08 Şubat 2018 12:13

Barış imzacısı 4 akademisyen ikinci kez hakim karşısında 

“Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı metni imzaladıkları için 'örgüt propagandası' iddiasıyla yargılanan 4 akademisyenin ikinci duruşmaları görüldü.

Paylaş

“Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı metni imzaladıkları için “terör örgütü propagandası yapmak” iddiasıyla yargılanan 4 akademisyenin ikinci duruşmaları görüldü.

Bölgedeki sokağa çıkma yasakları sırasında yaşanan hak ihlallerinin ve çatışmalı sürecin sona ermesi için 1123 akademisyen “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı barış bildirisini imzalayarak kamuoyuyla paylaşmıştı. Geçtiğimiz yıl, yaklaşık 150 imzacı akademisyen hakkında “terör örgütü propagandası yapmak” iddiasıyla ayrı ayrı davalar açıldı. İstanbul Üniversitesi'nden 3, Galatasaray Üniversitesi'nden 1 akademisyenin ikinci duruşmaları dün Çağlayan’daki İstanbul 33. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

‘DEVLETE ÇAĞRIYDI’ 

İlk duruşma, İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hülya Kirmanoğlu’nundu. Kirmanoğlu savunmasında, suçlalamarı kabul etmediğini belirterek, bildirinin, devleti yönetenlere barış güvenliğini sağlamaları için yapılan bir çağrı olduğunu söyledi. Kirmanoğlu, beraatini talep etti. Kirmanoğlu’nun avukatı Aynur Tuncel Yazgan da dosyanın, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 2016/65 esas sayılı dosya ile birleştirme taleplerinin değerlendirilmesini istedi. Mahkeme, savcının mütalaasını hazırlaması için dosyanın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na tebliğine karar vererek, duruşmayı 19 Haziran gününe erteledi. 

‘HUKUKÇULAR ADALETİ ARARKEN SOSYOLOGLAR NEREDE ADALETSİZLİK VAR DİYE BAKIYOR’

Kirmanoğlu’nun ardından Galatasaray Üniversitesi’nden Araştırma Görevlisi Gözde Aytemur Nüfusçu’nun duruşmasına geçildi. Akademik kariyerinin başında olan bir sosyolog olduğunu söyleyen Nüfusçu, “Çalışma konularım adalet ve hukuk sosyolojisi üzerine yoğunlaşıyor. Doktora tezimde ise Türkiye'nin hukuk sisteminde yapılan yasal değişikliklerin pratikte adalet sisteminin işleyişini nasıl etkilediğini araştırıyorum. Çalışma konularım kapsamında siz, sayın heyet üyeleri ve sayın savcıyla bambaşka platformlarda tanışmak, Türkiye'nin hukuk sistemini tartışmak ve ortaklaşmak umudu taşırken bugün burada terör örgütü propagandası yapma suçlamasına karşılık 'savunma' vermek üzere karşınızdayım. 'Savunma' ifadesinin iletişim ve etkileşim yollarını kısıtladığını düşündüğüm için 'savunma' yapmak yerine iddianameye konu olan bildiride adımın kullanılmasına izin verişimin nedenlerini mesleğim ve dünya görüşüm üzerinden sizlere açıklamak istiyorum. İddianameyi ilk okuduğumda tartışma unsuru olarak gördüğüm her noktanın iddianameyi kaleme alan savcı tarafından propaganda unsuru olarak nitelendirilmiş. Hem kişisel merakımdan hem de çalışma alanlarım gereği aradaki bu görüş farklılığının nedenleri üzerine düşünmeye başladım. Sonuçta hukukun ve sosyolojinin dirsek temasında olan iki disiplin olmalarına rağmen bir noktada ayrıldıklarını fark ettim. Hukukçular hayatı hukuk kuralları ve adaletin tesisi üzerinden algılarken sosyologlar hayatı toplumsal eşitsizliklerin ve adaletliksizlerin ortaya çıkartması olarak tanımlar. Demek istediğim hukukçular adaleti ararken sosyologlar nerede adaletsizlik var diye bakar. Sosyolog olarak benim de edindiğim bu şüphe, ancak özgür tartışma ortamında eleştirel bakış açılarının dillendirilmesiyle giderilebilir. Hukukun ve sosyolojinin edindiği bu iki farklı yöntemle elbette iki farklı sonuca varılabilir, fakat bu akıl yürütme yine de birinin diğerinin sözünü boğmayacağı sağlıklı ve adil bir tartışma zeminiyle mümkündür" açıklamalarında bulundu. 

‘ŞİDDETE MARUZ KALDIK, TEHDİT EDİLDİK’ 

Bildirinin imzalandığı dönemde yaşanan çatışmalı sürecin barış koşullarını kamuoyu nezdinde yeniden tartışmaya zorunlu kıldığını ifade eden Nüfusçu, “Bu bağlamda bir tartışma zemini oluşturulmasına hizmet edeceğini düşündüğüm bu bildiri, umduğumun aksine metinde isminin kullanılmasına izin veren barış temennisinde bulunan akademisyenlerin farklı biçimlerde şiddete maruz kalmalarına ve mafya liderleri tarafından tehdit edilmelerine neden oldu. Ve sonuç olarak üzüntüyle söylemem gerekir ki barış ve insan hakları tartışması arka planda kaldı. İddianamede öne sürülen şiddeti meşru gösterme, manipülasyon, bilgi kirliliği yaratma, şiddet ve cebir yöntemlerine başvurmayı teşvik etme gibi hiçbir eyleme ve söyleme katılma ihtimalim asla olamaz. Bildiri içerisindeki ifadelerin ve temennilerin, hukuk devleti sınırları içerisinde, siyasi ve toplumsal tartışma konusu olabileceğini düşünüyorum. Ancak söz konusu tartışmayı terörle mücadele ve ifade özgürlüğü gibi iki uç kavrama indirgemek, bir diğer deyişle bu iki kavramın arasına sıkıştırmak bizi siyaseten ya da hukuken daha üretken bir yere götürmüyor. Bu nedenle toplumsal barışı inşa etmek yerine öncelikle nasıl inşa edeceğimizin yöntemleri üzerine kafa yormamız gerektiği kanaatinde olduğumu sizlerle paylaşmak isterim. Dolayısıyla mahkemenizin vereceği karar, birlikte düşünmenin yöntemlerini tartışacağımız günler geldiğinde, son derece önemli bir yere ve değere sahip olacaktır” diye konuştu. Nüfusçu, üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini beyan ederek beraatini talep etti. 

‘KAMUOYUNDA TARTIŞILMALIYDI’

Mahkeme başkanı Nüfusçu’ya, “Metinde ağır bir ifade var mı” diye sordu. Nüfusçu bu soruya, “Kişisel bir soru bu. Kırdığı, üzdüğü insanlar olabilir. Toplumsal tartışma konusu bu. Bunun yolunun kamuoyunda tartışmak olduğunu düşünüyorum. Akademisyenlerin linç edilmesinden ziyade tartışılması gerekiyordu” sözleri ile yanıt verdi. Mahkeme, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki dosyanın ilgili kısımlarının istenmesine karar vererek, duruşmayı 19 Haziran’a erteledi. 

‘İFADE VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ KAPSAMINDA İMZALADIM’

İstanbul Üniversitesi’nden emekli Tıp Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Haydar Durak’ın duruşmasına geçildi. Durak bildiriyi ifade ve basın özgürlüğü kapsamında imzaladığını ve barış talebinin muhatabının devlet olduğunu söyledi. Durak savunmasında, “İddianameyi yazan savcının hangi tahayyülle bu sonuçlara vardığını anlayamıyorum. Örneğin Chris Stephenson'un beratla sonuçlanmış davasının bir suç gibi gösterilmesine okuyup anlam veremiyorum. Keza barış istemeyi başkaları da benzer bir şey söyledi diye adını iddianameden öğrendiğim biriyle bağlantılandırmak, ‘Allahu ekber’ diyen milyarlarca Müslümanı, ‘Allahu ekber’ diyerek insan öldüren IŞİD ile ilintilendirmek gibi kabul edilemeyecek bir mantık yürütmektir. İnsanın yaşatılması, iyileştirilmesi, yaşamının daha nitelikli bir duruma getirilmesi için çaba harcayan bir mesleğin mensubu olarak, Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşanan olaylara duyarsız kalamazdım. Barış sürecinin bitmesinden sonra, bölgede çatışmaların tekrar başlaması sonucu, sivil halkın, özellikle de kadın ve çocukların ölümünden çok etkilendim. Ölümlerin ve uzun süren sokağa çıkma yasaklarının bitmesi, barış sürecinin tekrar başlaması, sürekli ve kalıcı bir barış ortamının oluşmasını istedim. Medyada izlemiş olduğum, insan hakları ihlallerinin tespit edilip, sorumlularının yargılanması gerektiğini düşündüm. Toplumsal sorunların çözümünde, şiddet içeren yöntemlerin değil, demokratik yöntemlerin kullanılmasından yana olduğum için de imzaladım. İmza metnini sosyal medyada gördüm. Hiç kimseden talimat almadım. Metni barış talebine katıldığım için imzaladım” dedi. 

‘SADECE İSİMLERİN FARKLI OLDUĞU İDDİANAME SİLSİLESİ’

Durak’ın avukatı Oya Öznur, iddianameye dair beyanlarda bulundu. İddianamenin taşıması gereken unsurları içermediğini anlata Öznur, suçun unsurlarının oluşmadığını söyleyerek derhal beraat talep etti. Avukat Meriç Eyüboğlu da birleştirme talebine dair beyanda bulundu. Eyüboğlu, “Sadece isimlerin farklı olduğu iddianame silsilesi ile karşı karşıyayız. Hukuken birleşme kararı verilmemiş olsa bile fiilen birleşmiş dosya kümesi var. Siz talepleri, biz cevapları biliyoruz” dedi. Eyüboğlu, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dosyanın, iddianamede yer alan akademisyen Chris Stephenson’un beraat ettiği dava dosyasının ya da kararının, müvekkilinin imza döneminde görev yaptığı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde süren disiplin soruşturmanın celplerini talep etti. Mahkeme, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dosyanın iddianamesinin, duruşma zabıtlarının ve TCK 301. maddeye dair yazışmalara ait evrakların örneğinin gönderilmesinin istenmesine, diğer taleplerin “dosyanın mevcut delil durumu göz önüne alınarak şu aşamada reddine” karar verdi. (HABER MERKEZİ)
 

ÖNCEKİ HABER

Ege’de bir yılda bin 462 gözaltı, 278 tutuklama

SONRAKİ HABER

Fransız sendika: Almanya'daki metal işçileri yol gösteriyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...