12 Mayıs 2018 23:05

‘Biliyorum yenilenlerin de hikayesi olduğunu’

Dr. Volga Yılmaz Gümüş, Taha Ramazan Üresin’in ilk kitabı ‘Yoksulluk En Çok Çocuklara Değer’i yazdı.

Fotoğraf: İz Gazete

Paylaş

Dr. Volga Yılmaz GÜMÜŞ
Akademisyen, Çevirmen

Aslında hepimiz biliyoruz yenilen, yenilmeyen; yoksul, varsıl; yetişkin, çocuk herkesin bir öyküsü olduğunu. Bir kısmını anlatmaya değer, bir kısmını göz ardı edilebilir buluyoruz… Taha Ramazan Üresin, ilk kitabı Yoksulluk En Çok Çocuklara Değer’de kimi zaman görmezden geldiğimiz bireylerin, kimi zaman kulak vermediğimiz içimizdeki “ben”in tanıdık, ama bir o kadar da etkileyici öykülerini bizimle paylaşıyor. On dört öyküden oluşan kitabı, ilk okuduğumda, şöyle tanımlamıştım: “Birçoğu alışıldık afili mutlu sonların ötesine geçip küçük ve sıradan mutluluklarla sona ulaşan, romanlardaki kadar incelikle işlenmiş karakterler barındıran, biz orta sınıf insanlarını –çoğunlukla- uzaktan baktığımız, hatta görmezden geldiğimiz yaşamlara yaklaştıran samimi öykülerden oluşan bir derleme…”

‘GÜNLÜK YAŞAMDAKİ İKİLEMLERLE KARŞILAŞIYORUZ’

Yazar, edebiyat aracılığıyla insanı ve yaşamı anlama ve anlamlandırma çabalarımıza büyük bir katkı sağlıyor. Yazıya döktüğü günlük yaşam öyküleriyle ve görece mutlu sonlarıyla… Örneğin,”Sevinç” ve “Kavuşmak”ta çocukların küçük mutluluklarının biz yetişkinlere neler öğretebileceğini görüyor, “Çingene Çocuklarla Bir Pazar Sabahı”nda ön yargılarımızla yüzleşiyor, “Edebiyat Dersi” ve “Kehanet Avcısı”nda modern insanın günlük yaşamdaki ikilemleriyle karşılaşıyoruz. Bir taraftan çocuk çalışanları, işsizliği, yoksulluğu, ihmal edilen kız çocuklarını, kadının aile ve toplumdaki konumunu bir kez daha sorgulayıp edebiyatın toplumsal (ve) gerçekçi yönüne tanıklık ediyoruz. Diğer taraftan kendimizi karakterlerin beynine konumlanmış bulup edebiyat ve psikoloji arasındaki güçlü bağı bir kez daha gözlemliyoruz. Öyle veya böyle, her bir öyküyü okurken kendimizi toplumsal ve psikolojik sorgulamalar içinde buluyoruz.  Her şeyi ama en çok da insanı değersizleştirdiğimiz bu çağda, sıradanlıklar altına gizlenmiş derin öyküler bize her insanın anlatacak/anlatılacak bir şeyi olduğunu tekrar tekrar hatırlatıyor. Çoğu zaman ötekileştirdiğimiz ama aslında her gün iç içe yaşadığımız bireyleri fark etmemizi sağlayarak -aramıza koyduğumuz yapay mesafeyi daraltarak- bir anlamda toplumsal barışa katkı sağlıyor.

‘ONLARIN ÇARESİZLİĞİYLE EMPATİ KURMAMIZI SAĞLIYOR’

Kısa cümlelerin hız ve ritim kazandırdığı öykülerde ayrıntılı; ama aşırıya kaçmayan, kafa karıştırmayan betimlemeler zihnimizde hızla görsellik kazanıyor. Gerek dilde gerekse anlatıda dolambaçlı yollara girmeyen yazar bizi samimiyetine inandırmakta zorluk çekmiyor. Bizi yormayan, küçümsemeyen, pasifleştirmeyen her bir öykü, yazarın olmaktan çıkıp okurun öyküsü haline geliyor. Karakterleriyle, olay örgüleriyle ve betimlemeleriyle bütünlük taşıyan öyküler bizi çabucak içine çekip, karakterlerin yaşamına dahil edip onların çaresizliğiyle empati kurmamızı sağlıyor. Kimi zamansa satır aralarında, ama aslında karakterin benliğinde ona yol gösterecek bir çözüm ararken buluyoruz kendimizi.

Sonuç olarak, bir solukta okuyacağımız, sıradan karakterlerin içindeki “sıra dışılığı” fark ettiren, kolay okunan ama etkisi uzun süren öyküler tutuşturuyor elimize ve zihnimize Taha Üresin.

ÖNCEKİ HABER

Ercan Kesal: Popülerliğin ne olduğunu başıma gelince daha net gördüm

SONRAKİ HABER

Kutsanma-lanetlenme cenderesinde: Kadın ve anne

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa