19 Aralık 2017 00:16

Bir ‘tuhaf’ işçi: Tipitip!

Kayseri'de büyük bir tekstil fabrikasına sendikayı getirmek için mücadele veren 'Tuhaf bir işçi Tipitip' mücadelesine devam edeceğini söyledi.

Paylaş

Veli ŞAHİN
Kayseri

Çorlu’dan Kayseri’ye on bir yıllık işçilik hayatı var. İki çocuğunun ekmeğini üç etmek, arasına koyduğu katığı arttırmak için mücadele ettiğini söylüyor. Kayseri’de büyük bir tekstil fabrikasına sendikayı getirmek için mücadele veriyor ve mücadelesine devam edeceğini her defasında yineliyor. “Tuhaf bir işçiyim” diyerek “Çok gıcık sakız çiğnerim, kalabalık ortamda patlatırım falan, arkadaşlar da bana tipitip der. Tuhaf insanım çünkü kişisel gelişim kitapları okurum fabrikada arkadaşlarım dalga geçer” sözleriyle kendini tanıtıyor.

“İşçilik hayatın boyunca ne öğrendin?​” sorusuyla başlıyoruz sohbetimize. “Korkarak yaşadığımız için böcek gibi ezildiğimiz olmuştur” cevabını veriyor. İşçilerin önündeki en büyük engelin korkular olduğunu üzerine basa basa tekrar ederek, “1800 lira maaş veriyorum diye övünen patronlar var. Hayır, sen vermiyorsun ben mesaiye kalıyorum. Benim mesaime ihtiyacın var, benim emek gücüme ihtiyacın var. Hatta emeğimin bana karşılığı olan yüzde yüzü değil de yüzde elliyi veriyorsun. Bir de vergiye kesiliyor, aldığımız maaş da eriyor. Hem vergi ödüyor hem en aşağı ücreti işçi alıyor” diyor sitemli.

BİN BİR ADIM...

“Çorlu’da sendikalı bir işyerinde çalıştın, şimdi ise sendikasız bir işyerinde çalışıyorsun arasındaki fark nasıl?​” sorusunu yönelttiğimizde ise, “En kötü sendika, en iyi patrondan iyidir. Neden derseniz, patronun iki dudağının arasında değilsin, seni koruyan haklar oluyor. Çıkartıldığın zaman haklarını alıyorsun. Alınan 1 kuruş bile olsa ileriye dönük düşündüğünde, yıllar sonra o senin maaşına yansıyor, ikramiyene yansıyor. Küçümsememek lazım. Sadece böyle düşünsek bile sendika olması iyidir” cevabını veriyor. 

Uzun zamandır sendikal faaliyet sürdürdüğü fabrikada, sendikaya üye olan işçilerin işten çıkartıldığını hatırlatarak, “İşçiler yenilgi algısına kapıldı. Bu konuda ne düşünüyorsun?​” sorumuzu ise şöyle yanıtlıyor: “Edison’a bir gazeteci, ‘Duyduk ki elektriği ancak 1000. denemede bulmuşsunuz. Acaba merak ediyoruz, 1000 defa başarısız olmak nasıl bir duygu?​’ sorusunu yöneltmiş. Edison ise ‘Elektriği icat etmek için yapmış olduğum her deneme bir başarısızlık değil, aksine başarı için atılmış birer adımdı. Ben 1000 deneme sonucunda 1000 kez başarısız olmadım, aksine bu başarı için katedilmesi gereken 1000 adımlık bir yolu yürümüş oldum. Doğrusu ben elektriği bulmadım, 1000 adımlık yolu yürüdüğümde elektrik zaten oradaydı. Demek ki, elektrik 1001 adımlık bir icatmış!’ cevabını vermiş. Bizim için her şey bir tecrübeye dönüşüyor. Yenilgiden de öğreniyoruz” cevabını veriyor. 

Patronlarının, “Milyarları öder, fabrikayı satarım sendikayı sokmam” dediğini aktardıktan sonra, “Çünkü yüzde 20 işçiye pay verdiğinde kendine düşen pay küçülecek, ürününü yüzde 20 zamla satamayacağına göre zarar edecek ve sendikayı istemeyecek. İşçiye ikramiye, bayram, erzak parası ödeyecek ve işçinin sosyal hakları olacak. Patron neden istesin ki?​” diyor. “Patron istemiyor peki, işçilerin sendikalaşması önünde başka ne gibi engeller var?​” diye soruyoruz. “Aldığımız 1 kuruşa ‘Patron veriyor’ gözüyle bakmamalıyız. Rızkın Allah’tan geldiğini bilmeliyiz. ‘Patron bana bakıyor, bu adam bana iyilik yaptı’ gibi lafları bırakmalıyız. Hayır, arkadaş o senin karakaşına bakmıyor, işi bittiğinde sen de bitiyorsun. Yükünü aldığı zaman sen biteceksin. ‘Ben ona kazandırıyorum kazandığından pay alıyorum’ diye düşünmemiz lazım” diyor.

‘ATIMI ALIRLAR AMA YOLUMU ALAMAZLAR!’

Kayseri’de birçok fabrikada patronların işçilerden e-devlet şifrelerini zorla aldığını, sendika üyelerinin deşifre olduğunu da hatırlattığımızda şunları söylüyor: “Ben yatak odama kimseyi almam arkadaş! Benim anayasal hakkımı gasbediyor. E-devlet şifremi benden istediklerinde diyorum ki, ‘Bunu istemeye hakkın var mı? Yok.’ Polis bile eve arama izni olmadan girdiğinde haneye tecavüz oluyor. Bana arabanın ve evinin anahtarını veriyor musun, hayır, o zaman ben de vermem demeliyiz. Birçok işçi arkadaşımız işten atılacağım kaygısıyla patrona teslim oluyor, olmamalı. Hiçbir kimse gideceğimiz yolu kesemez elbette. Atımı alır ama yolumu alamaz. Beni işten çıkartabilir ama aç bırakamaz, beni işten çıkarttı ama canımı alamadı, bileğimi kesemedi, kör edemedi. Yol, benim hedefim. Hedefim ne? Ekmeğimin arasına bir dilim daha konulması. Bu durum sadece atı almak ama yine de dikkat etmeliyiz” diyor.

“İşçiler olarak sendikalardan beklentiniz ne?​” sorumuza ise “Tecrübelerime dayanarak söylüyorum, içindeki temsilcilerin bilgi birikimi eksik. Bir de bir fabrikaya girene kadar işçiye, ‘Ağam paşam sensin’ derken girdikten sonra unutmayacak veya patroncu olmayacak! Masaya oturduğunda bir kuruşun hesabını yapacaksın, masaya yumruğu vuracaksın. Benim görüşüme örnek vereyim, bir sözleşme bittiği an sözleşmeyi patron bittirdiyse patronun dediği olmuştur! Sendikalar böyle olmamalı. Ama yine de unutmamak lazım, patron kendiliğinden hakkımızı vermeyecekse sendikalaşmak işçiler için zorunluluk” şeklinde cevap veriyor.

‘KESİNLİKLE İÇERİ GİRMELİ BU GAZETE’

Sendikalaşma mücadelesi ve işten atma haberinin olduğu gazete sayımız için, “Kesinlikle içeri girmeli bu gazete. Sadece link atmak yeterli olmuyor. İşçi gazeteyi eline almalı ve görmeli. İçeride tartışmayı devam ettirmek için çok önemli” diyor. İşçi arkadaşlarına da, “Gazeteyi okumalı, yaygınlaştırmalıyız” çağrısında bulunuyor. 

‘BU SİSTEMDE KİM OLSA O PARAYI ALIR’

Ülkenin en önemli gündemlerinden biri olan Reza Zarrab’ın ifadelerine de geliyor söz. “Valla açıkçası İran’a uygulanan ambargoyu delmiş olması benim için suç değil. Sonuçta ülkeye para girdi mi ben ona bakarım. Kim olsa o parayı alırdı bu sistemde, ama aynı zamanda kendi cebine de alıyor. Bence açıklanan belgeler de doğru” diyor.

‘HEDEFLERİMİZ OLURSA ÜLKEYİ DE YÖNETİRİZ’

İşçilerin sosyal faaliyetlerine geliyor sohbetimiz. “En büyük sosyal alan evinin yan tarafındaki parkın oyun yeri” diyor ve şöyle devam ediyor: “Neden bir eğlence merkezi değil, çünkü mahalleden çıkmak külfet. İşçi mahallelerinde sosyal faaliyet için alanlar yok. Mesela en iyi yapabileceği iş okumak, peki buna bütçe ayırabiliyor mu, hayır! Okunmuş gazeteyi okuyor, zorunlu kaldığı gazeteyi okuyor. Alım gücü cidden yok. 15 liralık kitabı bazen alamıyorum. Peki, ben çocuğuma ne vereceğim okuyamazken. Onun da ya defteri eksik olacak ya kalemi.”

Sıraladığı sorunlardan yola çıkarak, siyasi partilerin, iktidarı nasıl değerlendirdiğini soruyoruz. “Ben şu anda devleti yönetecek bir kişi göremiyorum. Neden göremiyorum çünkü ülkede her zaman eksikler var. Dört dörtlük bir insan yok elbette, yaparım dersem kendime güvensem o yoldaydım. Herhangi bir partiye üyeliğim yok çünkü yapamayacağım iş için yola neden çıkayım? Yükü neden taşıyayım. Bizim haklarımızı koruyan tek bir siyasetçi var mı, yok. Başımızdaki insanlar zaten bizi yöneten patronlar. Sen bugün altındaki bin tane işçiyi yönetiyorsun ama aynı zamanda ülkeyi yönetiyorsun o zaman çelişki oluyor. Ya Bakan ol ya patron! İkisi olmaz” diyor.

“Patronlar yönetiyor diyorsun. Peki, sence işçiler kendi partilerini kurup ülkeyi yönetebilir mi?​”

“İşçiler kendi partilerini kurabilir. 5 kişi bir araya geldiğinde her şeyi yapabilir. Yola da çıkabilir ama biz işçilerin sanki doğuştan öğrendiği bir şey var, ezilmişlik ve kaybetmişlik içgüdüsü. Bunu işçiler aşamadığı sürece ben de bir işçi olarak söylüyorum, ezilmişlik ve kaybetmişlik içgüdüsünü atamadığımız sürece hiçbir şey yapamayız. ‘Öğrenilmiş kaybetmişlik’ vardır. Hedeflerimizin olması gerekiyor. Çalışıp yirmi yıl sonra emekli olup ölmeyi bir hedef olarak görmezsek yönetiriz” cevabını veriyor. 

ÖNCEKİ HABER

2017’de asgari ücretlinin reel kaybı yaklaşık 500 lira

SONRAKİ HABER

Taşeron çalışanların tümü kadroya alınmalı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa