19 Nisan 2018 07:26

12 Yaşında Matbaa, 18'inde Metal İşçisi...

İkitelli'de 11 yaşında çalışma hayatına başlayan 19 yaşında genç bir kadın işçi olan Burcu, çalışma hayatında yaşadıklarını Genç Hayat'a anlattı.

Paylaş

Kayhan GEYİK
İstanbul

İkitelli, İstanbul’un en kalabalık ilçelerinden Küçükçekmece’nin en yoksul mahallelerinden. Tokatlılarıyla meşhur mahalle, hep İstanbul’un en yoksullarını ağırlamış. En zor durumda olanlar; küçük atölyelerden, deri, matbaa vb. orta boy işletmelere ucuz iş gücü olarak sığınırlar. Parçalı nüfusu, sübyan okulları, uyuşturucu çeteleri, meslek liseleriyle Türkiye’yi “sömürü cenneti yapacağız” diyenlerin örnek mahallelerinden. Burcu, burada büyümüş, 19 yaşında bir genç işçi.

Burcu Seni tanıyarak başlayalım mı?

Orduluyum. Açık öğretim lisesinde okuyorum. Müzik dinlemeyi, dans etmeyi severim. 3. sınıfta liseyi (örgün eğitimi) terk ettim. 19 senedir İstanbul’da yaşıyoruz.

Liseyi terk dedin, neden?

Eğitim sistemiyle alakalı. Ben hukuk okumak istiyordum. Mesleki liselerde iyi eğitim verilmiyor. Genelde lise 4’te sanayiye gönderiliyor, orada çalışmaya başlıyorsun. Üniversiteye hazırlanamıyorsun. İyi bir üniversiteyi kazanamayacaksın, okuduğun bölüme dair bir üniversiteye gideceksin. En iyi durumda Edirne’de tesisat okuyacaksın. Yani Hukuk okumam imkânsız gibiydi. Tekrar tekrar sınava girmek istemediğim için açıktan düz lise okumaya başladım, Hukuk kazanabilmek ümidiyle. İlköğretimden bu yana da çeşitli aralıklarla hep çalıştım.

Nasıl çalışmaya karar verdin?

Ailemin çok fazla ekonomik kazancı yoktu. İstediğin bir şeyi alamıyor, ailenden de istemiyorsun. Babam inşaatta çalışıyordu, iş kazası geçirmişti ve sen giderek kendini yük olarak görüyorsun. Öyle bir psikolojiye giriyorsun. 5. sınıftayken sokakta saati 1 liraya çanta işi vardı. Çantanın içine bir şeyler koyup çanta imalatı yapıyorduk. Ailem sokakta oynadığımı zannettiği zamanlarda, gidip orada çalışıyordum.

ÇOCUK İŞÇİYE ÇOK İŞ, AZ ÜCRET

11, çok küçük bir yaş ama İkitelli'de sıkça rastlanan bir şey. Sen hangi iş kollarında çalıştın, çalışma koşullarından bahseder misin?

6. sınıfta hafta sonları matbaada “günlükçü” diye çalışmaya başladım. Normalde 30 TL, biz çocuk olduğumuz için 15-20 veriyorlardı. Ama bizden daha fazla iş bekliyorlardı, “senin enerjin daha yüksek, çocuksun, gençsin” diyerek. Çok fazla çalıştırıp çok az ücret verdikleri için çıktım.
Sonra sekreter olarak bir yere girdim, yine sanayi sitesinde tekstil ürünleri. Burada da kadın kimliğini keşfediyorsun, aynı zamanda keşfediyorlar. Nasıl bakıldığını görüyorsun, rahatsız oluyorsun, taciz vs. buradan da çıktım. Daha çocuğum yani. Bakışlar, yol boyunca edilen laflar, hep böyle bir psikolojik baskı yaşıyorsun bir taraftan.

Liseyi bıraktığım zamanlarda Teknotel’e girdim. Genelde metal işiydi, ağır işti. Kaynak, elektro kaynak kullanıyor; taşlama, punta yapıyordum, taş makinesinde çalıştım. Çalışma koşulları sıkıntılıydı. İşveren servis ayarlamıyor, sabah minibüslerine binmeye imkân yok, tıklım tıklım. Ancak dışarıya sarkarak gidebiliyorsun, bu da bir kadın açısından çok mümkün değil. Mecburen yürüyerek gidip gelmek zorundasın. 6’da kalkıp 2 kilometre yürümek zorunda kalıyorsun. Kahvaltını mecburen 4 saat sonra, imalathanede tozlu bir ortamda yapıyorsun. 8-9 senedir, 8 saatlik çalışma diye bir şey görmedim. 10-12 saat çalışıp çok düşük mesai ücreti alıyorsun. Yemek molamız en fazla yarım saat, dinlenemiyoruz. İşyerinde basit şeylerden mahrumuz, mesela üzerimizi değiştirecek bir yer olmadığı için tozlu kıyafetlerle gelip gitmek zorunda kalıyoruz.

Tuvaletlerin temiz olmayışı bir yana, gereken asgari malzemelerden bile kâr etmeye çalışıyorlar. Mülteci işçiler varsa işletmede, tuvalet temizlemek gibi iş tanımında olmayan şeyler yaptırılıyor. İş kazası geçirdim 2 kere, doktora da götürmüyorlar, şikâyet edebileceğin bir yer yok. Kaynak makinesine uzun süre maruz kalınca yüzünde yanmalar oluşuyor ama hem maske önlemi alınmıyor hem tedavini hiçbir şekilde karşılamıyorlar. Aynısı sigorta için de geçerli, yatırmadığını fark ettiğinde kime şikâyet edebilirsin? Çünkü çocuksun, görünmüyorsun.

Biraz çalışma hayatı dışında neler yaptığından konuşalım. İstanbul'da genç olmak nasıl bir şey, gezebiliyor musun? İstanbul aynı zamanda, geçtiğimiz yıllarda kültür, sanat başkentiydi Avrupa'nın...

Sabah 8, akşam 8 çalışıyorum. Yemek, duş derken zaman kalmıyor bir şeye. Cumartesi de işveren seni çalıştırmak, enerjinden faydalanmak istediği için çalışıyorsun. Pazar günü çalışmasan da çok yorgun olduğundan gezemiyorsun. En fazla iki kere Taksim’e gitmişliğim var, bir kere de Ada’ya gitmiştim. Bir kere tiyatroya, bir kere de sinemaya gittim. Onlara da işten çıktığım, işsiz kaldığım bazı aralıklar oluyor, o aralarda gittim. Mesela ben hiç tatile gidemedim.

'2 FITIK SAHİBİ OLDUM BU YAŞTA'

İşsiz kaldığını söylüyorsun ama "ülke'de işsizliğin olmadığına gençlerin iş beğenmediği"ne dair bir açıklama gelmişti hükümetten, ne dersin?

Metalden marangoza her işi yapıyorum, nasıl iş beğenmemiş olabilirim; ben her işi yapıyorum ama hakkımı vermiyorlar. Fazlaca emeğimi sömürüp uzun saatler çalıştırdıkları, yemek molası vermedikleri için böyle bir şey oluyor. Tembellik, iş beğenmeme durumu yok. Herkes eve ekmek götürmek derdinde.

Günün nasıl geçiyor, kendine hiç mi vakit ayıramıyorsun, toplumun geleneksel vakit geçirme yöntemlerinden biri diziler; akşamları dizi izlemeye de mi vakit kalmıyor?

Gün içinde çalışma çok yorucu ve kendine vaktin kalmıyor. Örneğin verim için tekstilde makineye cihaz yerleştirdiler, 5 saniyede iş çıkarman gerekiyor. 2 tane fıtık sahibi oldum bu yaşta. Sonra, ben rock dinlemeyi severim ama iş yerinde ne çalarsa onu dinliyorsun. 50 kere aynı şarkı çalıyor. Eve gittiğimde de dizi izlemiyorum pek çünkü hangilerinin izleneceği babamın ve abimin kontrolünde. Savaş dizileri seviyorlar, ben onları izlemek istemediğim için odamda dinleniyorum.

Gündemi takip edebiliyor musun?

Çalıştığım zamanlarda bir şey takip edemiyorum. İş yerinde köle gibiyiz zaten, molalar yetersiz hatta onlardan bile çalıyorlar. 3-5 dakika önce zil çalıyor ya da çağırıyorlar. Eve geldiğimde sosyal medyadan takip ediyorum.

İkitelli, mülteci çocukların da fazlaca yaşadığı bir yer, onların çalışma koşullarına dair gözlemlerin oldu mu?

AKP’nin Suriye politikasının bir yanı mültecileri getirip ucuza çalıştırmak. Bunun için de savaşı gerekçe gösterdi. Sigortaları yok, sosyal hakları yok. Mesela bize yemek kartları veriyorlar en azından ama mültecilere verilmiyor. Bazıları, bazı günler 24 saat çalışıyor geçinebilmek için.
Çocuklar daha kötü koşullarda çalışıyorlar. En azından biz “emeğimin karşılığını vermiyorsan çıkıyorum” diyebiliriz ya da itiraz etme hakkı doğuyor. Mülteciler hiçbir hakkını bilmediği için ve bir yere şikâyet edemediği için daha kötü durumda. Diğer taraftan bizim de şikâyet edeceğimiz bir yer kalmadı, en azından çabalamaya kendimizde hak buluyoruz. OHAL’in başından bu yana şikâyet etmeye korkuyorsun patronu çünkü OHAL nedeniyle haklarını savunman, grev, eylem yasak, o yasak, bu yasak. Hareket etmen engelleniyor.

Birlik Mücadele ve Dayanışma günü olan 1 Mayıs yaklaştı...

Çalıştığım hiçbir işyerinde 1 Mayıs’ın tatil olduğunu görmedim ama işçilerin gözlerinde katılma isteğini görüyorsunuz. Ben kendi imkânlarımla katılmaya çalıştım. Genç işçilerin 1 Mayıs’ta alanlara çıkması, taleplerini, emeklerini savunması gerekiyor. Çocukların eğitimini sürdürmesi lazım, parasız ve eşit eğitim sağlanmalı. Çocuk işçiler, 1 Mayıs’ta eğitim hakları için de alanda olmalılar.

Var mı anlatacağın ilginç bir anı?

43 kiloyum, patron bana “50 kiloluk koliyi kaldır” diyor. Ben onu nasıl kaldırayım? Zaten aşırı yoruluyorsun. O kadar yoruluyorum ki girip tuvalete uyuyorum 15-30 dakika falan, dayanamıyorum çünkü. Telefon alarmını kuruyorum ki patron fark etmeden çıkayım. Bir kere unutmuşum. 1,5 saat sonra kapıya vurduklarında uyandım “itfaiyeyi çağıracağız seni çıkarmak için” diye bağırıyorlardı. Çalıştığımız son işyerinde mesai saati 8.30 olmasına rağmen patron kadın işçilerin 8’de gelip çay demlemelerini istiyordu. İş güvenliği denetimi yapıldığında, bu malzemeler sadece denetim günleri dağıtılıyordu. Denetimden sonra toplanıp denetimin olacağı diğer şubeye gönderiliyordu. Denetim için bile paraya kıyıp eldiven, maske gibi koruyucuları almıyorlar!

ÖNCEKİ HABER

2000'li yıllar: Özelleştirmeye karşı mücadele

SONRAKİ HABER

Babam ve oğlum

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...