22 Aralık 2017 00:19

'Tek parti iktidarı güvenlikçi politikaları zorunlu kılıyor'

Dr. Naif Bezwan Afrin'e operasyon tartışmalarını Evrensel'e değerlendirdi: 'Tek parti iktidarının devamı güvenlikçi politikaları zorunlu kılıyor'

'Tek parti iktidarı güvenlikçi politikaları zorunlu kılıyor'

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Kuzey Suriye’de PYD’nin kontrolündeki Afrin kantonuna bir askeri müdahale tartışması son günlerde siyasetin gündeminde. Evrensel'e konuşan Siyaset Bilimci Dr. Naif Bezwan, operasyonun “somut ve reel bir tehdit” olduğunu belirterek, “Erdoğan’ın ideal olarak gördüğü ‘milli ve yerli’ nizami kurumsallaştırması ve tek parti iktidarını süreklileştirmesi içeride ve dışarıda güvenlikçi politikaları ve askeri müdahaleleri zorunlu kılmaktadır. Kürdistan’ı ve Kürtleri hedef olan politikalar ise bu anlayışın uygulama sahası ve odak noktasını oluşturmaktadır” dedi.  

TSK ve destek verdiği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) güçlerinin 24 Ağustos 2016’da başlattığı Fırat Kalkanı harekatı ile ilgili Evrensel'e yaptığı açıklamalar nedeniyle Mardin Artuklu Üniversitesinden uzaklaştırılan Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi olan ve daha sonra OHAL kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameyle ihraç edilen akademisyenler arasında yer alan Dr. Naif Bezwan, akademik hayatını İngiltere’de sürdürüyor. Bezwan, sorularımızı yanıtladı: 

‘ESAD’IN TUTUMU ŞAŞIRTICI DEĞİL’

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ankara ziyareti öncesinde yaptığı açıklamada, Suriye’deki Rus askerlerinin çekileceğini duyurdu. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ise, PYD’yi kast ederek, “Başta ABD olmak üzere yabancı bir ülkenin çıkarına hizmet edenler, vatan hainidir” ifadesini kullandı. Bu iki açıklamayı birlikte değerlendirecek olursanız neler dersiniz?

Putin, Suriye haklarının geleceğinin masaya yatırıldığı bu çok yönlü savaş ve güç dengeleri oyunu içinde şimdilik manevra kabiliyeti en fazla olan aktör konumunda. Bu konumunun oldukça farkında olan bir liderin tavrıyla konuşuyor, davranıyor, oyun kuruyor ve nihayet taraflarla (Suriye rejimi, İran, Türkiye, Kürtler ve ABD ile) duruma göre stratejik veya taktiksel ilişkiler geliştirebiliyor. Ancak bunu yaparken her tarafın en hassas ve en zayıf sayılabilecek yanları üzerinde ilişki ve oyun kurabilen bir aktörle karşı karşıya olduğumuzu özellikle not etmek gerekir. İşte Putin’i müttefikleri ve/veya rakipleri açısından hem güçlü ve çekici hem de tehlikeli kılan budur.

Rakka’nın PYD öncülüğündeki güçler tarafından IŞİD’den kurtarılmasının hemen akabinde Esad’ın Kürtlerin “vatan hainliğini” yeniden keşfetmesi, Kürdistan meselesini yakından izleyenler açısından elbette şaşırtıcı değil. Ancak şaşırtıcı olmaması durumun vahametini ortadan kaldırmıyor tabii ki. Kürtlerde kolektif bir travma etkisi yaratan Kerkük’ün yeniden işgali taptaze bir örmek olarak önümüzde duruyor. Musul’un IŞİD’ten arındırılmasından hemen sonra (Irak Başbakanı Haydar) İbadi rejiminin İran’ın vahşi paramiliter güçleriyle Kerkük’e saldırması ne anlama geliyorsa, nihayet kanlı bir diktatör olan Esad’ın Rojava ve onun siyasi temsilcisi PYD’yi ve müttefiklerini vatan hainliği ile suçlaması aynı mahiyete sahiptir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP hükümeti yetkilileri Afrin’e operasyon yapılacağı açıklamalarını son dönemde sıklaştırdı. Hükümete yakın basında Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile Özgür Suriye Ordusunun (ÖSO) 4 koldan Afrin’e harekat başlatacağı ve harekat planlarının hazır olduğu ileri sürülüyor. Bu durumu nasıl yorumlarsınız?

2015 haziran seçim yenilgisinden sonra Erdoğan iktidarı, içeride ve dışarıda uygulanacak güvenlikçi politikalara temel siyasi ve stratejik hedeflere ulaşmanın aracı olarak sarılmaya başladı. Temmuz 2016 askeri darbe girişimi ise ‘Türk usulü’ başkanlık rejiminin dayatılması için kullanıldı. Başka bir deyişle, Erdoğan’ın ideal olarak gördüğü ‘milli ve yerli’ nizami kurumsallaştırması ve tek parti iktidarını süreklileştirmesi içeride ve dışarıda güvenlikçi politikaları ve askeri müdahaleleri zorunlu kılmaktadır. Kürdistan’ı ve Kürtleri hedef alan politikalar ise bu anlayışın uygulama sahası ve odak noktasını oluşturmaktadır. Suriye politikası bağlamında temel amaç, Kürtlerin yeniden kurulacak olan Rojava ve Suriye’de kurucu bir güç olarak katılmasının engellenmesidir. Erdoğan iktidarı ve yeni gayrinizami koalisyon ortakları bu amaçta ısrar ettikleri ölçüde dolaylı ve doğrudan askeri müdahale “irrasyonel ama kendi içinde tutarlı” politik bir mecburiyet haline gelmektedir. Çünkü askeri güç uygulama tehdidiyle hasım olarak gördüğünüz kuvvetleri istediğiniz noktaya getiremediğiniz oranda kendinizi doğrudan güç kullanmaya mahkum hale getirirsiniz.  

‘ASKERİ MÜDAHALE SOMUT BİR TEHDİT’

‘Afrin’e operasyonun Erdoğan ve Hükümet yetkililerinin iç siyasete yönelik bir söylemi olduğu yönünde değerlendirmeler de var. Bu değerlendirmelere yorumunuz nedir?

“İç siyasete yöneliktir” argümanı, saldırı ve işgal ihtimalini bir yana bıraktığı oranda yanlıştır. En başta gelecek başkanlık seçimleri olmak üzere içinde yaşadığımız bu somut konjonktürde “iç siyaset gereği” bir müdahale olasılığını azaltmıyor, tam tersine çok daha reel ve somut bir tehdit haline getiriyor. Kaldı ki Kürdistan meselesi bağlamında klasik iç ve dış siyaset ayrımı şeması önemini zaten çoktan kaybetmiş durumda. Başka bir deyişle, Sur’a saldırmış olmanın; Güney Kürdistan’ı kuşatma altına almanın ve tehdit etmenin ve nihayet Rojava’ya doğrudan olası saldırı planlarının gerekleri ve gerekçeleri birbirinden farklı değildir ve aynıdır: Kürtlerin haklarını elde etmesini Türkiye’nin beka sorunu olarak gören bir devlet aklı ve siyaseti. 
 
ABD ve Rusya’nın, TSK’nin Afrin’e yönelik olası bir operasyonuna karşı tutumları sizce ne olabilir?

ABD ve Rusya’nın böyle bir durum karşısındaki tutumunun birçok faktöre bağlı olarak değişeceğini vurgulamak gerekir. Bunlardan birincisi, Türkiye böyle bir ‘operasyonu’ tek taraflı mı icra edecek, yoksa en azından bu güçlerle örtük bir antlaşma çerçevesinde mi yapacak? İkincisi, doğrudan askeri güç kullanarak mı müdahale edilecek, yoksa daha çok bağlı güçler aracılığıyla dolaylı bir müdahale mi gerçekleştirilecek? Ve tabii ki en önemlisi de, Türkiye, Rojava’ya saldırırken sahada güçlü ve birleşik bir Kürt ve müttefik direnişiyle mi karşılaşacak, yoksa Kerkük’te kahredici bir şekilde yaşandığı gibi kendi içinde parçalandığı için hiçbir varlık göstermeyen bir durumla mı karşılaşılacak? 
Kısacası, halihazırda Kürtlerle siyaseten belli riskler alma pahasına askeri alandan iş birliği yapmaktan çekinmeyen ABD ve Rusya’nın tutumları temelde bu soruların ima ettiği ihtimallere göre şekillenecek.

‘KÜRT SİYASİ AKTÖRLERİN TUTUMU BELİRLEYİCİ’

Olası Afrin operasyonu başta Türkiye ve Suriye’dekiler olmak üzere Kürtleri nasıl etkiler?

Kürtlerin kendi toprakları üzerinde özgür ve bağımsız bir toplum olarak yaşaması dün olduğu gibi bugün de özellikle dört temel alanda yaşanacak değişikliklerle yakından ilgilidir. Bunlardan birincisi, Kürtleri boyunduruk altında tutan bölgesel statükonun devam edip etmemesiyle ilgilidir. İkincisi, Kürdistan’a hükmeden devletler arasındaki çatışma ve çelişkilerin Kürtlerin hak ve özgürlük taleplerini bastırmaları noktasında antlaşmaları önünde engel teşkil edecek kadar derinleşip derinleşememesidir. Üçüncüsü, uluslararası ve bölgesel güç ilişkilerinin Kürtleri dışlamasına imkan tanıyıp tanınmamasıdır. Dördüncüsü, ve nihayet en önemlisi, Kürt siyasi aktörlerinin temel ulusal hak ve talepler konusunda siyasi, askeri ve diplomatik olarak ortak hareket ve direnme kabiliyeti ortaya koyup koymamasıdır. 

Şimdi üzülerek ifade etmek gerekir ki, Kerkük’ün yeniden işgaliyle birlikte bu parametrelerin tümünde Kürtlerin aleyhine bir gelişme seyri ortaya çıkmış bulunmaktadır. Kürt siyasi aktörlerinin bu tehlikeyi hangi ortak tutumla aşacakları sorusu ise yakıcı bir şekilde cevap beklemektedir.

Evrensel'i Takip Et