18 Şubat 2018 01:33

Egemenlerin tarih yazımına karşı tarihi savunmak!

Sinan Araman egemenlerin tarih yazımına karşı işçi sınıfı ve ezilenlerin kendi tarihine sahip çıkması ve tarihinden öğrenmesi üzerine yazdı.

Paylaş

Sinan Araman

Sefaleti eşitlik, esareti özgürlük, haksızlığı adalet olarak pazarlayan egemen kapitalist güçler ve onların güdümündeki ulus-devletler, emek sömürüsünü dünya ölçeğinde derinleştirdikleri gibi tüm canlı türlerinin yaşam olanağı bulduğu gezegenimizi kâr ve rant hırslarına kurban ederek ekolojik yıkımla karşı karşıya bırakmışlardır. Rekabet, emek sömürüsü ve toplumsal denetim için ulus-devletlere ihtiyaç duyan kapitalist-emperyalist odaklar, toplumlar üzerindeki iktidarını ekonomik ve politik güç, ideolojik ve kültürel hegemonya ile birlikte sürdürmekte, iktidarları daim kılmak uğruna etnik, dini ve kültürel farklılıkları kullanabilmektedirler. Egemen güçlerin toplum üzerinde ideolojik ve kültürel hegemonya kurdukları alanların başında ise tarih gelmektedir. Maniple edilen tarih egemenlerin konjonktürel ihtiyaçlarına göre sunulmakta ve sömürülmektedir. Bu sömürünün aygıtları arasında mevcut düzenden yana siyasi parti ve oluşumlar, silah sanayi ve ordu, medya, dizi-sinema sektörü, okul, aile, tarikat-cami gibi ibadet mekânları vb. yer almaktadır. 

EGEMENLERİN BİTMEYEN TARİH YAZIMI

Egemen sınıftan yana tarihçiler iktidarın sunduğu tüm olanaklar ve araçları kullanarak tarihi kuşatma altına alıyorlar. Tarihi olgu ve olayları çarpıtıp onu yeniden dizayn ederek siyasal iktidarın hizmetine sunuyorlar. Bu amaçla güncel tarih yazımı, tarihi mitlerle pekiştirilerek inşaa ediliyor. Böylelikle sınıfsal çelişkilerin üzeri örtülüp ortak çıkarlara sahip sınıfsız-zümresiz kaynaşmış bir toplum algısıyla, siyasal iktidarların güdümleyip cepheye sürebildiği nitelikte,emre amade kitleler yaratılıyor.Bu cephelerden işçilerin payına maden ocakları ve inşaatlar olmak üzere ucuz ve riskli çalışma sahaları ve fabrikalar, gençlere “vatan için şehit olmak”, kasalarını ekonomik ve siyasal rantlarla dolduran siyasetçiler için ise “nutuk çekilen” ekranlar ve meydanlar düşüyor. İktidara geldiğinden beri ekranları zapteden bir parti olarak AKP ve meşhur liderinin tüm tanıtım ve reklamlarında geçmiş ve gelecek arasında bir süreklilik işareti olarak “2023, 2070” gibi sembolik tarihi hedefleri“tarih yazıyoruz”, “destan yazıyoruz” söylemiyle zikretmesi boşuna değil elbette. Sembolik yeniden üretimin temel referansları olarak işlevsel kılınan din ve milliyetçilik, güçlü ekonomi ve emperyal hedeflerle sermaye birikimi ve maddi yeniden üretim süreçlerine dayanak yapılıyor. 

AKP Hükümeti’nin 15 yılı aşkın bir süreçte Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi tarihini siyasal İslam’ın argümanlarına göre yeniden şekillendirmek noktasında epey yol katettiği aşikâr.  17 Temmuz darbe girişimi ardından bitirilmeyen bir OHAL sürecinde ivme kazandırılan toplumsal mühendislik çalışmaları mezhepçilik, milliyetçilik ve ırkçılık dozajının iyice arttırıldığı yeni bir aşamaya taşınmış durumda.İleri teknolojik donanımlara sahip dizi setlerinde çekilen bölümler verenkli efektlerle ceddimizin sultan ve padişahları yedi düvele meydan okuyup dünyaya adalet dağıtırken, modernleşme sürecine bütünüyle adapte olamamış bir toplumun aşağılık kompleksleri törpülenerek iktidarın istediği kıvamda sömürüye, “kalkınma” hedeflerine ve gerektiğinde “vatan için ölüme” hazır hale getiriliyor. Muhteşem Süleyman’dan Fatih Sultan Mehmet’e, Yavuz Sultan Selim’den Abdulhamit’e değin dönemin egemen sınıf temsilcileri, zalimleri, zorbaları TRT’sinden Star’ına, Fox’undan Kanal D’sine tüm ekranlarda boy gösterirken, topluma tarih dersi veriliyor. Rezervli kimi tarihçiler ise onların destanlarını anlata anlata bitiremiyor. Böylelikle egemenlerin düşüncüleri egemen düşünceler haline getirilirken, sömürülen yığınlar heybetli bir geçmişin avuntularıyla geleceğe umut içinde bakan, kapitalist rekabet dünyasının üreten ve tüketen mutlu nesneleri haline gelebiliyor!Masal kıvamında bir atalar kültüyle empoze edilenler daha da yoksul kesimler için ise züğürt tesellisi olarak kalıyor!

Pekâlâ, tarih anaakım medyada akreditasyonlu tarihçilerin magazin tadında sunduğu başarı hikayelerinden ve dizi-fimlerde şatafatlı efektlerle gösterilen kahramanlık destanlarından mı ibaret? Tarihin lordlar kamerası gerçekten anlatıldığı gibi midir? Ya, avam kamerasında neler olmuştur? Kesin olan şu ki; anlatıldığı ve de gösterildiği haliyle büyük oranda gerçeklerin sansürlendiği ya da teğet geçildiği, ezilenlerin ve sömürülenlerin dünyasının ise hepten tersyüz edildiği bir tarihle karşı karşıyayız. O halde gelin, yedinci yüzyıldan beri İslam’ın etki alanına girmiş bu coğrafyanın Emevi-Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı olmak üzere üç kesitine damga vurmuş, egemenlerin iktidarlarını sarmış ve onlara ecel terleri döktürmüş ve kendinden sonrakilere esin kaynağı olmuş bir tarihi olay, devrimci isyan ve eylemi hatırlayalım. Mazdeklerden ve devrimci önder Mazdek’ten bahsediyorum.Belki bu vesileyle çarpıtılarak bir sömürü nesnesi haline getirilen tarihi egemenlerin elinden bir nebze olsun kurtarmış ve aydınlatmış oluruz. Çünkü tarih K. Marx ve F. Engels’in Komünist Manifesto’da belirttikleri gibi özünde sınıflar mücadelesi tarihidir. Ve sınıflar mücadelesi tarihi göstermiştir ki; tarihin her aşamasında insanlar eşitlik, özgürlük ve adalet içi canı ve kanı pahasına mücadele etmiştir. 

DEVRİMCİ ÖNDER MAZDEK VE MAZDEKLER

Manilik, Mithra dini gibi bütün insanlara hitap eden başka bir kurtuluş dini olarak M.S. II. yüzyılda İran'ın ve Babilonya'nın sınır bölgelerinde ortaya çıkmıştır. Mani’nin döneminde adına Nazarenyen’ler denilen Yahya Peygamber (aziz Johannes)’i gerçek peygamber, İsa'yı ise bir sahtekâr sayan bir mezheptir. Bu mezhep, bekar kalmanın doğru bulmuyor, her türlü perhiz ve riyazeti reddediyordu. Bu tarikatın ardından Zerdüştlüğü inceleyen Mani, bu dini iyileştirip düzeltmeyi aklına koymuştur. Aynı zamanda Hindistan’ı da ziyaret edip orada Buddha öğretisini incelemek fırsatı bulmuştur. İran'ın dönünce kendini Buda, Zerdüşt  ve İsa ile bir tutarak dinini yaymaya başlayan Mani, taraftar topladıkça Zerdüştçü rahiplerin baskısına maruz kalmış, mahkum edilerek 276’da altmış yaşında olduğu halde derisini yüzülerek idam edilmiştir. 

Budist, Hristiyan, İran ve Babilonya görüşlerinin bir bireşimi olan Manilik, "eski çağ bilgeliğinin buyruklarını kaynaştırarak evrensel nitelikte bir kurtuluş doktrini kurmak" istemiştir. Ana düşüncesi, iyiliği temsil eden ışık ve ruhla, kötülüğü temsil eden karanlık ve beden arasındaki karşıtlıktır. Evren bir iyilik ve kötülük karışımıdır. Ruhla bedenin birleşmesi yüzünden, insan da öyledir. Maddenin içine hapsolup acı çeken ruhları kurtarmak gereklidir. Tüm ruhlar arınıp doğal yerleri olan Işık Göğü'ne çıktıkları zaman bir karmaşa olacak, dünyanın sonu gelecektir. Hıristiyanlara hitap eden Mani, Eski Ahit'in (Tevrat'ın) şeytan işi olduğunu; aziz Paulus'un yazdıklarının değer taşımadıklarını ileri sürmüştür. Ona göre gerçek İsa bir ışık habercisiydi, cismani yaşamı ve ölümü ise sadece bir dış görünüşten ibaretti. Mani kendisini İsa'nın haber verdiği ve yapıtını tamamlayacak olan Kutsal Ruh diye tanıtıyordu. Mani taraftarları iktidarlar tarafından baskıya, işkenceye uğradı. İran'dan kovulunca Türkistan’a, Moğolistan'a, Çin'e, ayrıca da Suriye'ye, Mısır'a, tüm Kuzey Afrika'ya yayılmışlardı. Aziz Augustinus, bu dinin hasmı olmadan önce bir ara bunu kabul etmiştir.Manilik XI. yüzyılda adına Cathare’lar ya da Albigeois'lar denen mezhep tarafından Fransa'ya sokulur, orada da zalimce bir baskı ve işkenceye uğramış, üyeleri engizisyon tarafından yok edilmiştir.

V. yüzyılın sonuna doğru Mani'nin bir müridi olan Mazdek mal mülkün ortak olmasını savunarak Sasani hükümdarlığına karşı ayaklanma örgütlemiştir. Mecusiler’in başrahibi Mazdek, yoksulları etrafında toplayarak zenginlerin malvarlıklarına el koymuş ve halk arasında paylaştırmıştır. Tanrı kulu olarak herkesin doğuştan eşit haklara sahip olduğunu savunmuştur. 488 yılında on binlerce aç, sefil, yoksul insanla birlikte Afganistan’ın Herat bölgesinde ayaklanma başlatan Mazdek ve taraftarlarının bu gücüne karşı dönemin Sasani kralı Kubad bin Firuz, Mazdekçiliği resmi mezhep ilan etmek zorunda kalmıştır. Ortakçılığa dayalı bir şekilde yaklaşık 10 yıl boyunca ayakta kalabilen yeni rejim, 498-499  yılında toprak sahibi soylulardan oluşan Dikhan’lar Eftalit birliklerinin Saray darbesiyle yenilir. Mazdekçiliği kabul eden Kubad’ı idam edilir. Mazdek, Husrev tarafından öldürülür. Husrev, MS  535’e kadar Mazdeklere karşı amansız bir katiliamı sürdürür ve 400 bin insan katleder. Yeniden topraklarına ve servetine kavuşan Dikhan’lar Husrev’e “Nuşirevan-ı adil” unvanını verirler! Husrev’in katliamlarına rağmen, Mazdeizm İslam öncesi Hicaz, Yemen ve Güney Irak taraflarında etkisini sürdürür, Abbasiler döneminde Kafkasya, Azerbeycan, Deylemistan, Taberistan, Horasan ve Maveraünnehir bölgelerinde 10. ve 11. yüzyıla kadar başka biçimlerde varlığını devam ettirir.

Dört halife (632-661) devrinden itibaren fetihlerle geniş bir coğrafyaya yayılan İslam’ın kurucu unsuru olan Araplar dışında kalan halklar Mevali olarak anılmıştır.  Kur’an’ın “Müslümanların kardeş ve eşit olduğu” yaklaşımından hareketle İslam içinde kendine yer edinen Mevali halklar (Acem, Kürt, Berberi, Türk, Nabati gibi kavimler) Mezopotamya Sümer, Babil, İran Sasani uygarlıklarının mirasçıları olarak İslam’a kanalize olurken bu dine kendi yorumlarını katmışlardır. Özellikle Maniheizm ve Mazdekizm, devlet katında oluşturulan resmi İslam’a, aristokrasiye ve iktidar sahiplerine karşı toplumsal hak, adalet ve eşitlik arayışlarının referansı olmuştur. Ortodoks İslam’ın zendeka veya ilhadlıkla (kafirlik, müşriklik) suçladığı bu hareketler, hem Emevi hem de Abbasi döneminde eski İran gelenek ve inançlarını hala güçlü bir biçimde korunabildiği Irak ve Horasan gibi bölgelerde gelişmiştir. Temel dinamiğini baskı ve sömürüye maruz kalan köylüler ve küçük esnafların oluşturduğu bu hareketlere çoğunlukla derviş ve sufistler öncülük yapmıştır. Bu hareketler dini Batınilik temelinde yorumlayarak İslam, Hıristiyanlık, Zerdüştlük, Hinduculuk gibi dinler arasında bağdaştırmacı (senkretik) bir yol aramış ve ortak mülkiyeti savunmuşlardır. Mazdeklerden sonra İslam’ın egemen olduğu geniş coğrafyada Ebu Müslim Horasani, Hidaş, Babek, Karmati gibi kişilerin önderliğinde çok sayıda komün niteliğinde isyan ve örgütlenme bu geleneğin mirasçıları olmuştur. Bu isyan ve ayaklanmalar Selçuklular dönemi boyunca da sürmüş, Baba İshak gibi büyük oranda Alevi ve Kızılbaş olarak adlandırılan mezhep ve tarikatlar üzerinden Bedreddin’e, oradan Celaliler ve Pir Sultan’lara değin uzanmıştır. Egemen sınıfların baskı ve sömürüsüne karşı ortakçılık ve dinler arası eşitlik talepleriyle isyan eden bu hareketlerin bir kısmı İsmaililer, Fatimiler, Safeviler ve kısmen Bektaşiler örneğinde olduğu gibi iktidar olabildikleri süreçlerden sonra ise ya yenilmiş ya da devletin yeni sahipleri olarak zamanla egemen gücün temsilcilerine dönüşmüşlerdir. Bu durum ne yazık ki komünal nitelikteki hareketlerin içinde bulunduğu tarihsel-toplumsal koşulların bir sonucudur. Çünkü tarihsel koşullar, toplumsal örgütlenme ve bilinç düzeyi sınıfsız, eşitlikçi bir düzeni sürdürmeye imkân tanımamıştır. Onun içindir ki; bilimsel sosyalizmin teorisyenleri olarak K. Marx ve F. Engels, sermayenin sınıf çelişkilerini nihai olarak çözülmesi gereken bir eşiğe taşıdığına dikkat çekerek insanlığın, eşitlik ve özgürlük temelinde sınıfsız bir topluma ancak kapitalist üretim tarzının ve devletin aşılmasıyla geçebileceğini belirtmişlerdir. 

Dünya tarihi ve bölge tarihimiz zulme, baskıya, haksızlığa ve sömürüye karşı sayısız eylem, direniş ve ayaklanma ile doludur. Onun için Başta Ortadoğu olmak üzere egemenlerin dünya ekonomik krizini atlatmak ve sömürü çarkını sürdürebilmek için halkları birbirine kırdırtmasına, ortalığın kan gölüne dönüştürmesine ve sebep olduğu yıkımlara karşı işçi sınıfı ve ezilenlerin eşitlik, özgürlük ve adalet temelinde kendi tarihine sahip çıkması ve kendi tarihinden öğrenmesine her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır. Keza bizim kahramanlarımız halkı sömüren, zulmeden, yağmalayan zorbaların tarihi değil, emeğin ve doğanın ürünlerini bölüşen, eşitlik ve adalet için direnen, mücadele eden ve can veren Mazdekler, Babekler, Karmatiler, Baba İshaklar, Bedreddiniler, Pir Sultanlar ve diğerlerinin onurlu tarihidir. Egemenlerin zulmü, baskısı ve sömürüsü karşısında tarihin insani değerlerini onlar taşımışlardır. Kürdüyle, Arabıyla, Ermenisiyle, Ezidisi, Çerkezi ve Türkmeniyle  direnen halklar da onların mirasçısıdır. Elbette bugün bu tarihin daha fazla bilince çıkarılmasına ihtiyaç vardır…

Kaynakça
 

Althusser, Louis, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İletişim Yayınları, İstanbul, 5. Baskı, 2002. 
Anıl, Yaşar Şahin, Buddha, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2008.

Balivet, Michel, Şeyh Bedreddin, Tasavvuf ve İsyan, Çev. Ela Güntekin, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000. 

Bulut, Faik, Eşitlikçi Dervişan Cumhuriyetleri ve Hasan Sabah Gerçeği, Berfin Basın Yayın, İstanbul, 2014.

Bulut, Faik, İslam Aristokrasisine ve Şeriat Düzenine Karşı İlk Halk İsyanları, “Bilim ve Gelecek Dergisi” içinde, Haziran 2007, sayı 40. s. 10-25.

Bloch, Marc, Tarih Savunusu, Çev. Ali Berktay, İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2013.

Challeye, Felicien, Dinler Tarihi, Çev. Samih Tiryakioğlu, Varlık Yayınları, İstanbul, 2015.

Çubukcu, Aydın, Mutasavvıf ve İsyancı: Börklüce Mustafa Bilmecesi, “Evrensel Kültür” içinde, İstanbul, 2016: sf. 70-76.

Engels, Friedrich, Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni, Sol Yayınları, Onikinci Baskı, Ankara, 2002.

Eagleton, Terry, Tanrı’nın Ölümü ve Kültür, Çev. Selin Dingilioğlu, Yordam Kitap, İstanbul, 2014.

Karamustafa, Ahmet T.,Tanrının Kuraltanımaz Kulları, İslâm Dünyasında Derviş Toplulukları (1200-1550), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015. 

Kaygusuz, İsmail, İslam İmparatorlukları Tarihinde İktidar Mücadeleleri ve Aleviliğin Doğuşu, Su Yayınları, İstanbul, 2014.

Köprülü, Fuat, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Türk Tarihi Kurumu Basımevi, Ankara, 1976.  

Marx, Karl ve Friedrich Engels, Komünist Manifesto, Çev. Nail Satlıgan vd., Yordam Kitap, İkinci Baskı, İstanbul, 2008.

Mèlikoff, Irène, Uyur idik Uyardılar, çev. Turan Alptekin, Demos Yayınları, 4. Basım, İstanbul, 2015.

Ocak, Ahmet Yaşar, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler, 15-17. Yüzyıllar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları - 60, İstanbul, 2013.

Savran, Sungur, İki Devrimin Hikayesi: Nâzım, Bedreddin ve 1416 İhtilali, “Devrimci Marksizm” içinde, Adana, 2016: sf. 107-158.

Siegel, Paul N.,Dünya Dinleri ve İktidar, Çev. Selin Dingiloğlu, Yordam Kitap, İstanbul, 2014.

Suvari, Ç., Ceyhan, Akademik Metinlerin Yarattığı Heterodoksi ve Ortodoksi Algısı, “Antropolog”, “Antropoloji Bilimleri Dergisi” içinde, Sayı 3, 2017.

ÖNCEKİ HABER

Durdurun dünyayı

SONRAKİ HABER

F oturması: Hasta mahpus Aslan serbest bırakılsın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...