17 Eylül 2017 23:01

‘Sonu iyi biten hikayelere çok ihtiyacımız var’

Vedat Aydemir, 'Ver Kaç' filminin senaristleri Ali Ersin Kelleci ve Onur Karataş ile konuştu.

Paylaş

Vedat AYDEMİR
İstanbul

Ver Kaç, 15 Eylül’de vizyona taptaze bir giriş yaptı. Futbol, aşk, dayanışma, kardeşlik... Filmin teması futbol olsa da hikayesi oldukça sıcak. Orçun Benli’nin yönetmenliğini üstlendiği filmde kimler yok ki; Kenan Ece, Bülent Çolak, Aslıhan Güner, Fırat Tanış, Ruhi Sarı, Yılmaz Gruda ve Mehmet Ali Kaptanlar. Başarılı kadrosu ve güzel öyküsüyle vizyonda izleyicilerini bekleyen filmin asıl fikir yaratıcılarıyla, senaristleri Ali Ersin Kelleci ve Onur Karataş ile konuştuk. Filmden, mahalleden ve tribünlerden söz ettik...


Yeni filminiz hayırlı olsun. Ver Kaç’ın macerası nasıl başladı?
Ali Ersin: Teşekkür ederiz. Daha önce televizyona birlikte iş yaptığımız yapımcımız Kadir Gülnahar sinemaya yatırım yapmak istediğini söyledi bir gün. Bizim de biriktirmiş olduğumuz tonla hikaye, enteresan yaşanmışlıklarımız vardı. Parçaları birleştire birleştire ilerlerken Ver Kaç ortaya çıktı. Ortaya çıktı dediysek öyle he deyince de olmadı yani (gülüşmeler). Kaç kez revize ettiğimizi ben bile hatırlamıyorum inanın. İçinize sinmesi için bu tip onarımlar kaçınılmaz oluyor tabii.

Bir futbol hikayesi anlatılıyor filmde tabii bir de aşk var. Sanıyorum siz de futbol ile ilişkilisiniz...
Onur Karataş: Aşk var tabii. Sevgiliye ve futbola karşı beslenen engin bir aşk. İkisinde de kaybettiğinizi düşündüğünüz anlar çok fazla. Umutsuzluk deplasmanındasınız, siz dokuz kişi kalmışsınız ve rakip skor itibariyle de önde. Ama yılmak yok. Geri dönüşlerin takımı olmak, mevzubahis aşksa daha büyük gayret gerektiriyor. Futbol takımıyla ilişkili olan kısım aynı zamanda arka planında, içindeki kıymet sahipleriyle bir semte olan bağlılığın da ifadesi. Lisanslı ürünlerin, store mağazaların, elektronik biletlerin sohbetlerimizi işgal etmediği yıllara dönük bir futbol sevgisi bizimkisi. Evin duvarına astığımız boy boy posterlerle, annelerimizin tuttuğumuz takımın renkleriyle ördüğü atkı ya da kazaklardan kalma bi’tat.
Ali Ersin: Evet biz de futbolla ilgiliyiz. Ben Fenerbahçe, Onur abi Galatasaray taraftarı. İkimiz de uzun yıllar tribünlerden baktık tuttuğumuz takımlara. Onur abi 1994 yılında gittiği ilk Galatasaray maçının biletini gözü gibi saklar hâlâ... Benim en güzel şehirlerarası hikayelerim deplasman yolculuklarımdır.

‘TERTEMİZ DAYANIŞMA KÜLTÜRÜ VAR’

Yalnızca futbol değil samimi bir mahalle hikayesi de işleniyor filmde. Mahalle sizin için ne ifade ediyor?
Onur Karataş: Hikayenin salt futbol meselesi üzerine kurulu olduğunu söylemek doğru olmaz. Kentsel dönüşüm adı altında dokusu, silueti ve tarihi oldu bittiye getirilmeye çalışılan mahalleler var. O mahallelerin sokaklarında gezdikçe içinize dolan komşuluk ilişkileri var. Cebinden çok para çıkmasa bile imkansızlığını ortaya serebilen insanların tertemiz dayanışma kültürü var. Bu yanıyla filmdeki futbol takımı, kurulduğu sokakların bir arada yaşama kültürünü, mahallelinin sınıfsal konumunu ve sistemle ilişkisini yansıtan bir araç durumunda. Hatta ara ara deplasmanlara gitmesi vesilesiyle kendine has duruşunu gittiği yerlere de taşıyabilme özelliğine sahip.
Ali Ersin: Biz ikimiz de Gazi Mahallesi sakiniyiz. Sakiniyiz dediysem lafın gelişi. (Gülüşmeler). Mahallenin kimliğine pek uygun düşmedi sakinlik meselesi sanırım. Bundan 25-30 yıl evveline kadar İstanbul’un ücra bir köşesiyken bugün şehrin ve rantın merkezinde kalan bu sokakların ürünüyüz. Mahalle ile ilişkimiz de futboldan farksız. Geçmiş sıcak ilişkileri anmak, ucundan köşesinden o değerleri var etmeye çalışmak mutlu ediyor. Gecekondulardan binalara geçerken yitirdiğimiz çok şey oldu ama insanın içine işlemiş tuhaf bir aidiyet hali var. Bugününü beğenmesek de sırt çeviremiyoruz sokaklarına.

Filmde bir tribün dayanışmasından söz edebiliriz. Bu sadece filmlerde mi olur? Günümüzde “Tribünde siyaset olmaz” sözüne nasıl bakıyorsunuz?
Ali Ersin: Böyle semtin kenarına iliştirilmiş mahalleler için dayanışmanın önemi çok büyük. Bir arada duramazsanız, büyük şehir, küçük semtinizi bir çırpıda yutacakmış gibi. Her biri ezbere bilinen sokaklarında dolaşırken kimi zaman selam verip almaktan yorulduğunuz yaşam alanlarından bahsediyoruz. Dayanışma, özellikle zor zamanlarda akla gelen ilk fikir, iyi niyetle koşullanılmış ortak bir refleks. Mahalleli için tribünde de, mahalleyi ilgilendiren farklı bir meselede de bu refleksin ortaya çıkması kaçınılmaz.
Onur Karataş: Tribün ve siyaset meselesine gelirsek... Tribünde siyaset olmaz değil de, bizim istemediğimiz şey olmaz, olmasın, oldurmayız durumu var. Yalnızca tribünde de değil, sokakta, meydanda, sanatta, iletişim araçlarında kendisi gibi düşünmeyenleri dışarıda tutmak birincil çaba. Tribün; yüksek ses, çok lakırdı ve kitlesellik demek. Bir cümlede ne kadar tehdit unsuru var gördünüz mü? Gezi eylemleri sonrasında tribünlerden yükselen muhalif sesleri tehdit olarak algılayan iktidar, önlem olarak tribün kültürünü yerle bir etti. Passolig uygulaması sonrası tribünlerin tadı tuzu kalmadı pek. Sosyal ya da sınıfsal hiçbir farkı olmayan aynı şehrin iki takım taraftarı yan yana maç izleyemiyor. Denk geldiği yerde birbirini boğazlıyor. Tahammülsüzlük için farklı renkleri sevmek bile yeterli. Sonra daha fazla güvenlik önlemiyle sorunu çözmeye çalış dur.

‘O KADAR ÇOK HİKAYE VAR Kİ’

Sinema sektörüne Ver Kaç’la giriş yaptınız. Yeni projeler üretmeye devam edecek misiniz? Neler bekliyor seyirciyi?
Ali Ersin: O zaman ben biraz teknik detay vereyim. Senaryo editörlüğünü yaptığımız Dümdüz Adam filmi çekim aşamasında şu an. Orada da Ersin Korkut, Cezmi Baskın ve Ferdi Sancar başrolleri paylaşıyor. Yine yazım aşamasında olduğumuz, Adana’da geçen bir hikaye var önümüzde şu aralar. O da film, televizyon işi değil.
Onur Karataş: Sinema, dokusu ve etki alanıyla apayrı bir alan. Yazdığınız bir metnin, beyaz perdede yıllarını bu işlere adamış sinema emekçilerince dillendirildiğini görmek heyecan verici. Bundan sonra ne olacağını kestirmek çok kolay değil ama uğraştığımız işler var. Komedinin, eğlencenin, ağız dolusu sevinebilmenin yalnızca kurgunun, hayal gücünün içine sıkıştığı zamanlardayız. Yer yer tebessüm etmenin bile ağır geldiği anları deneyimliyoruz. Anlatılması için bize bırakılmış o kadar çok hikaye var ki. Bunlara dair yazıp çizmek isteğim çok kuvvetli. Umarım o olgunluğa ve fırsata erişebilirim. Komedi filmi röportajı için olumsuz bir final olmasın yine de. Filmin finali gibi sonu iyi biten hikayelere çok ihtiyacımız var. Nâzım Hikmet’in çok sevdiğim dizelerinden alıntılarsak;
“...sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana
Onların dediği çıkacak
Eninde de sonunda da.”

ÖNCEKİ HABER

Altan kardeşler ve Ilıcak'ın davası yarın

SONRAKİ HABER

‘Emevi camisinde Esad’la namaz’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa