01 Ekim 2017 00:10

Eğitimin okulların dışına çıkması: İyi mi kötü mü?

Prof. Dr. Ulaş Başar Gezgin, bu hafta yayımlanan Evrensel Pazar yazısında sürekli değişen eğitim sistemi ve müfredata ilişkin yazdı.

Paylaş

Prof. Dr. Ulaş Başar GEZGİN

“Türkiye çok kötüye gidiyor, ne yapsak boş” gibi düşünenler oluyor. Oysa, son gelişmelerden sonra Türkiye’de büyük bir isyan dalgası patlak verebilir. Neden mi? Eğitim sistemini iyice berbat ettikleri için, eğitim sisteminden kaçışlar hızla artacak. Eskiden eğitim sistemi profesyonel isyancı olacakların önemli bir bölümünü sistemde tutuyordu ve onların iş sahibi olmasını sağlayarak düzene bağlıyordu. Şimdiki eğitim sistemi böyle bir işlev göremeyecek. Zaten insanlar üniversite mezunu olmanın iş garantisi sağlamadığının da farkına çoktan varmış durumda. Dolayısıyla, şu an eğitim yaşlarında olan kuşakta ilerleyen yıllarda ilkokul terk ve ortaokul terk sayısı artacak; üniversite mezunu sayısı da, üniversite öncesi eğitimdeki tıkanma nedeniyle düşüş trendi izleyecek. Bu nedenle, Türkiye, en çok muhalifin yaşadığı, en çok sol düşüncenin üretildiği ülkelerden biri olacak. İktidar, eğitim sistemini kendi ideolojisine göre şekillendirirken, eğitim sisteminin bireyleri sisteme bağlayıcı işlevinden haberdar değil...

NESNEL VE ÖZNEL AÇIKLAMALAR

Toplumsal bilimlerde bir açıklama ne zaman mekanik ve belirlenimci sayılmalıdır? Yalnızca nesnel koşullara odaklanıyorsa ve nesnel koşulların bireylerin, toplulukların, toplumların, sınıfların, kimliklerin ve diğer aidiyetlerin prizmasından geçmeden doğrudan büyük çaplı etkiler doğuracağını ileri sürüyorsa... Bu durumda, ıskalanan, öznel koşullardır. Bu öznel koşulların içine, adaletsiz düzenle ilgili görüş ve algılar (Örneğin, “Dünya adil bir yer, herkes hak ettiğini alıyor” ya da “böyle gelmiş böyle gider” vb.) ve toplumsal değişimin olanaklılığı ve olanaklı ise nasıl olacağına ilişkin görüş ve algılar (Örneğin, “Sokağa çıkarsak ve/ya da bir olursak birşeyleri değiştirebiliriz” ya da “benim adım Hıdır, elimden gelen budur”) girer. İşte psikoloji burada önem kazanıyor. Eleştirel psikologlar, bu konuları, çeşitli bağlamlarda, sistemi meşrulaştırma kuramı, adil dünya inancı, toplumsal baskınlık, ideoloji, yanlış bilinç, hegemonya ve yabancılaşma ekseninde inceliyorlar. Fakat bunlar azınlık. Marksist psikologlar ise, eleştirel psikologlar arasında çok daha küçük bir azınlık.

Peki Marksizm, mekanizm ve belirlenimcilik anlamında öznelci midir? Hayır, değildir. Marks ve Engels ve diğer önde gelen Marksist düşünürler, psikolojiyi bir araştırma alanı olarak ihmal etmiş olsalar da (Ki o zaman zaten ‘psikoloji’ diye bir alan da henüz tam anlamıyla yoktu), öznel durumları asla gözden kaçırmamışlardır. Bunun için, Marksist psikolojinin kökleri, Marks ile Engels’in ideoloji, yanlış bilinç ve yabancılaşma kavramsallaştırmalarına dayanıyor. Yalnız, bu da değil. Sonuç olarak, sosyalizmin zafer kazanacağı ve özellikle de bunun Batı’da olacağı beklenmekle birlikte, devrimler bir takvime bağlanmış değildi. Dolayısıyla, 100 yıl değil belki 200-300 yıllık süreçlerden söz edebiliriz. 

ÖRGÜTSEL DAVRANIŞ

Öte yandan, Marks ve Engels’e göre, devrimler, otomatik olarak gerçekleşecek olgular değillerdi. Zaten tam da bu nedenle, Marks ile Engels, bir ‘Komünist Parti Manifestosu’ kaleme alırlar. Devrimler otomatik olsaydı, partiye de örgütlenmeye de gerek kalmazdı. Buradan şu sonuç ortaya çıkıyor: Devrimler ya da genel anlamıyla toplumsal değişimler, yalnızca nes-nel koşullara değil, ezen egemen sınıflar ve kesimler ile ezilen sınıfların ve kesimlerin öznel durumlarına da bağlıdır. Yukarıdaki psikolojik örneklere ek olarak, toplumsal bilimler içerisinde, psikolojiden de beslenen örgütsel davranış alanı, Marksist bir psikolojinin ürettiği bilgiye ek olarak anahtar bir işlev görmektedir. 

Kimi zamanlar, nesnel koşullar devrim için çok uygun olurlar ama öznel koşullar uygun değillerdir. Ezilenler hâlâ umutsuzdur, birşeyleri değiştirebileceklerine dair bir beklentileri ve öz güvenleri kalmamıştır (Bunu psikologlar, siyasal etkililik (political efficacy) değişkeni üzerinden çalışıyorlar). Egemen sınıfların medyası, eğitim sistemi, eğlence dünyası vb. çok başarılı bir biçimde, sömürüyü gizlemekte, onu doğallaştırmakta ve ezilenlere, var olan düzenden başka çıkar yol olmadığı düşüncesini pompalamaktadır. Egemen sınıflar son derece örgütlüyken, ezilenlerin binbir parçaya bölünmüş ve her biri hafif siklette olan örgütleri vardır. O zaman toplumda hiçbirşey değişemez. Böyle bir toplumda, madem ki devrim için nesnel koşullar hazırdır; ezilenlerin karamsar psikolojilerinin dönüştürülmesi ve örgütlenmek en önemli adımlar olacaktır. Fakat Gezi direnişinden hareketle örgütlenmenin değişik biçimleri (örneğin, merkezsiz, anlık, hızlı, akışkan, sanal-gerçek bileşimi vb.) düşünülmelidir. 

Kimi zamanlar ise, öznel koşullar, nesnel koşullara göre daha baskın olabilir; ama bu, önceki seçeneğe göre daha nadirdir. Bu durumda, ezilenler bir hayli örgütlüdür ve nesnel koşullar o kadar uygun olmasa da, ezilenlerin örgütlülüğü, kendilerine, devrime ve değişime olan inançları, onları iktidara taşır. Bunun bir örneği, belki Nepal olabilir. Nepal’de, aslında, sosyalistler en beklenmedik zamanlarda yükselişe geçmişti. 

ANNELERİN ARTIK DİYEMEYECEKLERİ

Dolayısıyla, Türkiye’de neler olacağı, ne yalnızca nesnel koşullarca ne de yalnızca öznel koşullarca açıklanabilir. Ancak, nesnel koşulların ezilenleri daha da kutupsallaştırıp siyasallaştıracağı bir gerçek. Anneler artık şunu diyemeyecek: “Oğlum, oku, kötü yollara sapma, derslerine iyi çalış da adam ol, falanca gibi doktor ol, filanca gibi mühendis ol.” Toplumda liyakat sisteminden iyice uzaklaşılacağı için, yetenekli çocuklar ve gençler, istedikleri ve yapabilecekleri eğitimi alamayacaklar. Mutsuz olan, yetenekli olup istediği yere gelemeyen çok geniş gençlik kesimleri ortaya çıkacak. Doğru psikolojik görüş ve algılar baskın çıkarsa ve örgütlenme koşulları da uygun olursa, bu kesimler, Türkiye’de toplumsal değişimin lokomotifi olacaktır. Bu kesimlerin isyanı, birkaç yılda değil 5 ila 10 yıl kadar sonra patlak verecektir. 

ASIL EĞİTİM OKUL DIŞINDA

Başa dönersek, eğitim sistemi, yalnızca egemen sınıfların ideolojilerini ezilen çoğunluğa aşılamak, adaletsiz sistemi meşru ve doğal göstermek ve sisteme ucuz iş gücü üretmek dışında başka bir işleve daha sahiptir. O da, eğitimin, yoksul kitlelere, ‘Okuyup adam olma’, böylece sınıf atlama umudu ve kimi zaman da olanağı vermiş olmasıdır. Bu umut (öznel koşul) ve olanak (nesnel koşul) yitip gittiğinde, geriye, eğitiminin büyük bölümünü okuldan değil hayattan alan, ilkokul ya da ortaokul terk, üniversite okumamış olan büyük bir kitle doğuracaktır. Okul bırakma da okuldan kaçma da iyice sıradanlaşacaktır. Eğitime yönelik ağır ideolojik müdahale, okulda okumuşları değil, tam tersine, okumamışları tarih uçağının kokpitine yerleştirecektir. 

Devrimci durumlarda, eğitim, sınıfların dışına taşar. Ekim Devrimi, çok eğitimli bir kadroyla gerçekleşmişti; ancak bu kadronun ve destekçilerinin neredeyse tümü, okullarda okumuş değil, kendi olanaklarıyla kendilerini yetiştirmiş insanlar olmuştu. Bundan sonra, anlaşılan o ki, Türkiye’de de asıl eğitim, okullar dışında gerçekleşecek... 

ÖNCEKİ HABER

Yeni tiyatro sezonunda kadınlar nerede?

SONRAKİ HABER

Eksik parça

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...