17 Mart 2018 23:36

‘İnsanları anladığınızda iyilik çoğalıyor’

Elindeki fotoğraf makinesiyle yaşamı belgeliyor Foto Muhabir Ali Öz... Kadrajının merkezine emeği ve insanlığı koyuyor ve deklanşöre basıyor.

Paylaş

Burcu YILDIRIM
Ankara

Gerçeği fotoğrafla belgelemenin peşinde geçen 35 yıl... Foto Muhabir Ali Öz, Viyana’nın öteki yüzünden Paris’in yoksullarına, İstanbul’un Tarlabaşı’ya kadar hep ötekileri, görülmeyeni, emeğin insan halini almış kadrajına. İnsanları anladığınızda iyiliğin çoğaldığını söyleyen Ali Öz’ün fotoğraf tutkusuyla geçen yaşamı kitaplaştı. Ali Öz’ün biyografisini anlatan ve Tekin Ertuğ’un  kaleme aldığı “Işıkla Resmedenler 10” kitabını kendisiyle konuştuk. 35 yıllık foto muhabirliği hayatındaki çalışmalarını “Türkiye’nin politik belgeseli” olarak ifade eden Ali Öz, “Gazeteciliğin daha somut bir adımı olan fotoğrafçılığı, belgeleme özelliği olduğundan çok sevdim ve hâlâ aynı tempoyla, coşkuyla yapıyorum” diyor.

‘EMEĞİN NE DEMEK OLDUĞUNU GÖRDÜM’

Ali Öz, daha 5 yaşlarında mücadelenin içinde buluyor kendini. Anne ve babasının ayrılığı nedeniyle babasının yanında yaşamış. Büyüdükçe babasına itiraz etmeye başlayan Öz, ortaokul yıllarına kadar babasıyla birlikte zorluklar içinde yaşar, sonrasında pamuk tarlalarında çalışarak hayatını devam ettirmeye çalışan annesinin yanına gider. “Hiç alışık olmadığım halde köyde tarlada çalışmak zorunda kaldım” diyen Öz, kadın emeğini, insan emeğini orada gözlemler ve çelişkileri fark eder. Hem çalışıp hem de okuyan Öz, tarlada çalışırken emeklerinin bir tefeci tarafından gasbedilmesiyle dünya görüşünün de şekillenmeye başladığı anlatıyor. Bu olayın kendisinde çok yer ettiğine değinen Öz, gazeteci olma ve gerçekleri yansıtma fikrinin de o dönemlerde oluştuğunu ifade ediyor.

‘FOTOĞRAFIN GÜCÜ BENİ ETKİLEDİ’

O dönem Ankara Siyasal Bilgiler Basın Yayın Yüksek Okulunu birinci tercihi olarak seçer ve  okuldaki ’78 kuşağının olayları içinde yer alır.  Dönemin afişlerinden çok etkilendiğini anlatan Öz, “Fotoğraflar beni çok etkiledi. Fotoğrafın gücünü  gördüm. Mesela Robert Capa’nın ‘Vurulan Asker’ fotoğrafı, bizim afiş fotoğrafımızdı. Napalm bombasından kaçan kız çocuğu fotoğrafı bizim beynimize kazılan fotoğraflardı. Vietnam Savaşı’ndaki sivil insanı öldürme sahnesinin fotoğrafları gibi belgeler fotoğrafın gücü konusunda beni çok etkiledi” derken hâlâ o anı yaşıyor gibiydi.

‘MAKİNE DEYİNCE SİLAH SANDILAR’

Gençlik yıllarında silahlı çatışmaların yoğun olduğunu dile getiren Öz, Köy-Koop’ta çalışırken fotoğrafla tanıştığını ve arkadaşlarına yeni bir makine aldığını söyleyince silah zannettiklerinden bahsetti. Kendi makinesini yalansız dolansız bir anlatıma ve  hayatı savunan etkili bir silah olduğuna vurgu yapan Öz, fotoğrafın gücünü böyle tarif ediyor. Fotoğrafçılığı hâlâ aynı hızla, aynı tempoyla, aynı vazgeçilmezlikle devam ettirdiğine değinen Öz, “Hayata bakış açım vardı ve fotoğraf çekiyordum. Zaten gazetecilik tercihim de buradan doğdu. Toplum adına yapılacak kamusal bir iş, gazetecilik benim için. Gazeteciliğin daha somut bir adımı olan fotoğrafçılığın da belgeleme özelliğini sevdim” diyor.

‘ONLARI ORADA TUTAN ŞEY YOKSULLUK’ 

Öz, son 13-14 yıldır bir yerde çalışmıyor. Bu süreçte 6 yıl Tarlabaşı üzerine olan çalışmasını anlatan Öz, insanları anladığınızda iyiliğin çoğaldığını söyleyerek, “Kozmopolit ve tehlikeli bir yerde fotoğrafçılık yaptım. Tarlabaşı’nın sesini bütün dünyaya duyurdum. Bu süreçte birçok insanı oraya taşıdım. Girilmez ve tehlikeli denilen bir bölgenin ve insan topluluğunun aslında tehlikeli olmadığını gösterdim. İnsana insanca yaklaşıldığı vakit herkesin içinde bir iyilik damarı olduğunu, onlarla iyi ilişki kurarak, onları anlamaya çalışarak bu iletişimin kurulabildiğini gördüm. Orada yaşayan insanlarla aynı yerden bakmak, onların da insan olduğunu, duyguları olduğunu, onların da iyi yanları olduğunu ama çevre koşullarının onları bazen yanlış şeylere yönlendirdiğini bilerek, insani yaklaştığınız zaman sorun kalmıyor. Onları bir arada orada tutan şey yoksulluk. Herkes aynı kaderi paylaşıyor” diyor.

‘YOLUM HEP TARLABAŞI’DA KESİŞTİ’

Toplumsal olaylarda, IMF Çatışmaları’nda, 1 Mayıs eylemlerinde yolunun hep Tarlabaşı’da kesiştiğini söyleyen Öz, “Belgeselci olmamdan kaynaklı makinemi buraya çevirdim. Şair Sennur (Sezer) ablanın da dediği gibi ‘Venedik’in mimari olarak susuz hali.’ Burada müthiş bir mimari ve yaşam var. Rum, Ermeni ve Yahudiler’in gönderilmesiyle birlikte göç dalgalarına uğrayan Tarlabaşı; yoksulların sığındığı, zor şartlarda yaşadığı bir gettoya dönüştü. Kendine özgü bir dili oluştu. Burada çok farklı etnik gruplar var ama en barışçı gruplar da yine burada. Herkes kendi içinde bir köşeye yerleşmiş ve yaşıyor. Birbirleriyle ilgili bir sorunları yok” diyor. 

Öz’ün en büyük ideali Türkiye’nin Politik Belgesel Tarihine ilişkin çalışmasını kitaplaştırmak: “Hala çekmeye devam ediyorum. Ben bir şeyi değiştirmek düzeltmek istiyorum. Viyana’yı çekiyorum, Viyana’nın öteki yüzünü çekiyorum. Paris’in yoksullarını çekiyorum. Durmak yok. Ben bu dünyaya insan olarak geldim ve insan olarak ölmek istiyorum. İnsan olmanın koşulu da insanlık adına bir şey yapabilmek.”

‘FOTOĞRAFA YALAN SÖYLETEMİYORDUN’

Yapmak isteyip de yapamadığı işlerden birinin Adana’daki pamuk tarlasında çalışan işçilerin fotoğrafını çekmek olarak anlatıyor Öz: “Çünkü annem Adana’ya 20 yıl pamuk işçiliğine gitmiş bir kadındı. Dolayısıyla fotoğraf anlayışım tabi ki hayatımın izlerini çok fazla taşıyor. İnsanlar her şeyi yalan söyleyebiliyorlardı ama o dönemin koşullarında fotoğrafa yalan söyletemiyordun. Gerçeğin bir anlatım biçimi fotoğraf.”

‘METİN GÖKTEPE’NİN YAKIN ARKADAŞIYDIM’

Öz’ün gerçeğin peşinde tanık olmadığı olay kalmamış: “Nokta dergisinin efsane fotoğrafçısıydım. Metin Göktepe’nin en yakın arkadaşıydım. İzzet Kezer, yan yana çalıştığımız günün ertesinde öldürüldü. Çatışmaların içinde bulundum, yaşadım. Cumartesi annelerini 20 yıla yakın takip ettim. 30 yıl üniversite öğrenci hareketlerini çektim. 30 yılı aşkın 1 Mayısları çektim. Tabi insanın gücü sınırlı, her şeye yetişemiyor. Savaş dönemi canlı kalkan oldum Bağdat’a gittim, fotoğraf çekmek için. Güneydoğu savaşını çektim, 90’dan itibaren. Meslek hayatımda 10 kez mutlak ölümden döndüm. Büyük riskler yaşadım. Bir otelin çatısında tarandım. Özel TİM’den dayak yedim. Mafya Mercedes’le beni ezmek istedi. Tavan tepemize çöktü. Meslekte yediğimiz gazın haddi hesabı yok.”

ÖNCEKİ HABER

Doç. Dr. Yaprak Gürsoy: Kısa vadede Ege’de çözüm ışığı yok

SONRAKİ HABER

Tiryaki

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...