23 Mart 2018 23:51

Fransa emekçileri ayakta

Avrupa'nın gündeminde bu hafta Fransa emekçilerinin eylemleri, İngiliz işçilere yapılan dayanışma çağrısı ve Almanya'da kurulan yeni hükümet vardı.

Fransa emekçileri ayakta

Fransa Cumhurbaşkanı iktidara geleli daha bir yıl olmadı, fakat toplumunun tüm emekçi kesimine yönelik saldırıları art arda gündeme getiriyor. “İş yasası” ile esnek çalışmanın esas kural haline getirilmesine yönelik önemli bir adım attıktan sonra eğitim, sağlık, demir yollarında çalışan memur ve emekçilere ciddi saldırılar gündeme getirdi. Son olarak devlet demir yollarının özelleştirilmesini gündeme getirmesi ve bunu da kararnamelerle onaylatma kararı, bardağı taşıran son damla oldu. 22 Mart Perşembe günü tüm kamu sektöründe büyük bir grev gerçekleşti ve ülkenin 180 ayrı noktasında gerçekleşen gösterilere toplam 400 bin emekçi katıldı. Emekçilerin mücadelesi yanı sıra düne kadar parçalanmış sol siyasi partilerin de bir araya gelmesine neden oldu. Bir önceki dönem iktidarda olan Sosyalist Partinin (PS) dışında bir araya gelen 10 siyasi parti kamu emekçilerini destekleme çağrısında bulundu. 

İNGİLİZ İŞÇİLERE DAYANIŞMA ÇAĞRISI

İngiltere’deki Morning Star gazetesi Macron’un demir yolu işçilerine yönelik saldırısını 1980’deki İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’in işçilere ve kamu sektörüne yönelik saldırısına benzetiyor ve İngiltere’deki işçilerin Fransız işçilerin mücadelesini koşulsuz destekleme çağrısı yapıyor. 

ALMANYA’DA YENİ HÜKÜMET

Almanya’da yeni hükümetin göreve başlaması en önemli gündem maddesi oldu. Başbakan Merkel’in 4. başbakanlık dönemiyle ilgili konuşması, ülkedeki eşitsizliği gidermeye dair çözüm ihtiva etmemesi nedeniyle eleştirildi. Merkel konuşmasında her şey olup bittikten sonra Afrin konusunu da ele aldı ve Türkiye’yi eleştirdi. 


KAMU HİZMETLERİNİ SAVUNALIM! DEMİR YOLU İŞÇİLERİYLE DAYANIŞMAYA!*

Uzun yıllardır art arda gelen hükümetler, iklime, eşitliğe ve toplumsal olana karşı özelleştirme seçeneğini tercih ettiler: Demir yollarına yapılan yatırımlar kısıldı ve mal taşımacılığının TIR’lara doğru kaymasını teşvik eden otoban ve otobüslere büyük yatırımlar yapıldı. 1997’den bu yana ve Fransa Demir Yolları Ağı RFF’nin kurulmasından itibaren, Fransa Devlet Demir Yolları Şirketi (SNCF), demir yolu işçilerinin sosyal bütünlüğünü parçalamak ve Avrupa “direktiflerinin” öngördüğü özelleştirmelere devam edebilmek için art arda farklı bütünlüklere bölündü. 

Bugün Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un yaptığı ise SNCF’i parçalama mantığını sonuna kadar zorlamaktır. Avrupa’nın her yerinde uygulanmak istenilen bu reçeteler tren hatlarının yok olmasına, fiyatların patlamasına, alt yapı ve vagonların çürümesine ve mülk taşıma bölümlerinin yok olmasına yol açtı. Bu faturayı üç boyutuyla tüm toplum ödeyecek: Mali yük olarak, bölgesel eşitsizliklerin körüklenmesi ve hava kirlenmesinin artmasıyla sağlığın kötüleşmesi faturaları topluma kesilecek. 20 yıldır sürekli derinleştirilen liberalizasyondan sonra -ki üst üste biriken Avrupa direktifleri de aynı yöne gidiyor- Macron, yolcular ve bölgesel kalkınma açısından tüm olumsuzluklarına rağmen demir yolu kamu hizmetini kararname yoluyla adeta öldürmek istiyor. Bunu yapabilmek için ise demir yolu işçilerini sıkıştırmak istiyor, onları özel ayrıcalıkları olan kişiler olarak tanıtıyor, tıpkı dün emeklilerin, öğrencilerin ya da işsizlerin Fransa’ya ekonomik olarak yük olarak tanıtıldığı gibi. 

Oysa ki gerçek tamamen farklıdır: Bu işçiler gelecek kuşakların işini koruyabilmek için mücadele ediyorlar. 

BU BİR EŞİTLİK MÜCADELESİDİR

Tren sadece bir taşıma aracı değildir, bir kamu hizmetidir, ülkenin ekolojik dönüşümünün aracıdır ve bunların sadece büyük metropollerin kapısında durdurulması da kesinlikle kabul edilmez. Demir yolları kamu hizmeti her şeyden önce bir eşitlik mücadelesidir.  

Genelin hizmetinde olması gereken bir kamu hizmetini CAC 40’lardan** birisi haline dönüştürme sürecini tamamlamak isteyen bu hükümete karşın, demir yolu işçileri şirketin ekonomik durumunun sorumlusu değillerdir. Aynı şey, ev yardımının bir kısmı kesilen öğrenciler, vergisi arttırılan emekliler, çalışma koşulları kötüleşen sağlık emekçileri, işsizler ya da tüm memurlar açısından söylenebilir. Hatta tamamen onur kırıcı politikalara maruz kalan göçmenler açısından da bu böyledir...

Macron ve Başbakan Edouard Philippe, şamar oğlanı mı bulmak istiyor? Bizler kolektif olarak bu kesimlerin yıllardır yürütülen liberal ve tüm Avrupa’da aşırı sağın yükselmesini açıklayan bu politikaların mağdurları olduklarını belirtiyoruz. Bölünmemizi mi istiyorlar? Bizler her vatandaşın, başta demir yolları olmak üzere, tüm kamu hizmetine ulaşabilmesini savunmak için demir yolu ve memurların yanında, sokaklarda olacağımızı ilan ediyoruz, tüm yolcuların çıkarları da buradadır.  

* Liberter Alternatif (AL), Yeşiller Partisi (EELV), Birlikte örgütü (Ensemble), Demokratik ve Toplumsal Sol (GDS), Kuşaklar (Géneration.s), Yeni Antikapitalist parti (NPA), Fransız Komünist partisi (PCF), Fransa İşçileri Komünist Partisi (PCOF), Sol Parti (PG), Cumhuriyet ve Sosyalizm Örgütü (République et Socialisme)

** Paris borsasının seyrini belirleyen ülkenin en büyük 40 tekeline verilen ortak ad.  

(Çeviren: Deniz Uztopal)


FRANSIZ İŞÇİLERİ AB’NİN DOST OLMADIĞINI BİLİYOR

*Beni Macron öldürdü
Beni Macron öldürdü

The Morning Star

Fransız işçilerinin, kamu hizmetleri ve işçi haklarını korumak için ülke çapındaki seferberliği, ve daha fazlasını yapacağının sözünü vermesi Britanya’daki yoldaşlarının koşulsuz desteğini hak ediyor. Eylemlerin de gösterdiği gibi, Britanya’da kendini kandıran sendikacıların aksine, Avrupa Birliği’nin işçi hakları için çok güzel ve rahat bir yer olmadığını Fransız işçileri çok iyi anlıyorlar.

Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un zor kazanılmış haklara, özellikle de demir yolu işçilerine ve kurumlarına yönelik saldırısı Margaret Thatcher’in 1980’de işçi sınıfına karşı yürüttüğü kampanyalar ve ardından John Major ve Tony Blair hükümetiyle devam eden saldırılara benziyor.

Geçen yaz başkanlık kararnameleriyle hayata geçirilen son saldırılar -özellikle küçük ve orta boy işletmelerde- seçilmiş sendikacılara ayrılan faaliyet zamanına erişim, iş verenlerin varolan çalışma koşullarındaki değişiklik önerilerini anayasal zorunluluk gereği sendikacılara danışması yerine sendikacı olmaları gerekmeyen personel temsilcileriyle görüşmesine izin verilmesi, hepsi Nazi işgalinden sonra yasalaşmış haklara yönelikti. 

Daha büyük, 50 veya daha fazla işçi çalıştırılan işyerlerinde, “düzenleme” adı altında iş konseylerini sağlık ve güvenlik komitesi ile birleştirip biçimsiz bir sosyal ve ekonomik konseye (CSE) çevirerek sendikaların bağımsız rolü azaltıldı.

İşverenler “rekabet” sözcüğünü kullanarak işten atabilecek, maaşları ve iş saatlerini düşürülebilecekler, çok uluslu şirketlerde olduğu gibi sendikaların mahkemeye başvurma hakkı, yurt dışı kazancı bu tutumu haklı gösteren bir unsur kabul edilerek, engellenecek.

Macron’un kararnameye başvurması, çoğunlukta olmasına rağmen Ulusal Meclisi devre dışı bırakması, parlamenter bir direniş öngördüğünü ve politikalarını tartıştırma konusunda güvensiz olduğunu gösteriyor.

Macron ve sınıf müttefikleri bir çok protestoyu ve yürüyüşü atlattı ama bu son eylem, direnişi başka bir boyuta yükseltti.

Geniş çaptaki grevler, 140 kasabada ve şehirde gerçekleşen yürüyüşler ve protestolar, Fransız işçilerinin ve sendikaların, yaşam standartlarına ve kamu sektörüne yönelik saldırıların büyüklüğünü anladığını ve direnmeye hazır olduğunu gösteriyor.

AB Komisyonundan ise mücadele yürüten Fransız işçiler için dayanışma deklarasyonu çıkması söz konusu olmayacak.

AB’nin işçi haklarını desteklediği masalı, ana akım patronların, şirketlerini, diğer acımasız barbar patronlardan korumak için, işçilere asgari bir standart yaratılmasını desteklemelerine dayanıyor. 

AB Komisyonu Macron’un demir yolu “reform”unu destekliyor çünkü Brüksel’in uzun vadeli, şirket “verimliliği” ve kârı maksimize etmek için dar rekabet ve ihale temelli yaklaşımı Avrupa Birliği genelinde dayatma planının bir parçası olarak ortaya çıktı. 

İşçi Partisinin tren yollarını şu anki özelleştirilmiş kaostan kurutarak, hatların ayrı yönetilmesi ve bayiliklere bölünmesinin yerine kamulaştırılmış tek bir sisteme geri dönülmesi politikası mevcut ve giderek de katılaşacak AB yasaları reddedilecektir. 

Fransız demir yolu işçileri, Britanya’dakiler gibi, yaşama standartlarını, sanayilerini ve toplumlarını koruyan ve bunun için savaşacak işçiler olarak biliniyor. Önümüzdeki üç ay boyunca da her hafta iki gün grev kararı aldılar. 

Benzer faktörler Fransa’nın hükümetlerine ve AB’nin yüksek mevkilerindeki destekçilerine karşı kazanmak zorunda oldukları bir mücadeleyi başlatmış olan diğer kamu emekçilerini de etkiliyor. 

Britanyalı sendikacılar, Kanal’ın öbür tarafındaki yoldaşlarıyla el birliği yapmalı ve destek çağrılarına olumlu cevap vermeliler. 

(Çeviren: Çağdaş Canbolat)


MERKEL BİLDİĞİNİZ GİBİ...

Anna LEHMANN
TAZ

Başbakan Merkel, yeni çalışma dönemine öz eleştiri vererek başladı. Bölünmüş bir ülkeden söz etti, Hristiyan Birlik Partisi (CSU) milletvekillerini eleştirdi ama sonunda her zamanki Merkelvari dengesini buldu. 

Angela Merkel, 2014 yılında, üçüncü başbakanlık dönemi konuşmasını yaptığında gazete yorumları, “sıkıcı”, “uyutucu” ve “performansı düşük” şeklinde olmuştu. Yeni bir Büyük Koalisyondan (GroKo) başka ne beklenebilirdi ki? Sonra ülkeye mülteciler geldi. 2015 yılında önce Suriye, sonra da başka ülkelerden mülteciler Almanya’ya sığındılar. İngiltere halkı, Avrupa Birliği’nden çıkma kararı aldı ve yapılan federal seçimlerden ırkçı AfD, üçüncü büyük parti olarak çıktı. Bunlar, Merkel’in 2014 konuşmasına girmeyen konulardı ama Almanya’yı epey değiştirdiler ve değiştirmeye hâlâ devam ediyorlar. 

Angela Merkel, birkaç gün önce 4. başbakanlık dönemi konuşmasını yaparken bu konulara değinmeyi unutmadı. Evet, yukarıdaki üç olayın gerçekleşeceğini öngörememişti... Hiçbir yanını gizlemeye kalkışmadan bölünmüş bir ülkeyle karşı karşıya olunduğundan söz etti. Alışılmadık derecede öz eleştirel, hatalarının çoğunu kabullenen bir konuşma yaptı. Türkiye’nin Afrin’de yaptıklarını eleştirdi, Trump’ın gümrük cezalarına yaptırımlarla karşılık verilebileceği tehdidini savurdu ve konuşmasının doruk noktasında CSU İçişleri Bakanı Horst Seehofer ve aynı partinin Bavyera Eyaleti Meclis Grubu Başkanı Alexander Dobrindt’i açıkça eleştirdi: Hayır CSU’lu politikacıların söyledikleri doğru değildi, İslam Almanya’nın bir parçası haline çoktan gelmişti. Bu eleştiri cuk diye oturdu.  Oturdu ama bir yeni dönem konuşması için yeterli olmadı. Merkel, gelecekle ilgili büyük planlarını sanki son başbakanlık dönemi konuşmasını yapıyormuşçasına açıkladı. Önümüzdeki dört yıl içerisinde toplum daha insani bir hale gelecekti, dijital döneme geçiş başarılı şekilde gerçekleşecek ve Avrupa Birliği yeni hareketlenme döneminde hızla ilerleyecekti. Bu insani, küreselleşmiş ve dijitalleşmiş güzel dünyaya nasıl erişileceğiyle ilgili bir stratejinin olmaması ise en büyük eksiklikti. Örneğin konuşmada Almanya’da servetin adil olmayan dağılımına veya komşu ülkelerde artmakta olan AB’ye yönelik kuşkulara karşı tek kelime yoktu.  Bunun yerine Merkel, her zaman yaptığı gibi neler yapmak istediğinden, belli konularda kurulacak komisyonlardan bahsetti ve kendisinin görevini şimdiye kadar olduğu gibi çalışkan şekilde sürdüreceği sözünü verdi. 

Avrupalılar açısından Merkel’in söyledikleri muğlak ve hayal kırıcı oldu. Onlara göre GroKo, belki de AB’yi kararlı şekilde savunan son Alman hükümetiydi ve bu nedenle Almanya’dan beklentileri hayli büyüktü. Almanlar açısından ise büyük bir hayal kırıklığı yaşanmadı. Merkel, olduğu gibi kalmıştı, ta 13 yıl önce ilk başbakanlık dönemine başladığı gibi. Verdiği mesaj da kısaca “Yeni bir şey söylememe gerek yok, beni tanıyorsunuz zaten” şeklindeydi. Ancak her görev döneminde beklenmeyen bazı şeylerin olması ve bunlara Merkel’in beklenmedik cevaplar vermesi yeni döneme dair heyecanı oldukça arttırmaktaydı. Bildiğimiz gibi Japonya’daki Fukushima Atom Santrali felaketinden sonra uzun vadede atom enerjisinden vazgeçme kararı alınmıştı. 

Geçen dönemdeki mülteci krizi sonrası ise Merkel, geçici bir süre için de olsa, Almanya’yı sınırları mültecilere açık bir ülke haline getirmişti. Bekleyip göreceğiz. 

(Çeviren: Semra Çelik)

Evrensel'i Takip Et