik Türk Sanatı’nın globalleşmesi, bienalin ve çağdaş sanatın da muhafazakar kitlede yerelleşmesi hedeflenmiştir. Daha da dobraca söyleyecek olursak geleneksel kültürü tekrar küllerinden doğurup bunu Dünya’ya duyurmak ve Türkiye tarihindeki sanat faaliyetlerini hiçe sayarak “Milli sanat” için milat ilan etmek diyebiliriz. Geleneksel olanın yeniden tetiklendirilmeye çalışılma çabaları ise beyhude. Adorno’nun da dediği gibi bu eski kültür, eski toplumsal ilişkilerle beraber sönümlenmeye yüz tutmuştur. Bienalin sloganı, Klasik Türk Sanat’ını “Senin sanatın” şiarıyla yerli ve milli bir estetik anlayışı olarak pazarlamakla kalmıyor, hâlihazırda varolan bienallere de “Senin sanatın onlar değil” diyerek diğer her şeyde de olduğu gibi muhafazakâr olmayan halka sanat alanında da savaş açıyor. İşin ilginç kısmı çağdaş sanat eserleri arasında Venedik Bienali’ne katılabilecek düzeyde eserler olmasına rağmen, bienali himayesine alan Cumhurbaşkanlığı’nın çağdaş sanatı “monşer” işi olarak görmesi, Cumhurbaşkanı’nın bile yukarıda bahsettiğim glokalizasyon olayını anlayacak kadar sınıf bilincinin olmadığını gösteriyor. Kültürlerin iç içe girdiği çağımızda, özellikle de çok kültürlü bu kentte, “Senin sanatın” sadece Klasik Türk Sanatı değil; 3 katmanı olan bu kentte yüzyıllardır yaşamış, yeri gelmiş sürülmüş, yeri gelmiş sığınmış, yer gelmiş kaçmış, yeri gelmiş “padişahım çok yaşa” demiş halkların birikimidir senin sanatın.

ÖNCEKİ HABER

Salih Mirzabeyoğlu olarak tanınan Salih İzzet Erdiş hayatını kaybetti

SONRAKİ HABER

Yalan Haber 'Yerseniz' başlıyor!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...