15 Ekim 2017 02:00

O (it): Korkunç bir faşizm anlatısı

Can Deniz Eraldemir, Stephen King’in O adlı kitabının Yönetmen Andrés Muschietti tarafından çevrilen filmini yazdı.

Paylaş

Can Deniz ERALDEMİR

“Şeytan boyalı olduğu kadar 
korkunç değildir.”
J. Stalin

Sinema perdesine  bir polis memurunun vücudundan ağaca uzanan iki eli yansıyor. Ellerden biri, yeni bir kaybın duyurusunu ağacın gövdesindeki diğer kayıp duyurularının üstüne yaslar yaslamaz; diğer eli alışkın bir serilikle son kaybın duyurusunu zımbalıyor. Hemen ellerin arkasında, yeşilin içinde süren yaşam akışını flu da olsa görebileceğiz. Ama yakında, yakınımızda olduğu için polisin yüzünü göremiyoruz. Hislere ne perdemizde ne filmimizde, ne de zamanımızda yer var. Zaten kaybolmuşlar da pek şaşırtıcı değilmiş gibi kanıksanıp içselleştirilmiş görülüyor. “O”, kendisini kabul ettirdiği kadar kabul ettirmiş, kaybettirdiklerini. Herkes kaybeder, yahut kaybedilir ama, o hükmünü hep başka türlü göstermeyi bilir. Boyalı şeytan, yani “O” kendini göstermedikçe onu görmezden gelmek hâlâ sürmekte olan yaşamın konforunu kaçırmaz elbet. Ama “O” maharetini sergilemeye karar verdi mi ölüm de kayıp da hemen bitiverir. İnanmayan yüzünü onun adımladığı coğrafyalara bir dönsün: Stephen King’in Derry’sine değil yalnız, Hitler’in Almanyasında, Franco’nun İspanyasında, Pinochet’in Şilisinde veya misal Türkiye’deki Galatasaray Lisesinin önünde her cumartesi tekrar tekrar sorulan kayıplara bir baksın!

“Hagarty, ‘Burası kötü bir yer,’ diye ekledi. ‘Bir lağım. Yani siz ikiniz bunu bilmiyor musunuz? Doğduğunuz günden beri burada yaşıyorsunuz ve bunun farkında değilsiniz, öyle mi?​’”(1)

Stephen King kanımca dikkatli gözlerin yakından bildiği bir zamanı dört kuşak sonrası için  müthiş bir kurguyla yoğurup kelimelerle işlemiş. Kitabın ilk yayınlanışı yanılmıyorsam 1986. Kaba bir hesapla faşizmin yenilişini bin dokuz yüz kırk beşten alırsak bu faşizm anlatısı kırk bir yıl -kendisi 47’li- sonra kaleme dökülebilmiş. Fakat kitapta bu lanetin tekrarladığını da vurguluyor King, güncelle daha bitmemiş bir temas içinde demek bu. Dünü anlattığı gibi yarını da işaret ediyor olabilir. Yoksa “Trump da mı onun bir öngörüsü?​” diye pekala sorulabilir. Biz yine de hikayenin tarihine dönelim. Görsel bir hale dönüşmesi bir mini dizi biçimiyle doksanları bulmuş. Şimdi yönetmen Andrés Muschietti’nin algı işçiliğiyle sinemaya yansıyor “O”. Söylemeden edemeyeceğim, en az filmin algı işçiliği kadar çocukların oyunculuğu da alacasına parlıyor beyaz perdede.

Boyalı şeytan, yani o, toplumun görmezden geldiği kanalizasyonda, onların kusurları ardına saklanarak bir yandan ele geçirdiklerini “uçurduğu” kendi görkemli sarayını kuruyor, diğer yandan yalnız kalan kurbanlarını avlıyor teker teker. Karşımıza çıkan, yüzüne sürdüğü boyasıyla gülücükler vadeden katil bir uzaylı. Goebbels’in işçiliğiyle süslenmiş şovunu kürsüde kendi kendine kavga ederek sürdüren bir deli, dahi de denilebilir sanki. Bu hesapla sürekli olur olmaz sunduğu balonu ise elbetteki bir bayrak... İlk tanım ne kadar olası ise ikincisi de üçüncüsü de anca o kadar olası. İllaki bir canavar bulunacaksa. “Beni ‘Dans eden Palyaço Pennywise’ diye tanırlar.” “Parti benim, ben partiyim!” (2)

Birinin barda güçlenmesine tezat lağımda saklanıp güçleniyor “O”. Karanlıkların içinde biriken kötülükler üstüne kuruyor varlığını. Filmde pek görünecek zaman bulamasa da kitapta olduğu gibi eşcinsel Mellon’a karşı, görmezden gelinen şiddetle besleniyor. Evde, sokakta çocuklara ve kadınlara yönelen taciz ve tecavüzle, kesilen saçların da koruması imkansız, kolları güçleniyor Yabancılara, dışarıda kalmışlara yahut hayali sınırların ötesinden gelene  karşı gösterilen şiddet “O”nun dişlerini keskinleştiriyor. Kürt’e, pardon, Musevi’ye yahut farklı bulduğu renge yönelen ırkçı şiddetle adımları sağlamlaşıyor, toplum komaya girerken hastalanmak ihtimalindeki korkudan besleniyor. Bencillik, yoksulluk ve yoksunluk içinde toplumun yapı taşı sayılan ailelerin her parçalanışlarıyla tekrar ve tekrar kuluçkaladığı “O” bize şiddetini gösteriyor. Şiddetten nemalanacaklarla da her daim iş birliği içinde. Hitler lümpen, arka sokak katillerine ‘yeni’ Almanya için az güvenmemiştir misal.

Vadedilen toplum yanılsamasıyla karşı karşıyayız filmde. Bozulan, zulme dönüşen, aileler ile kulaklara doğumla birlikte fısıldanan, olması elzem sayılan ‘toplum ritüellerinden’ hayatımıza bulaşan atıkları, hem kitabın hem de filmin hassasiyetle işledigi, işaret ettiği bir unsur. Bilmezden, duymazdan, görmezden gelinenin çıkardığı artık yaşamların, kendilerinden  beslenen “O”larla yüzleşmekten nasıl kaçınmaya alıştırıldığımızı seyrediyoruz perdede. Gittikçe yeryüzünü yutan insan yapımı bir kanalizasyon hali. “Oysa faşizmi, birbiriyle etkileşim halinde olan, bir noktadan ötekine atlayan moleküler odaklardan ayırmak imkansızdır: Bunlar nasyonal sosyalist devlette, ancak daha sonra, hep birlikte ahenk içine girmiştir. Kırsal faşizm, kentsel faşizm, mahalle faşizmi, gençlik faşizmi ve savaş gazilerinin faşizmi, solda faşizm ve sağda faşizm, çiftlerin faşizmi, okulda ve büroda faşizm: Her faşizm, kendi başına duran ve diğerleriyle iletişim halinde olan bir mikro-kara delikle tanımlanır; bunlar ancak daha sonra, büyük, genelleşmiş bir merkezi kara delikte ahenk içine girerler. Her deliğe, her oyuğa bir savaş makinesi yerleştirildiğinde, faşizm vardır.” (3) Peki ya panzehri?

‘TEKER TEKER AVLANMAYI BEKLEMEK YAHUT EZİKLERİN MÜCADELESİ’

Musevi çocuk kapının eşiğinde durdu kaldı. Sanki görünmeyen bir el onu o kapının eşiğindeki boşluğa bir elbise gibi astı da ne ileri ne geri hareket edebiliyor. Kıvırcık sarı saçlarından boyalı ayakkabısının içinde karıncalanmış ayak uçlarına kadar yayılan korku kriziyle çocuğun yüzleştiği her hareketinden görülüyor. Arkadaşları, namıdiğer ezikler grubundan arkadaşları çoktan o korkunç evin içinde, şimdi Musevi çocuğun yanlarında yer alıp almayacağını anlamaya çalışıyor. “Biz ezikler ne yapabiliriz! Ölmek istemiyorum ben Bili” diyen çocukların sesleri sanki daha önceden bu sahneye miras bırakılmış, hâlâ kulaklarımızda. “Biz çok küçük ve güçsüzüz.” Kekeme Bili kekemeliğini bastırarak bir kez daha hatırlatıyor: “Eğer ayrılırsak hepimizi teker teker öldürecek ama birlikte karşı koyarsak onu yenebiliriz.” Toggliatti mi uyarmıştı: “Onun üstünlüğünü sarsabilecek kesin ögenin ancak yığınların savaşımı olabileceğini” unutmamak gerekiyor diye. (4)

Korkuyu  sivri dişlerde, karanlıkta yükselen seslerde, klişelerde arayanlar elbette ki filmde bunu bolca bulacaklar, faşizm klişe sever, ama buna ek olarak bütün sinirleri geren bu dünyevi durumu fark edenler için bir umut hâlâ var. Tarihi bir filmi de unutmadık tabii. Öncesinde de yenilmiş boyalı şeytan gerçeği hâlâ hafızalarımızda. Önce tırnaklara, sonra bıçaklara dönüşen eldivenli elleriyle “O”, her çeşitten acı yaratmaya maharetli yardımcılarıyla, var olanı unutturmaya çalışan basınıyla, işkenceleri, balonları, rengarenk kuklalarıyla bu yeryüzünün gördüğü ne ilk uzaylı, ne de yer çekiminden azade bir güç hali. 

Bütün toplamını yutacak yerin yedi kat dibine uzanan bir kuyu bulunur elbet!

1 O, aynı adlı roman,  Stephen King, sy 20
2 Hitler’in bir konuşmasından
3 Gilles Deleuze ve Felix Guattari - A Thousand Plateaus
4 Faşizm üzerine dersler, Toggliatti

ÖNCEKİ HABER

Değinmeler

SONRAKİ HABER

Kürdistan referandumu ve Türkiye bahsi üzerine bir şerh

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...