28 Temmuz 2012 14:04

‘Erdoğan’ın bugünkü tutumunu garipsiyoruz’

“Biz Suriye ile Türkiye halkı arasında başlayan dostluk temelindeki ilişkilere çok sevinmiştik. Bizler Suriye ile Türkiye arasındaki ilişkiyi birden böyle ortadan kalksın diye mi kurduk? Türkiye Başbakanı Erdoğan Suriye’ye gelirken, ikinci evine gelir gibi geliyordu. Türkiye’den Suriye’ye gelenler daha düne kadar dost bir &

‘Erdoğan’ın bugünkü tutumunu garipsiyoruz’
Paylaş

Fatih Polat / Ali Karataş / Kubilay Özbek

 

Bu sözler, Arap Yazarlar Birliği Lazkiye Şube Başkanı Nejdet Zireyka’ya ait. Lazkiye’deki ziyaretimiz sırasında bizi ağırlayan ve birçok görüşmeyi gerçekleştirmemizde de yardımcı olan Zireyka, “Suriye’ye gelen bu eli silahlı kişileri kim besleyip gönderiyor?” diye sorduktan sonra yanıtı da kendisi veriyor: Türkiye.

 

Başbakan Erdoğan’ın Suriye’de bir dikta rejimi bulunduğunu öne sürerek, Suriye’ye ‘demokrasi’ götürmekten söz ettiğini belirten Zireyka, dönüp bize soruyor: “Türkiye’de Suriye’dekinden daha iyi bir demokrasi mi var?”
Nejdet Zireyka ardından da şöyle devam ediyor: “Ben kendi adıma konuşuyorum. Erdoğan Suriye’ye düzenlenen komplonun bir parçasıdır. Erdoğan’ın görevi ve çıkarı olayı süsleyip püsleyip, abartarak anlatmak. Gerçek neden Kudüs, Filistin. Eğer İsrail siyonizmini destekleyen Avrupa ülkelerinin tavrına bir bakıp okumaya çalışırsak, Ortadoğu’da İsrail siyonizmine karşı duran kim? Araplar ikiye bölünmüş. Araplar kendi saltanatlarını sürdürmek için İsrail siyonizmi ile ilişki içindedir. Bir de Suriye vardır. Filistin’i desteklemektedir. Esas amaç Kudüsü Yahudileştirmek. Amerika Suriye’yi vurmadan bunu yapamaz.”

‘DIŞARIDAN EMPOZE EDİLİYOR’

Zireyka ile konuşurken Suriyeli aydınlardan Lina Simon Kerem de orada. Ona da Suriye’deki muhalefeti nasıl değerlendirdiğini soruyoruz, “Suriye’deki olaylar kendiliğinden ortaya çıkan halk ayaklanmaları değildir. Dışarıdan empoze edilen yapay eylemlerdir” diyor.
Suriye’de halkın önüne bir programla çıkan bir muhalefetten söz edilemeyeceğini belirten Kerem Suriye’de özgürlük ya da temsil gibi temel konular açısından bir sorun olmadığını savundu. Bu arada Lin Simon Kerem’in bir Hıristiyan Arap olduğunu da vurgulayalım. Şam’da bir biçimde temas ettiğimiz
Lazkiye’de sokağın nabzını öğrenmek için konuştuğumuz isimlerden biri de 52 yaşındaki Azize Mansur. Devlet memuru olduğunu söyleyen Mansur, “Basın keşke gerçekleri olduğu gibi yayınlasa. Arap devlerindeki basın dahil” diyor. Türk halkını sevdiğini vurgulayan Marsur, ardından da ekliyor, “Ama Erdoğan bizi arkadan hançerledi.”
27 yaşındaki Lara Subeyhi ise üniversite de öğretim görevlisi olduğunu söylüyor. “Önce kardeş Arap Ülkelerinin tavrını garipsiyorum” diyen Subeyhi, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olarak hareket eden Arap rejimlerinin Suriye’ye karşı düşmanca bir tavır içinde olduğunu söylüyor.

LAZKİYE’DE GENÇLER NE DİYOR?

Hiba Dib, 25 yaşında ve üniversitede, Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü 3. Sınıf Öğrencisi. Hiba Dib’e üniversitedeki öğrenci arkadaşlarının Suriye’de olup bitenlere nasıl baktığını soruyoruz. Üniversite gençlerinin bu açıdan 3’e ayrıldığını belirterek, bunu şöyle sıralıyor: “Muhalif, hukuk yanlısı ve tarafsız.” Ona, “Sen bunlardan hangisine giriyorsun?” diye soruyoruz, “vatandan yana” diyor. Hiba Dib, “Başkan Esad reformlar yaptı” ifadelerini kullanırken, silahlı muhaliflere de tepki gösteriyor.
Java Vennus ise liseyi yeni bitirmiş. Sonsuz özgürlük olamayacağını söylüyor ve muhalefete tepki gösterirken şu ifadeleri de kullanıyor: “Allah’ın katında da tam özgürlük yok.”
Lazkiye, Baas Partisi’nin en güçlü olduğu merkezlerin başında geliyor. Baas Partisinin gençlik örgütü de burada oldukça güçlü durumda. Böyle olunca kentte başvurduğumuz gençler içinde onlar öne çıkıyor. Ancak bu, dediğimiz gibi kentin yapısından kaynaklı. Yani biz sadece belli bir gençlik kesimi ile görüşmüş değiliz.

VALİ, EL CEZİRE VE EL ARABİYA’DAN YAKINDI

Lazkiye’nin Valisi Süleyman Muhaddil Nacar da göreve bugün başladı. Daha önce Kürt nüfusun yoğun olarak bulunduğu Kamışlı da görev yaptı. Kendisiyle katıldığı engelliler ile ilgili bir tören sırasında görüştük. Nacar’a sormak istediğimiz pek çok soru vardı ancak, silahlı muhaliflerle girilen çatışmalarda ‘şehit düşen’ vatandaşlarının cenaze törenine katılmak durumunda olduğunu söyledi. Suudi Arabistan’ın kanalı El Arabiya ile Katar’ın kanalı El Cezire’nin yayınlarından rahatsızlığının dile getiren Vali, bizim burada bulunduğumuz süre içinde, o yayınların gerçekleri yansıtmadığını kendi gözlerimizle göreceğimizi savundu.
Türkiye halkının dost ve kardeş halklar olduğunu söyleyen Vali Nacar, Başbakan Erdoğan’ın Suriye’ye hedef alan politikalarını eleştirdi ve bir devlet bürokratından beklenebilecek şu değerlendirmeyi yaptı: “Suriye’nin 23 milyon nüfusu yek vücut olarak Başkan Esad’ın arkasındadır.”

ŞAM; GERGİN BİR BAŞKENT

Valiyle görüşmemizin ardından Şam’a hareket ediyoruz. Başkent Şam’a ulaşır ulaşmaz Lazkiye’den farklı olarak ülkenin içinde bulunduğu “gergin” durumu hissediyorsunuz. Şam’a girerken karşılaştığımız gençlerden oluşan bir milis grubunun bir arabayı kovalaması anı hariç bir çatışma gözlemleme durumu olmadı. Buna bir de, Şam yolunda yanmış olan 15 kadar araca tanıklık ettiğimizi ekleyebiliriz.
Şam’da kaldığımız süre boyunca silah sesleri ve patlamalar eksik olmadı. Şam’da bir yandan günlük hayat devam ederken diğer yandan sokakların askerler tarafından tutulduğunu görüyoruz. Olağan zamanlarda olmayacak şekilde sürekli askeri devriyelerle karşılaşıyorsunuz. Çatışmaların bulunduğu bölgelere gitme ve oradaki durumu yerinde gözlemleme şansımız olmadı. Enformasyon Bakanlığı’nın bize verdiği izin kağıdının Şam ile sınırlı olması da açıkçası bu açıdan bizi ciddi oranda sınırlıyor.
Ama kaldığımız süre boyunca elde ettiğimiz gözlemlerimize dayanarak birkaç önemli saptama yapmakta fayda var.

PROGRAMSIZ MUHALEFET

Kürt bölgelerindeki gelişmeleri bir tarafa bırakırsak Suriye’de bu gün için halkın taleplerini kapsayan programı olan bir hareketten söz etmek kesinlikle mümkün değil. Bunlar Sünni tabanın en gerici kesiminden oluşturulmuş radikal silahlı gruplar. Bunların belli bir kesimi Suriyeli olmasına karşın önemli bir bölümü de Libya’dan Ürdün’den Irak’tan vb. Arap ülkelerinden gelen aşırı dinci militanlar. Bunlara ordudan ayrılan bir miktar askeride eklemek mümkün.
Ne başkent Şam’da ne Lazkiye’de herhangi bir toplumsal kesimin öğrencilerin, çiftçilerin, işçilerin toplu talepleri veya hareketleri ile ilgili bir sıkıntıyı hissetmedik.
Kaldığımız süre boyunca bize yansıyan ve bizim gözlemlediğimiz Humus yolunda yakılan araçlar, Reyhanlı Cilvegözünde Türk tır’larının yakılması, Lazkiye İşçi Sendikaları Birliği Başkanı Ali Davut’un bize aktardığı 12 üyelerinin işteyken bu silahlı gruplarca öldürülmesi ve en son Humus’ta bir otobüsten indirdikleri 8 kişinin kol ve bacaklarını kesmeleri gibi eylemler “muhalefet” denen grupların yapıları ve özellikleri hakkında bir fikir verecektir.
Bu arada Müslüman Kardeşler, El Kaide ya da irili ufaklı çeşitli ‘muhalefet’ örgütlerinin giriştikleri eylemler de Özgür Suriye Ordusu’nun ortak bir ad gibi kullanıldığını da vurgulamak gerekiyor.

ARAP MİLLİYETÇİLİĞİNİN ÖNEMLİ ÜLKESİ

Bizce önemli bir algı yanlışlığı da hem rejimin karakteri hem de “Suriyelilik” meselesi ile ilgili. Türkiye basınına ve Arap medyası başta olmak üzere dünya medyasına bakarsanız Esad rejimi yüzde 12 oranındaki azınlık bir mezhebe “Nusayrilere” dayanıyor. Böyle bir yargıya sahip olan kesimler Ulusal Güvenlik binasına yapılan intihar saldırısında ölen savunma Bakanı Davut Racha’nın Hıristiyan olduğunu öğrenince şaşırdı. İntihar saldırısından sonra ölenlerin yerine atananların hemen hepsi Sünni.  Suriye Müftüsü Şeyh Ahmet Bedreddin Hassun ve bir çok Sünni din adamı Esad rejiminin önemli destekçisi.
Yine yapılan yorumların aksine yabana atılamayacak bir “Suriyelilik” kimliğinden bahsetmek mümkün gözüküyor. Yaptığımız hiçbir görüşmede rejime “mezhepsel” bir sıfat yakıştıran olmadı. Aksine Suriye halkı vurgusu hep öndeydi. Tabi bunda Suriye rejiminin özellikle Filistin, Irak ve Lübnan’da izlediği kendine has politikaların etkisi büyük. Burada Suriye tarihi ile ilgili bir hatırlatma; Suriye ve Mısır 1958’de oylama ile 1961’e kadar süren Birleşik Arap Cumhuriyetini kurdu. Birliğin dağılmasına karşın Mısır, Birleşik Arap Cumhuriyeti adını 2 Eylül 1971’e değin korudu.
Yaptığımız bir görüşmelerin birinde bir Filistinli; “Herkesin iki vatanı var biri kendi doğduğu vatan diğeri ise Suriye” diyor.  Gerçekten de Filistin ve Irak başta olmak üzere mağdur olan halklara kapılarını açan başka bir ülke yok. Şam aslında Arap mültecilerinde başkenti. İki milyona yakın Filistinli el Muhayyem ve Yarmuk bölgesinde yaşıyor. Yüz binlerce Iraklının Şam’daki meskeni ise Jarmana bölgesi.  
Şam’ın Göçle gelen sakinleri de gelişmelerden tedirgin.  


ŞAM İLK TÜRK HAVA 'ŞEHİT'LERİNİN KABRİNE EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR

Türkiye kamuoyu Suriye’nin hava sahasına girdiği gerekçesi ile düşürdüğü Türk jetini tartışırken, Şam’da ilginç bir mekana rastlıyoruz. İlk Türk hava şehitlerinin kabri Şam’da Selahattin Eyyubi türbesinin hemen yanında bulunuyor. Temiz ve bakımlı olan bu yapı da, aslında bir bakıma bize Suriye’nin Türk pilotlarıyla özel bir husumeti (!) olmadığının göstergesi sayılabilir.
Kabrin yanındaki mermerde şunlar yazıyor:
“20. Yüzyılın başında dünya havacılığındaki gelişmelere paralel olarak, Osmanlı devleti de havacılık ile ilgili faaliyetlere başlamış, bu çerçevede, 1914 yılında, 2515 kilometrelik İstanbul-Kahire uçuşunu gerçekleştirmek için hazırlıklar tamamlanmıştır.
Bu amaçla İstanbul’dan havalanan Yüzbaşı Fethi (Pilot) ve Üsteğmen Sadık (Rasıt) yönetimindeki ilk uçak 24 Şubat 1914’te Şam’a ulaşmıştır. Ancak, Yüzbaşı Fethi ve Üsteğmen Sadık, 27 Şubat 1914’te uçuşun Şam-Kudüs güzargahında, uçaklarının arıza yapıp Teberiye Gölü civarında düşmesi sonucunda şehit olmuşlardır.
İstanbul’dan havalanan Teğmen Nuri (Pilot) ve Yüzbaşı İsmail Hakkı (Rasıt) Beyler yönetimindeki ikinci uçak 9 Mart 1914’te Yafa’ya ulaşmıştır. Ancak bu uçak da, uçusun son etabında, 11 Mart 1914’te arıza sonucu denize düşmüş ve Teğmen Nuri şehit olmuştur.
Bu iki kazada şehit olan üç Türk subayı Şam’a getirilerek, Selahattin Eyyubi türbesinin yanındaki bu ebedi istirahatgahlarına defnedilmişlerdir.
Türk havacıları bu kazalar karşısında yılmamışlardır. Salim ve Kemal beyler yönetiminde İstanbul’dan kalkan üçüncü uçak, İstanbul-Kahire uçuşunu bu kez başarı ile gerçekleştirmiş ve 9 Mayıs 1914’te Kahire’ye varmıştır.
Şehitlerimizin ruhları şadolsun…”

YARIN: Suriye’deki gelişmeler Lübnan’da nasıl görülüyor?

evrensel.net

ÖNCEKİ HABER

‘Kreş yardımı’ nedir, ne değildir?

SONRAKİ HABER

İftar şovu aç bıraktı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...