08 Aralık 2017 00:27

Ben okuyucu

Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Cezaevinden Kerim Avşar ve Bülent Şamcı, Gülazer Akın’ın 'Elimdeki Yirmi Günlüğüm' adlı romanını yazdı.

Paylaş

Kerim AVŞAR-Bülent ŞAMCI
Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Cezaevi

Gülazer Akın’ın 2007 yılında Adıyaman zındanında kaleme aldığı Goran Yayınları tarafından Mayıs 2017’de yayımlanan “Elimdeki Yirmi Günlüğüm” adlı romanı okuduktan sonra bu okumanın bir geri dönüşü olmalı diye düşündük. Okumanın konformizmine ve hazzına, yazmanın emeği ve yaratıcılığı eklenmezse hakkı teslim edilmemiş olurdu. Kitap boyunca hikayenin temel karakterlerinin, “Ben Zerya”, “Ben Zarife”, “Ben Seyro”... diye ortaya çıkmalarına ve en sonunda yazarın kendisinin “Ben yazar” diyerek noktayı koymasına atfen o noktaya bir virgül ekleyip “Ben okuyucu” ile devam ettirmek istedik. Bu noktalı virgüle en çok da yazarın sevineceğini düşünüyoruz. Zira bu gayretle hakkı yani emeği karşılığını bulmuş olacaktır. 

Bir kaçış amacı taşımıyorsa okumak edilgen bir eylem değildir aslında. Edilgen olmayan her okumada okuyucu kendi hikayesini de ekler okuduklarına. Hem okur hem de yazar olmak en çok da cezaevleri için geçerlidir. Okuryazar birleşik bir kelime, biri olmadan diğeri tek başına eksik ve yarım kalır. Bir başına olur ‘tavuk’ misali yemlenir ancak uçamaz. Oysa okuryazar kelimenin gerçek ve yan anlamıyla kanatlandırır insanı, duvarları aştırır, rüzgarla yarıştırır. 

Gülazer Akın da özgürlüğe kanat çırpanlardan...Gülazer Akın’ı “Tencerenin Dibi” romanı ve cinsiyetçiliğin yapı taşlarını çözümlediği, “Cinsiyetçiliğin Yaratımı, Çalınan Özgürlük” adlı kitaplarından tanıyoruz. “Elimdeki Yirmi Günlüğüm” kitabı diğer iki kitaba nazaran geç yayımlansa da yazarın roman dalında ilk göz ağrısı, ilk yürek sancısı, ilk eseri... İsmini romanın kahramanı Zerya bebeğin yirmi günlükken annesiz-babasız kalışından alıyor kitap... Kitabın kapağına bir defterin arasında görülen (Kim bilir belki de yazarın ilk romanı yazdığı defteridir) 1990’lı yılların Vita yağı tenekesinin yanında dikilmiş yirmi günden sonra ememediği annesinin memeleri yerine parmağını emen ve “Hey ben buradayım” dercesine defterinden fırlamış ürkek bakışlı bir kız bebek fotoğrafı kullanılmış. Bir fotoğraf bütün bir hikayeyi ancak bu kadar iyi anlatır...

ATEŞTEN GÖMLEK OLDUĞU YILLAR...

Kitap 195 sayfadan oluşsa da bir nefeste okunabilecek akıcılıkta. Tadında ve kıvamında aforizmalar, felsefe ve şiirsel anlatımda serpiştirilmiş. Hikaye yazarın da memleketi olan Bitlis-Ahlat’ta başlasa da hazan rüzgarıyla savrulan yapraklar misali Adana, Mersin ve İstanbul’a dek uzanmış. Zaman ise 1990’lı yıllar... Seksenlerin kıyıcılığı, karanlığı, sessizliği ile iki binlerin milenyum çılgınlığı iletişim ve bilişim çağı arasında kalan doksanlar... Özgürlük düşünün ve ihtimalinin yükselen alevinin kıvılcımlarını yüreklere, evlere, sokaklara düşürdüğü, özgürlüğün ateşten gömlek olduğu yıllar...

Yazar roman boyunca okuyucu ile karakterler arasına girmemiş. Karakterlerin her birinin kendi dilinde birinci tekil şahıs olarak okuyucuyla karşı karşıya kalmasına, diyaloğuna izin vermiş. Görünmez kılmış kendini. Ta ki kitabın sonunda “Bu hikaye farklı yaşanmıştır belki de” dediği okuyucuyu başka ihtimalleri düşünmeye, kendi hikayesini oluşturmaya aktif ve katılımcı olmaya kışkırttığı ana dek.

Romanın temel karakteri Seyro’nun çeyizliği olan baskısı dökülmüş simli boy aynasında birer birer arzı endam ediyorlar. Cehennemi yaşayan cennete bir türlü ulaşamayan Araf’ta asılı ruhlardır bunlar. “Ben Zerya”, “Ben Zarife”, “Ben Seyro”, “Ben Doğan”... ile başlar hikayeler. Onlar eteklerindeki taşları döken mahalle kavgacıları, günah kabinine girmiş günahkar-günah çıkarıcıları, sanık kürsüsünde oturtulan suçlular, grup seansına katılan travmalar yaşamış grupta konuşan hastalar değiller. Yaşadıklarını günahını da sevabını da görünür kılmak isteyen X neslinden insanlardır sadece... ’90’lar nesli X kuşağı olarak da adlandırılır. Kendinden sonra gelen Y ve Z nesillerine kıyasla en şanssız olarak adledilirler. Garip bir tesadüf X aynı zamanda bilinmez, etkisiz kayıp kodlamalar taşır. Romanın kahramanı Zerya’nın varlığını ispata zorlanması gibi. (Zerya ülkesi ve halkının kaderiyle aynı kaderi yaşar, inkar-ispat döngüsü ve kapanına kıstırılmıştır) tüm nesil veya romanın karakterleri hayatlarını görünür ve anlaşılır kılma çabasındalar o kadar.

Her savaşın iki yüzü vardı. Dışarıdan içeriye doğru keser, parçalar, yaralar ve öldürür. İki ucu kesilen bir bıçaktır savaş. Aynı zamanda içeriden dışarıya doğru değiştirir ve dönüştürür de. Romanın akışı içinde doğal topluma ve kültüre sızmış yabancı ajan kültürünün “gelenek”, “töre” ve geri ahlakı ile sömürgeciliğin açık saldırıları altında ezilmiş erkek ve kadın hallerini “hane” evlilik ve ev damının nasıl birer hapishaneye, cendereye dönüştüğüne toplumsallıklarını yitirmenin bedelini “ben”lerine değin parçalanarak nasıl ödediklerine ve o hapishanelerden “firar” edenlerin “gidenlerin” gencecik kaderleriyle umudu nasıl büyüttüklerine tanıklık ederiz. Ve yine cendereye dönüşen ev ortamında tüm musibetlere inat; sevgiyi yaşatan, büyüten ve yaşamı güzelleştirip geleceğe umut aşılayan Zarife ve evin diğer kadınları oluyor.

‘BİZ’İ ANLATIR ASLINDA

Hikayeler bir “ben” ile başlasa da örtük bir “biz”i anlatır aslında. Bu anlatılan senin de hikayendir diye fısıldar satır aralarında, hakikatin kalbi orada atar. Çocukların masumiyetinin yansıdığı Seyro’nun bakırı dökülmüş boy aynasında, ’90’lı yılların hakikatleri de belirip görünmektedir. Yazar ’90’lı yıllar gerçeğini bir ailenin yaşadıkları üzerinden anlatırken, okuyucuyu ’90’lı yıllara götürüyor, kendi ailesini yakın dönem tarihiyle bütünleşmeye çağırıyor...

Kitap Seyro’nun Zerya’yı daha 20 günlükken terk etmesiyle başlar. O ilk düğme yanlış iliklenmese, tüm düğmeler doğru mu iliklenecekti, kol kırılsa da yen içinde kalsa hane cennete mi dönecekti. Zerya’ya annelik Zerya’yı kurtarsa da Seyro’yu kurtarmaya yeter miydi? Sorun ilk yanlış ilikleme değil de zorla giydirilen töreden, gelenekten, sahte ahlaktan oluşmuş deli gömleğinde mi, adalet terazisinde hangi kefenin günahı daha ağır annelik yapmamanın mı yoksa babalık yapmamanın mı?..

Başta da demiştik düğümleri çözmek yetmez, yeni düğümler de eklemek gerek. Okumalarımızın ve hayata dair düğümlerimizin daim olması dileğiyle...

Selam ve saygılarımızla...

ÖNCEKİ HABER

OHAL’de yakılan köylerin belgeseli: 1994

SONRAKİ HABER

Fedakarlık istenen asgari ücretliler: Daha ne yapacağız?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...