Tahliye olan hak savunucuları cezaevinden çıktı

Büyükada davasında haklarında tahliye kararı verilen 8 hak savunucusu cezaevinden çıktı.

25 Ekim 2017 05:30
Paylaş

Cansu PİŞKİN
İstanbul 

İstanbul Büyükada’da gözaltına alınan 8’i tutuklu 11 hak savunucusu 113 gün sonra hakim karşısına çıkarıldı. Savunmaların ardından kararını açıklayan mahkeme, tutuklu yargılanan 8 hak savunucusunun tahliyesine karar verdi. Mahkeme, Taner Kılıç için de birleştirme kararı aldı. Tanıklara davetiye çıkaran mahkeme, otel müdürünü de tanık olarak dinleyecek. Sonraki duruşmayı 22 Kasım’a erteleyen mahkeme, Özlem Dalkıran ve Veli Acu’ya yurt dışına çıkış yasağı verirken diğer hak savunucularının adli kontrollerini kaldırdı. Haklarında tahliye kararı verilen 8 hak savunucusu gece saatlerinde cezaeviden çıktı.

Haklarında tahliye kararı verilen 8 hak savunucusu, işlemlerinin ardından gece saat 03.30 sıralarında minibüslerle tutuklu bulundukları Silivri Cezaevi'nin önüne geldi. Burada coşkuyla karşılanan 8 hak savunucusu yakınları ve arkadaşlarına sarılarak hasret giderdiler.

'NORMALLEŞMEK İÇİN ZAMANA İHTİYACIMIZ VAR'

Gazetecilere açıklama yapan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser, "Biraz normalleşmek için zamana ihtiyacımız var. Bütün arkadaşlarımızı, içerideki bütün gazetecileri ve Uluslararası Af Örgütü Yönetim Kurulu Başkanını da dışarı çıkartana kadar çalışmaya devam edeceğiz" dedi.

Avukat Murat Deha Boduroğlu ise müvekkillerinin özgürlüklerine kavuştukları için mutlu olduğunu söyledi.

Tahliyenin ardından sanıklar Alman vatandaşı Peter Frank Steudtner, İsveç vatandaşı Ali Ghravi ise yabancı basına açıklamalar yaptı.

tahliye olan hak savunucuları

tahliye olan hak savunucuları

tahliye olan hak savunucuları

tahliye olan hak savunucuları

tahliye olan hak savunucuları

tahliye olan hak savunucuları

tahliye olan hak savunucuları

tahliye olan hak savunucuları

tahliye olan hak savunucuları

DAVADA NELER YAŞANDI?

Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi 35. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın ilk duruşmasında, tutuklu yargılanan Alman vatandaşı Peter Frank Steudtner, İsveç vatandaşı Ali Gharavi, Helsinki Yurttaşlık Derneği’nden Avukat Nalan Erkem, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Yönetim Kurulu Üyesi Veli Acu, İnsan Hakları Gündemi Derneği’nden Günal Kurşun, Helsinki Yurttaşlık Derneği’nden Özlem Dalkıran ile tutuksuz yargılanan Hak İnisiyatifi’nden Şeyhmus Özbekli ve Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nden Nejat Taştan hazır bulundu. Ankara Sinan Cezaevi’nde tutuklu bulunan Kadın Koalisyonu’ndan İlknur Üstün ile İzmir Şakran Cezaevi’nde tutuklu bulunan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç ise duruşmaya SEGBİS ile katıldı. 

Duruşmayı çeşitli ülkelerin büyükelçiliklerinden delegasyonlar, Uluslararası Af Örgütü’nün çeşitli ülke temsilcileri, EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan, EMEP MYK Üyesi Levent Tüzel, siyasetçi Ufuk Uras, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu, İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Eren Keskin, HDP Milletvekili Garo Paylan, CHP Milletvekilleri Slina Doğan ve Barış Yarkadaş, AKP Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nden gözlemci Emma Sinclair’in aralarında bulunduğu çok sayıda kişi izledi. 113 gün sonra mahkeme önüne çıkan hak savunucularının, “Silahlı terör örgütlerine yardım etme” ve “Silahlı terör örgütüne üye olma” suçlamalarıyla 10 ila 15 yıl hapisleri isteniyor.

AVUKATLAR, TANER KILIÇ’IN DOSYADAN AYRILMASINI TALEP ETTİ

Hak savunucularının avukatları, aynı suçlama ile iki ayrı mahkemede dava yürütülemeyeceğini belirterek Taner Kılıç’ın davadan ayrılmasını talep etti. Avukat İbrahim Yılmaz, Taner Kılıç’ın yarın İzmir 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde aynı suçlamadan mahkeme önüne çıkacağını ve bu durumun adil yargılama hakkına aykırı olduğunu belirterek, talebe ilişkin duruşmadan sonra karar vereceğini bildiren mahkeme heyetinin bir an önce karar vermesi gerektiğini söyledi. Avukat Meriç Eyüboğlu da söz alarak, duruşma salonunun büyüklüğü ve sanıkların çokluğu sebebiyle duruşmanın sesli kayıt altına alınmasını, adil yargılama hakkının ve duruşmanın hızla ilerlemesi için talep etti. Mahkeme başkanı ise Eyüboğlu’na, “Uygar devletlerde bütün duruşmalar kayıt altına mı alınıyor avukat hanım” diye sordu. 

‘SUÇLAMALAR VAROLUŞUMLA TABAN TABANA ZIT’

Duruşma Helsinki Yurttaşlık Derneği’nden Özlem Dalkıran’ın savunması ile başladı. Dalkıran, “3 aydan uzun süredir özgürlüğümden mahrum bırakıldım. Nedenini bilmiyorum. Elime ulaştığından beri iddianameyi defalarca okudum. Hak savunucularının bilgilerini paylaşmak için düzenlediği bir atölye çalışması nasıl oldu da bir ‘silahlı terör örgütüne’ yol açtı anlamadım. Hayatın bir ironisi olsa gerek. Stresle nasıl baş edeceğimizi öğrenmek için bir araya gelmiştik. Şimdi ise 113 gündür stres altında yaşıyoruz” dedi. Hayatı boyunca çalışmalarının odağında hak, hukuk, adalet ve barış olduğunu anlatan Dalkıran, “Hakkımdaki suçlama varoluşumla taban tabana zıttır” diyerek suçlamaları reddetti. Dalkıran, “Biz daha neden alındığımızı anlamamışken bazı gazeteler hakkımızda casusuluk suçlamaları öne sürdü. Haber vermeden toplandığımız için suçlanıyoruz. İddianame medyaya uydurulmaya mı çalışılıyor anlamış değilim” diye konuştu. 

‘GİZLİ DENİLEREK ALGI YARATILIYOR’

İnsan hak ihlalleri alanında çalışan hak savunucularının tanık oldukları şahitlikler dolayısıyla yoğun stres altında yaşadıklarına dikkat çeken Dalkıran, söz konusu atölye çalışmasının da stresle baş etme amacıyla yapıldığını anlattı. İddianamede duyuru yapılmaksızın çalışma atölyesi gerçekleştirmenin suç unsuru sayıldığını hatırlatan Dalkıran, “Gözaltından itibaren bir kısım medya casusluk hikayesini bu gizliliğe dayandırdı. Gizli denilen toplantıyı halka açık bir otelde, kapısı açık bir salonda yaptık. Bir otelde gizlice toplanılabilir mi? Gizli planlar için bir araya gelen kişiler gizlilik kuralı gereği aralarına tanımadıkları kimseyi almazlar. Oysa dışarıdan tanımadığımız 4 tercüman toplantı boyunca bizimleydi. Ayrıca otelin servis elemanları gün içinde girip çıkıyorlardı. Kapısı çoğunlukla açık olan camlı bir prefabrikte yaptık toplantıyı. Havuzun hemen yanındaydı. Sosyal medyada fotoğraf çekip paylaştık. Gizli diyerek suç işlenmiş izlenimi yaratıyorlar” dedi. 

‘SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI BİLGİ GİZLEMEZ, AÇIKLAR’

İddianamede verilerin korunması ve stresle baş etmenin insan hakları alanına girmediğinin iddia edildiğini belirten Dalkıran, “Sivil toplum kuruluşları bilgi gizlemez, aksine bilgiyi açıklar, ihlalleri ve gelişmeleri kamuoyuyla paylaşır. Hak ve özgürlük alanında çalışanlar hakları ihlal edilenlerle de çalışır. Bu kişiler hak savunucularıyla özel ve hassas bilgiler paylaşır ve bu bilgiler paylaşmaya hazır edilinceye kadar özenle saklanmalıdır. Çünkü kötü niyetli kişilerin eline geçmesi halinde kötüye kullanılabilir ve mağduru sıkıntıya sokabilir. Mağdurlarla ve meslektaşlarımızla iletişimimiz çoğunlukla dijital ortamda gerçekleşiyor. Çalışmalarımızdan hoşlanmayanlar sık sık siber saldırılarda bulunuyor. Bunun maliyeti bizim alanımızda insan yaşamının ihlaline kadar gidebilir. Ağır stres altındayız, çünkü dinlediğimiz her ihlal öyküsü bizde de travma yaratmaktadır. Kendimizi, kurumlarımızı ve hak mücadelesi verdiğiniz kişileri korumak için hem bilgilerimizi hem de ruhsal güvenliğimizi korumak zorundayız. Bu yüzden de toplantı alırız” diyerek söz konusu iddiayı çürüttü. 

‘UNUTMAK HAYATIN OLAĞAN AKIŞINA UYGUN’

İddianamede adının önüne getirilen “Toplantıyı organize eden” ifadesini de eleştiren Dalkıran, “Toplantı düzenlemenin suç oluşturduğu algısı oluşturulmak isteniliyor. Organizasyonu bir şirkete yaptırsaydık onlar da bizimle mi yargılanacaktı” diye sordu. Hakkındaki iddialara ilişkin savunmasını sürdüren Dalkıran, “FETÖ üyesi olduğu iddia edilen İştar Gözaydın 90’dan beri arkadaşım, saygın bir akademisyendir. 3 ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Arama sebebim de 'geçmiş olsun' demek içindir. Ne İştar yargılandığı için, ne de ben onu aradığım için örgüt üyesi sayılırız. İddianamede Hayır Meclisleri’ne ait belgenin dijital materyallerimin aranması sırasında bulunduğu söyleniyor. Ancak hangi dijital materyalde bulunduğunu yazmıyorlar ve metnin tamamı yok. Gitmediğim bir toplantının sonuç belgesi muhtemelen e-mail yoluyla bana gönderildi. Binlerce kişinin erişebildiği belgenin aleyhimizde delil olarak kullanılması suçun şahsiliği ilkesinin ihlali ve ciddi tehdit unsuru içerir. Hoşlanmadığımız kişilere belge gönderip ihbarda bulunabiliriz anlamına gelir. İletişimin pasif tarafı gelen mesajdan nasıl sorumlu tutulur? Bu iddia akla da hukuka da aykırı. Savcı, Hayır Meclisleri toplantısına katılarak suç işlediğimi düşündüyse neden bunu kanıtlamadı? O toplantıda olduğuma dair tek bir delil yok. Olan şey dijital materyallerimden çıktığı söylenen belge. MASAK raporlarına ilişkin Roboski İçin Adalet Yeryüzü İçin Adalet Derneği’ne bağış göndermişim. 2014 yılında banka hesapları aktif olan ama sonra KHK ile kapatılan bir hesaba bağış yapmak suç mu? Bundan sonra para göndereceğim kişilerden adli sicil kaydı istemek mecburiyetinde mi kalacağım? İnsani yardım amacı güderek bağış yaptığım yerlerde terör örgütü bağlantısı yapılıyor ve bağış yaptığım dönemde hiçbir suçlama yöneltilmeyen derneklere para göndermek suç mu? Telefonumun şifresini hatırlamamam iddianamede savcı tarafından ‘hayatın olağan akışına aykırı’ diyor. Doğrudur ama bu soru hayatın akışına olağan bir anda gerçekleşmedi. Holywood filmlerini aratmayacak şekilde gözaltına alındık, avukatlarımıza ve ailelerimize haber veremedik hatırlamamak o an ki hayatımın olağan akışına uygundur." ifadelerini kullandı.

‘ALİ GHARAVİ İLE ERDOĞAN’IN KONUŞMACI OLDUĞU SEMPOZYUMDA TANIŞTIK’

Mahkeme heyeti başkanı savunmasını bitiren Dalkıran’a Ali Gharavi ile nerede tanıştıklarını sordu. Dalkıran da, 2004 yılında gerçekleşen “İnsan Haklarında Yeni Taktikler Uluslararası Sempozyumu” sırasında tanıştığını ve bu sempozyumun açılış konuşmasını dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, kapanış konuşmasını ise dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığını anlattı. 

‘TERÖR ÖRGÜTÜ DESTEKLEMEK YARADILIŞIMA AYKIRI’

Alman vatandaşı Peter Frank Steudtner savunmasını tercüman aracılığıyla yaptı. Kendini tanıtarak savunmasına başlayan Steudtner, 20 yıldan beri eğitimci ve kolaylaştırıcı olarak çalıştığını söyledi. Çalışmalarının çoğunun insan hakları üzerinde olduğunu belirten Steudtner, çalışma alanını ise eğitim ve danışmanlık, iyi hissetme, strese karşı müdahale ve travma ile başa çıkma, veri ve iletişim güvenliği ile destekleyen film ve fotoğraf belgeleri olarak tanımladı. Şiddete karşı çalışmalar yürüttüğünü söyleyen Steudtner, “Hayatım boyunca hiçbir terör örgütünü desteklemedim. Bu benim yaradılışıma aykırı. Almanya’da hala zorunlu askerlik varken askere gitmek yerine bir hastanede sosyal hizmet görevinde çalıştım. Çalışmalarımla insan haklarını destekliyorum. Çünkü devletler bireylerin insan haklarını yürütmekle görevliler ben de onlara bu yükümlülüklerini hatırlatıyorum” dedi. 

‘HEPİMİZ DİJİTAL TEHDİT ALTINDAYIZ’

Türkiye’ye stres ve travmayla baş etme ile veri güvenliği için geldiğini anlatan Steudtner, “Hepimiz dijital tehdit altındayız. Dijital virüs ve hack hakkında bilgi sahibiyiz. Herkes cep telefonunu kaybetmekten korkar ve sosyal medya alanları da tehdit altında bu da stres yaratıyor. Bu iki yol bağlanmalı çünkü hak savunucuları hem stres hem tehdit altında. Bu nedenle çalıştaylarda iyi hissetme ve rahatlamayı birleştiriyoruz. Birçok eğitimci ile çalılıyoruz. Ali de beraber çalıştığımız eğitimcilerden. Stres ve travma hakkında hangi eğitimci uygun diye bana sordu. Diğer eğitimci uygun değildi ben katıldım” ifadelerini kullandı. 

‘TÜRK ADALET SİSTEMİ HAKLARIMI KORUMADI’

Steudtner, Almanya’nın vatandaşlarına sağladığı Elephant sistemine üye olmasının hakkında ön yargılı şekilde kullanıldığını söyleyerek, “Ön yargılı şekilde bana ve Alman devletine karşı bu bilgi medyaca kullanıldı. Benim haklarım ihlal edildi. Türk adalet sistemi haklarımı korumak için bir şey yapmadı” dedi. 

‘ADALETE ERİŞİM HAKKIM ENGELLENDİ’

Büyükada’daki polis baskınını anlatan Steudtner, “Polis baskını yaptığında benim adımı ve bazı Türkçe kelimeler kullandılar. Nedenini hala bilmiyorum ama ‘Peter nerede’ diye bilmek istiyorlardı. Karakola kadar bana herhangi bir yasal bilgi verilmedi, gece yarısına kadar susma hakkım olduğu söylenmedi. Susma hakkım olduğu bildirilene kadar Büyükada polis karakolunda resmi olmayan şekilde ifadem alındı. İfadem biri iyi Almanca bilen 3 polis ifademi aldı.  Çok fazla bilgiye sahip olduğum,  Türkiye’deki planımın farklı olduğu, ajan olduğum ve terör örgütü üyesi olduğum söylendi. Sorgulama 1 buçuk saat sonra sonlandı. Bana göre o esnada adalete erişim hakkım engellendi. Tutuklanmam ve hepimizin tutuklanması insanlık dışı. İletişim kurmama izin verilmedi, 3 gün tecritte kaldım. İletişim kısıtlamaları benim için çok zordu çünkü ailem Türkiye’ye gelemiyor iki haftada bir ailemle 10 dakika konuşabiliyorum.  2 çocuğum var onlarla ilgilenmeliyim” şeklinde konuştu. 

‘KANITLAR YARATILMIŞ’

Terör örgütlerine destekte bulunmanın çok ciddi bir suç olduğunu ifade eden Steudtner, iddianamede bahsi geçen terör örgütlerinden yalnızca FETÖ örgütünün ismini televizyondan duyduğunu, diğer isimleri bilmediğini söyledi. Steudtner, “Ben ve benim uzmanlık alanım terör örgütüne nasıl bağlandı bilmiyorum. Dijital veri kaynağımla ilgili polisin aldığı orjinal verilerimin bıraktığım şekilde olduğuna dair kanıt gösterilmedi. Bana karşı kullandıkları kanıtın daha önce orda olup olmadığını bilmiyorum.  Bir resim dosyasından bahsediliyor bir isim var resim dosyası için kullanılan resim dosyası ismi değil, ben öyle adlandırmam. İddianamede yasal kanıt göremiyorum. Pin ve şifrelerimi vermediğim, verdiklerimin yanlış olduğu söylendi. Büyükada’da İngilizce bilmeyen polislerle karşı karşıyaydım; telefonu gösterdi ve ‘pin’ dedi ben de avukatımın beraberinde bunu söyleyeceğim die cevap verdim. Savcılıkta da istendi şifrelerim.  Hatırladıklarımı söyledim. Bundan sonra da kimse gelip şifre yanlış demedi, iddianamede gördüm. İsnat esilen suç ve kanıtlara bakarak benim için bir takım kanıtlar yaratılmış. Basına savcılık ofisinden sızdırılmış. Kanıtlar suçlamalar ile bağlantılı olmadığı gibi terör örgütü organizasyonları ile de ilgili değil. Suçlamalara karşı suçsuzum. Derhal ve şartsız tahliyemi talep ediyorum” diyerek savunmasını noktaladı. Savunmasından sonra üye hakim Steudtner’e Adalet Yürüyüşü’nü sordu. Steudtner ise bilmediğini söyledi. Peter Steudtner'e hakim atılı suçların niteliğini gözeterek etkinlik pişmanlık hükümlerinden yararlanıp yararlanmak istemediğini sordu. Steudtner ise “Kabul edemem çünkü bir suç işlemedim” yanıtını verdi. 

‘TOPLADIĞIMIZ VERİLER HAYATİ ÖNEME SAHİP’

Duruşmaya, Ankara Sinan Cezaevi’nden SEGBİS ile bağlanan Kadın Koalisyonu’ndan İlknur Üstün’ün savunmasıyla devam edildi. Üstün, yıllardır kadın hakları alanında verdiği mücadelenin önemini anlattığı savunmasında, ‘’Bu çalışmalar Türkiye’nin gururu oldu. Büyük bir sorumlulukla şeffaf ve demokratik zeminde topladığımız bu veriler, bu çalışmalar herkes için bir kaynak oluşturdu. Bu verilerin güvenilirliği, güvenliği, bunları koruyabilmek son derece önemli. Bu çalışmalar kadın hakları konusunda çalışmaların dayanağıdır. Sadece dayanak değil aynı zamanda tacize, tecavüze, şiddete uğradığı için başvuru yapan kadınların, istismara uğrayan çocukların hikayelerini içeriyor. Bu veriler son derece hayati öneme sahip” dedi.

‘KADIN VE İNSAN HAKLARI MÜCADELESİ DE SUÇLANIYOR’

Üstün, “Engelleyemediğimiz için hayatını kaybeden kadınların hikayeleri, engelleyemediğimiz için istismara uğrayan çocukların hikayelerini dinlemek hiç kolay değildir. Bu alanda çalışan herkes bunu çok iyi bilir. Bu toplantı daveti geldiğinde büyük bir heyecanla gittim. Bu çalışmaların terörle, terör örgütleriyle ilişkilendirmek mümkün değil. Ben bu çalışmalar Meclis’te milletvekilleriyle yaptım. Bu çalışmalar Türkiye’nin kazanımı, dünya üzerinde gururu olmuştur. Suç dedikleri, Kadın Koalisyonun İngiltere Büyükelçiliğinin desteğiyle düzenlen bir toplantı. Bu toplantılar için kullanılan bu kaynaklar yasaldır. Adalet Bakanlığı da kullanır, diğer kurumlar da kullanır. Şimdiye kadar verdiğim kadın hakları mücadelesinin sonuna kadar arkasındayım. Eğer suç olsaydı sadece insan hakları savunucuları değil, kamu görevlileri de suçlu olurdu. Bu suçlamalar aynı zamanda kadın ve insan hakları mücadelesinin suçlanmasıdır. Mahkeme iyi olandan yana tavır almalıdır” diye konuştu. 

‘BEN DE İNSANIM’

Üstün’ün savunmasının tamamlanması üzerine avukatlar duruşmaya yemek arası verilmesi istedi. Mahkeme başkanı tutuklu hak savunucularına “Kumanyanız geldi. İkişer ikişer gidip aşağıda yiyebilirsiniz” dedi. Avukatlarda duruşmaya ara verilmesini istemesi üzerine mahkeme başkanı “Ben de sabahtan beri bir poğaça ile duruyorum. İnsan hakları diyorsanız ben de insanım” diye çıkıştı. 

‘PİŞMAN OLACAK BİR ŞEY YAPMADIM’

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser, savunmasına tüm suçlamaları reddederek başladı. Savunması boyunca hak savunuculuğunun suç olmadığını vurgulayan Eser şöyle konuştu: “Uluslararası Af Örgütü’nün yönetim kuruluna karşı sorumluyum. İşim dolayısıyla Af Örgütü’nün Yönetim Kurulu ve Uluslararası Af Örgütü sekreteryasına bilgi vermek durumundayım. Suçlamaya delil olarak gösterilen suçlamaların hepsi kurallar gereği sekreterya tarafından alınır. Uluslarası sekretaryanın görevleri araştırma ve rapor hazırlamaktır. Af Örgütü Türkiye’de gayet yasal bir kuruluş olan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da önem verdiği kuruluş. Af Örgütü’nün yaptığı yasal açıklamaların suç unsuru sayılmasından esef duyuyorum. Konumum itibariyle bilgisayarımın ve telefonumun dijital güvenliği önemli olduğu için çalışma atölyesine katıldım. Stresle baş etmek için gittim çalışma atölyesine ancak trajik şekilde 4 aydır stresimin daha da arttığını söyleyebilirim. Bu da kaderin cilvesi. Bir toplantının sosyal medyadan duyurulmaması o toplantının gizli olduğu anlamına gelmiyor. Kendi düzenlemediğimiz hiçbir şeyi sosyal medyada duyurmuyoruz. İş gereği bakanlıklarla da görüşüyoruz toplantı yapıyoruz ama bunları da duyurmuyoruz. Taner Kılıç ile yaptığım görüşmeye gelince, kendisi direktör olarak hesap vermek zorunda olduğum kişi. Direktör olarak haftada bir Taner Kılıç ile görüşüp bilgilendirmem gerekiyordu. Taner terör ile bağlantılı olabilecek biri değil. ‘Acil Eylem’ Af Örgütü’nün 1973 yılından beri kullandığı dilekçe formatıdır. Hayati tehlike durumuda insanlara mobilize edilmesi için uygulanır ve hemen imza kampanyası başlatılır. Nuriye ve Semih’in barışçıl gösteri hakkının engellenmesi ve zorla müdahaleye tepki var. Ortada bir ihlal varsa uluslararası sözleşmeye bağlı olarak siyasi tandansına bakılmaksızın savunur. Erdoğan’ı da savundu Af Örgütü. Pişman olacak bir şey yapmadım, yapmam gereken şeyleri yaptım o sebeple etkin pişmanlıktan yararlanmak istemiyorum.”

‘TÜM İNSAN HAKLARINI İHLAL EDEN UYGULAMALARLA KARŞI KARŞIYAYIM’

İsveç vatandaşı Ali Gharavi savunmasında, “Daha resmi bir şekilde karşınıza gelmek isterdim ama Silivri şartları bu kadarına yetiyor” diyerek spor kıyafetinin açıklamasını yaptı. Yanında bulunan dil haritasının bağlamından çıkarıldığının altını çizen Gharavi,  “Haritadaki renklerin anlamını ve coğrafi özelliklerini yok ederek, kendilerine göre anlam yüklüyorlar” diyerek söz konusu haritanın Ortadoğu'nun dil haritası olduğunu anlattı. Gharavi, “İran'la ilgili haritada sınırlar kaldırılmış, başlık ‘Dil Haritası’ kaldırılmış, renklerin neyi simgelediğini silmişler” dedi. Gharavi, “113 günden beri tüm insan haklarını ihlal eden uygulamalar ile karşı karşıyayım. İtibarım ve kariyerim bir yana sağlığım için endişe ediyorum. Terör örgütü suçlamalarını kabul etmiyorum. Ben söz konusu organizasyonları tanımıyorum. Derhal ve şartsız tahliyemi talep ediyorum” diyerek savunmasını sonlandırdı. Etkin pişmanlıktan faydalanmak istemediğini ise şöyle açıkladı: “Bilgim yok terör örgütü ile ilgili. O yüzden faydalanmak istemiyorum.” Gharavi sorulan soru üzerine gözaltında yaşadıklarını da şu sözlerle dile getirdi: “Gözaltında tercüman verilmedi. İki sivil polis arabanın arkasına koydular ve hastaneye götürüldüm. Yol 2 saat sürdü. Kimse konuşmadı kendimi hayvan gibi hissettim.” şeklinde konuştu.

‘KOLLUK YA DA SAVCI BİLGİ SIZDIRIYOR’

İnsan Hakları Gündemi Derneği’nden Günal Kurşun savunmasında gözaltı sırasında avukat olduğunu ibraz etmesine rağmen hukuk ihlallerine maruz kaldığını söyledi. Kurşun, iddianamede Adana’da yargılandığı davanın da suç unsuru sayıldığını belirterek, “Adana’daki mahkemede daha ağır bir suç olan ‘örgüte üyelikten’ yargılanıyorum ama o davadan tutuklanmamış  daha hafif suçlama olan ‘örgüte yardımdan’ 4 aydır tutuklu yargılanıyorum” dedi. Gözaltı sürecinde 30 saat kimseye haber vermelerime izin verilmediğini anlatan Kurşun, “Tamamen bir izole söz konusuydu. Bizim ne olduğuna dair haberimiz yokken ertesi gün bir kısım medyada çıkan haberlerde bizim ne casusluğumuz ne vatan hainliğimiz kalmış. Benim, ailemin, avukatlarımın neden gözaltında olduğumuzdan haberimiz yokken medya yazıyor. Kolluk kuvvetleri ya da savcılık bilgi sızdırıyor. Bu kadar sızma ancak bir zeytinyağı fabrikasında olur” dedi. 

‘SAVCI DELİL KARARTIYOR’

Kurşun iddianamede bilgisayar ve telefon şifresini vermediğinin yazılması yönündeki iddiaları ise gözaltının ardından çıkarıldığı savcılıktaki sorgusunun tutanağıyla çürüttü.  Kurşun, “Kollukta vermemişim şifreyi. Ben avukatım cep telefonumdan benim huzurumda ve baro tarafından belirlenen bir avukatla telefonumdan imaj alınması gerekirken bunlar uygulanmadı. 8 metrekarelik alanda 13 gün boyunca 5 kişi ile birlikte tutulduk. 13 gün sonunda savcılığa çıkarıldığımda şifremi vermişim ve tutanağa da geçmiş. Bu açıkça lehe delil karartmadır. Savcılar Türkiye’de sanık lehine bilgi toplamaz. Ancak bu iddianamede delil toplamayı geçmiş maddi gerçeği karartmıştır. İnsan Hakları Gündemi Derneği’nin benden önceki başkanı avukat ve arkadaşım Orhan Kemal Cengiz ile borç alışverişimiz suç unsuru olarak gösterilmiş. Gönderdiğim paranın yanına ‘borç’ açıklaması yazmıştım ama MASAK raporlarında bunlara yer vermemiş. Eline silah almamak için askere bile gitmemiş insanı silahlı terör örgütüne yardımla suçluyorlar. Today’s Zaman’da benim yazdığım dönem Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın ve AKP milletvekilliği yaptığını bildiğim Markar Eseyan da yazmıştı onlar da telif alıyordu” dedi. Kurşun, düzenlenen toplantının kamuoyuna duyurulmadığı yönündeki iddialara ilişkin olarak ise ‘Her yıl yüzlerce toplantıya katlıyoruz. Her toplantıyı duyurmak konusunda bir yükümlülüğümüz yoktur’’ ifadelerini kullandı. 

‘GİZLİ TOPLANTI YAPIYOR OLSAK ÇEVİRMEN ÇAĞIRMAZDIK’

Kurşun’un ardından Helsinki Yurttaşlık Derneğinden Nalan Erkem savunmasını yaptı. Erkem de toplantı kararının nasıl alındığını anlattı. Erkem, toplantıyı düzenleyen insan hakları örgütlerinin bu tür küçük katılımlı toplantıların duyurularını yapılmadığını söyledi.  Erkem ayrıca, toplantının gizli olduğu iddialarını da eleştirdi. Erkem, polisin baskın tutanağında da toplantı yapılan odanın kapsının açık olduğunun yazıldığını vurguladı. Erkem, ‘‘Toplantıya katılanların çoğu çevirmen olarak para kazanıyor. Gizli toplantı yapıyor olsaydık Çevirmenler Birliğinden çevirmen istemezdik’’ dedi. 

ERKEM HAKKINDAKİ İDDİALARI ÇÜRÜTTÜ

Erkem, avukat olarak yer aldığı Zirve davasında mahkeme tarafından bütün avukatlara dağıtılan belgenin aleyhine delil olarak kullandığını anlatarak, “Bir ağır ceza hakim heyetinin dağıttığı belge nedeniyle tutuklanıyorum. Ben avukattım. Böyle bir iddianameyle yargılandığıma inanamıyorum. Müvekkilimle yaptığım görüşme aleyhime delil olarak konulmuş. Bütün belgelerini sunmama rağmen savcılık dikkate almamış” dedi. Erkem iddianamede şifresini vermediği yönündeki iddiayı ise, “Benim hiç bir dijital cihazımda şifre yok ki. Kimse de bana şifre sormadı” diyerek polis tutanaklarından şifresinin olmadığı ve telefonunun açık sekilde el konulduğuna dair bölümü okudu. Erkem, “İnsan hakları savunucularından terörist olmaz hayatımızın bütün alanında şiddete karşı mücadele ediyoruz. Gerçek dışı ve varsayıma dayalı iddialarla terör gibi şiddetin en iğrenç biçimiyle yönetilmesi kabul edilemez” diyerek savunmasını sonlandırdı.

‘DELİL YARATMAK İÇİN 7 GÜN SONRA EVLERİMİZİ ARADILAR’

Duruşmada son olarak tutuklu yargılanan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Yönetim Kurulu Üyesi Veli Acu savunma yaptı. Acı savunmasında, KHK’larla birçok insan hak derneğinin kapatıldığını, ancak iddianamede ası geçen hak örgütlerinin değil kapatılmak haklarında soruşturma dahi açılmadığını söyledi. Acu, “Terör örgütlerine yardım yaptığı söylenen insanlar gözaltına alınıyor ve ne hikmettir ki evlerine 7 gün sonra aramaya gidiliyor. Madem o kadar tehlikeliydik neden gözaltından 1 gün sonra gitmediler? Çünkü 7 gün boyunca toplantıda suç unsuru yapacak delil bulamadılar ve delil yaratmak için evlerimizde 7 gün sonra arama yaptılar” dedi. 

‘YARGILANAN BENİM İNSANLIĞIM’

Acu, telefon şifresini vermediği yönündeki iddiaları da çürüttü ve savcılık sorgusunda şifreyi verdiğini söyledi. Acu savunmasını şöyle devam ettirdi:

“Arkadaşlarıma yaptığım EFT’ler bile sorgulanırken bundan sonra hayatımın geri kalanında insanlara daha temkinli yardımcı olacağım. Çünkü burada yargılanan benim insanlığım. Ben burada erdemlerim üzerinden yargılanıyorum, yardım etme eylemlerim yargılanıyor. Benim gözümde insan öldüren her dava meşruiyetini yitirir, ölümle ittifak yapan hiçbir dava etik olamaz. Cezaevinde tek kişi kalamayacağımı gerekçeleriyle söylememe rağmen 27 gün tek kişilik hücrede kaldım. Doğuştan gelen bir rahatsızlık nedeniyle sol gözüm yok. Sol gözüm protez. 15 günde bir sağlık kontrolüne gitmem gerek rahatsızlığımın sağ gözüme de geçmesinden korkuyorum. Bir diğer durum da eşim 9 aylık hamile. 2 kez doğum yapma riskiyle hastaneye kaldırıldı. 10 gün sonra doğum yapacak. Çocuğum doğduğunda yanında olmak istiyorum. Tahliyemi talep ediyorum.”

SAVCI 7 HAK SAVUNUCUSUNUN TAHLİYESİNİ İSTEDİ

Savcı Selahattin Kanbur mütalaasında, Günal Kurşun, İdil Eser, İlknur Üstün, Nalan Erkem, Özlem Dalkıran, Peter Frank Steudtner ve Ali Gharavi’nin adli kontrol ile tahliyesini Veli Acu’nun tutukluluğunun devamını talep etti. Savcı Kanbur ayrıca Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç’ın İzmir’deki dosyasının Büyükada dosyası ile birleştirilmesini istedi.

KARAR İÇİN ARA VERİLDİ

Mahkeme başkanı Taner Kılıç'a birleştirme talebine dair beyanını sordu. Taner Kılıç ise "Büyükada ile ilgili hiçbir fiilim İzmir dosyamda yok. Dolayısıyla birleştirilmesini istemiyorum" dedi. Mahkeme karar için ara verdi.

KARAR AÇIKLANDI: TÜM TUTUKLU SANIKLARIN TAHLİYESİNE...

İstanbul Büyükada’da gözaltına alınan 8’i tutuklu 11 hak savunucusu 113 gün sonra hakim karşısına çıkarıldı. Savunmaların ardından kararını açıklayan mahkeme, tutuklu yargılanan 8 hak savunucusunun tahliyesine karar verdi. Mahkeme, Taner Kılıç için de birleştirme kararı aldı. Tanıklara davetiye çıkaran mahkeme, otel müdürünü de tanık olarak dinleyecek. Sonraki duruşmayı 22 Kasım’a erteleyen mahkeme, Özlem Dalkıran ve Veli Acu’ya yurt dışına çıkış yasağı verirken diğer hak savunucularının adli kontrollerini kaldırdı.

NE OLMUŞTU?

5 Temmuz 2017'de Büyükada'da travma/stresle baş etmek ve veri güvenliği üzerine yaptıkları atölye çalışması sırasında gözaltına alınan alınan 11 hak savunucusu 13 gün gözaltında tutulmuştu. Gözaltından sonra çıkarıldıkları mahkemede 8 hak savunucusu tutuklanırken 2’si serbest bırakılmıştı. Hak savunucuları hakkında hazırlanan iddianameye 6 Haziran 2017'de gözaltına alınan ve halen tutuklu bulunan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç da eklenmişti.

Taner Kılıç, diğer 10 sanıktan farklı olarak "silahlı terör örgütüne üye olma" suçlamasıyla yargılanan tek isim. Hak savunucuları, “Gezi Parkı olayları benzeri şiddet içeren ve toplumda kaos oluşturacak olaylar” planlamakla suçlanıyor.

Reklam
ÖNCEKİ HABER

Şırnak’ta bir okulda öğretmenden Kürtçe konuşma yasağı

SONRAKİ HABER

Ölüm tehdidi ‘düşünce özgürlüğü’ymüş!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa