17 Eylül 2017 02:23

Makasla 5 numara önden de biraz pırpır

Fırat Turgut berber Salim Usta'nın hikayesini yazdı; 'Makasla 5 numara önden de biraz pırpır'

Paylaş

Fırat TURGUT

Kendimi ifade edecek kadar konuşmaya başladığım, artık sokakta arkadaşlarımla koşturup oynadığım anlarda, bu kez berber yolunda tutmuştum babamın elini. Sıfatımın az biraz insan içine çıkacak şekle girmesiyle, kumaş makasıyla saçlarıma girişen babam vermişti kararı. Bundan sonra saçlarımı bir profesyonel kesecekti. Gururla ustalık belgesini dükkanın baş köşesine asan bir adam girişecekti saçlarıma.
Dükkana girdiğimizde sonradan isminin Salim olduğunu öğrendiğim usta, ellerini müşterisinin üzerine doladığı örtüye sürerek, ellerine yapışmış kıllardan birazcık arınmış, “Hoş geldin abi” diyerek babamın elini sıkmıştı. Babama ikram etmek için çırağına bir çay siparişi verdikten sonra sormuştu:

“Naber abi.”

“İyidir, uğraşıyoruz işte. Çocuğu getirdik tıraş için” diye yanıt vermişti bizim peder.

“Naber delikanlı” diye soran berbere başımı öne eğerek “iyi” demiştim sadece. Dükkanın çırağının yerdeki kılları fırçayla bir yere topladığını seyrederken, “Berber iyi bir abi” diye düşünmüştüm, sırf delikanlı dediği için. Peder çayını yudumlayıp sehpadaki gazetelere göz gezdirirken, benim işim sadece beklemekti, kesilen kılların yukardan yere düşüşünü seyrederek...

YAŞANAN İLK TRAVMA

Bir süre sonra tıraş olan adam berberin çevirdiği koltuktan indi. Cebinden çıkarığı paranın büyük olanını ustaya, küçük olanını ise giymesi için ceketini tutan ve kendisine “Sıhhatler olsun abi” diyen çırağa uzattı. Adam “Hayırlı işler” deyip çıkarken usta “Buyur delikanlı” deyip koltuğu işaret etmişti bana. Ayağa kalktığım esnada çırak elinde bir tahta parçasıyla belirmişti ustanın yanında. Dikdörtgen tahtayı dikkatli bir şekilde koltuğun kollarına yerleştirmiş, elleriyle biraz bastırmış, usta da beni koltuk altlarımdan tutarak tahta parçasının üzerine koyuvermişti. Az önceki müşterinin boynuna dolanan ve her yerini kapatan örtünün farklı bir renkte olanı bu kez benim boynuma dolanmıştı. Usta, aradan kıl kaçmasın diye boynuma doladığı tarafı iyice sıkmış, sıkmanın etkisiyle gözleri pörtleyen, neredeyse dili dışarı çıkacak ben, ses çıkarmamıştım. Demek ki işin adeti buydu...

İşte ne olduysa ilk travmayı yaşadığım o günden sonra oldu...

O zamana kadar gazeteden kafasını sadece çay yudumlarken kaldıran babamla önümdeki ayna vasıtasıyla göz göze gelmiştik. Berberin saçlarımı nasıl tıraş edeceğinden çok ilk defa geldiğim bu dükkanda nasıl tepki vereceğimdi merak ettiği. “Ne yapıyoruz” diye sormuştu usta. “3 numara” demişti peder. Makineyi hazır eden usta saçlarımın önünden başlamıştı tıraşlamaya. Uyguladığı baskıyla kafam geriye gitmesin diye her hamlede kafamı öne doğru eğiyordum. Bu hareketi her yaptığımda ise istemsiz bir şekilde kaşlarımı çatıyordum. Ağzıma gözüme kıl girmesin diye de yüzümdeki iki organı da kapatmıştım. Mimiklerimle olabilecek en çirkin hallere girdiğim berber dükkanından, kısa süren tıraşın ardından bal kabağı gibi çıkmıştım. Babamın kabak kafama bir buse konduracağını düşünmüştüm. Niyeyse! Ama iyi ki yapmamıştı...

YAŞ İLERLEYİNCE TIRAŞIN ŞEKLİ DEĞİŞİR

Bir süre daha böyle gitmiş, berbere babamla gitmeye devam etmiştim, ta ki ilkokul yıllarına kadar... İlkokul yıllarında dikdörtgen tahtanın altımdan çekilip, kaba etimin yalancı deri altındaki süngerin yumuşaklığını hissetmesiyle büyüdüğümü anlamıştım. İkinci travmamı ise biraz daha büyüdükten sonra, yani artık ellerimi, koltuğun kollarına koyabilecek yaşa gelince yaşamıştım. Bu travmadan sonra yıllarca uzun uzadıya düşünmüştüm. Bu koltuğu üreten firmayla berberler arasında nasıl bir çıkar ilişkisi olduğu, berberin boyunun ister uzun olsun ister kısa hiç fark etmediği... Aynı travmayı yaşatan bu olayla her tıraşta yüz yüze gelmem ve berberlerin hipnoz yeteneği olup olmadığı...

Benimle beraber saçlarımı kesen makinenin numaraları da büyümüş, sonrasında ise makineye veda eden saçlarım makasla bir ilişki tutturmuştu. Yaş ilerleyince Salim Usta’nın soruları da değişiyordu: “3 numara? Subay? Makine kullanmıyoruz? Uçlardan kırpıyoruz, toparlıyoruz?​” Daha doğrusu bu değişiklikler benim büyüdükçe biçimsizleşen kafama göre oluyordu. Bundan böyle Salim Usta’nın dükkanından kabak gibi çıkmıyordum. Ama ne yazık ki kelaynak kuşundan farklı bir tarafım da olmuyordu. Salim Usta’nın “Uçlardan kırpıyoruz” sorusuna ben evet cevabı versem de Salim Usta sanki 5 numaralı başlığı makasa takıyordu. Galiba “Ulan çok da abartmayalım” diyerek önden biraz “pırpır” bırakıyordu. Dedik ya usta diye: Adam makasla 5 numara kesiyordu. Bir süre bu durumu kabullendim, hem de uzunca bir süre. Olmuyordu işte, ben ne kadar ısrar etsem de saçım istediğim gibi kesilmiyordu. Demek ki bendeydi problem.

ALINA YAZILMIŞ BİR KADER: SALİM USTA

Mevzuyu kabullendiğim vakitlerin birinde Ramazan Usta’nın ellerindeydi kafam. Ramazan Usta’nın ustalık belgesi yoktu. Salim Usta’nın yanında çalışan belgesiz bir ustaydı. Sadece bir kez tıraş olabildim ona. Mahalleden ve okuldan arkadaşlar ilk kez “Ooo tıraş olmuşsun”un ötesinde bir laf etmişti: “Sürekli böyle kestir...” Bu lafı birkaç kişiden duyunca Ramazan Usta’yı düşünmüştüm. Kafasına bir buse kondurmayı hayal etmiştim. Ama bu kez ne yazık ki yapamadım! Bir dahaki tıraşa gittiğimde Ramazan Usta’nın ayrıldığını öğrenmiştim. Karşımda bulduğum Salim Usta’nın aklından “Yine düştün elime” cümlesinin geçtiğini hissettim. Gözlerinden ve sırıtmasından onu çıkarmıştım. Tıraş bittiğinde dışarı ilk adımımı attığımda kafam üşümüştü. Ve yine kelaynak olarak evin yolunu tutmuştum.

Benim için kaderime boyun eğmekten başka bir yol yoktu. Ne yazılmışsa o. Benim de alnıma “Salim Usta” yazılmıştı. Ta ki Salim Usta fiyatlara yüzde 50 oranında zam yapana kadar... Peder bey her ne kadar işin raconuna uyup berberine ihanet etmezken, benim için zaten saçlarımı istediğim gibi kesmeyen berberden kurtulmam için bir fırsat olmuştu bu. Sonrasında her tıraş için farklı adreslere yönelmiştim. Remzi, Haydar (Bu çiğ köfteci olabilir emin değilim), Ali, Mehmet... Ustalar havada uçuşuyordu, ama hiçbiri benim derdime derman olmuyordu. Ortada kirli bir oyun dönüyordu sanki. Terk ettiğim Salim Usta, İstanbul Berberler Odasında, Bağcılar’daki berberlerle yaptığı bir toplantıda “Şu boylarda, kumral bir tip, yüzünde kıl yok. Çıkmışsa da daha yeni terlemiştir bıyıkları. İstediği gibi kesmeyin. Makas isteyecek, makasla 5 numara kesin, önden de pırpır bırakın biraz, yollayın” demişti. Diğer berberler de “Emrin olur usta”, “Salim’e yanlış yapan bize de yapmıştır”, “İstersen pırpırı da bırakmayalım abi” diye karşılık vermişlerdi ona. Salim Usta da “Yok, pırpır kalsın. Daha da ileri giderse bakarız” demiş, intikam duygusuyla camdan dışarıyı izlerken sigarasından derin bir nefes çekmişti.

BİLO İYİ GİBİYDİ AMA...

Ne oluyordu lan? Suçum neydi benim? Tüm berberler niye bana karşı örgütlenmişti? Vergileri ben mi arttırmıştım? Ne yapmıştı bu çocuk berberlere? Bir tarafdan bu paranoyak durum, diğer taraftan yeni berber arayışım devam etmişti. Durumu gitgide kabullenmiştim artık. Ta ki Bülent Usta’yla tanışana kadar. Dükkanın tabelasında “Bilo Erkek Kuaförü” yazdığından adının Bilal olduğunu tahmin ettiğim berberin, birkaç tıraştan sonra aramızda geçen muhabbetlerde adının Bülent olduğunu öğrendim. Evet artık berberle muhabbet kuracak, dizi eleştirisinden tutun da siyasi analize kadar, her türlü lafı çevirecek kadar büyümüştüm (lise çağları). Üstelik ilk defa “Sakallar?​” diye soran berberdi Bülent Usta. Salim Usta’nın delikanlı dediğinde yaşadığım hisse benzer bir his yaşamıştım gereksizce.

Makasla 5 numara yapmıyordu. Ama başka bir sorun çıkmıştı karşıma. Üstelik Salim Usta’nın pırpırlı 5 numarasını aratan bir sorun. Bülent Usta orta yaşın üzerinde olmasına rağmen modaya uyup ense bırakıyordu bende. İtiraz ettiğimde “Boyun ince”, “Kafa şöyle, böyle”, “Bilmem neyi kapatıyor” diyordu. Ben de bir iki itirazım sökmeyince her seferinde susuyordum. Tıpkı Salim Usta’nın boynuma doladığı örtüyü, dilimi dışarıya çıkaracak şekilde sıkı sıkı bağlamasına rağmen sesimi çıkarmadığım gibi... Her seferinde böyle oluyordu. Her seferinde Salim Usta’nın dükkanından kelaynak gibi çıkarken, Bülent Usta’nın dükkanından Taci Kalkavan gibi çıktım. Ama o halde de dolaşamazdım ya. Başka bir berbere de gidemezdim. Çünkü her seferinde gelen gideni aratmıştı. Ve ben her seferinde eve gelip, ensemdeki pırpırları anneme kestirerek Taci Kalkavan’lıktan kurtulmuş, insan içerisine çıkabilmiştim. Okulu bitirdiğimde bir nebze sevinmiş, artık düzenli olarak berbere gitmek zorunda olmayacağımı düşündükçe rahatlamıştım. Ama bu rahatlama sadece iki tıraş arasındaki mesafenin uzamasıyla ilgiliydi. Zira ben artık düzensiz de olsa berbere gitmeye devam ettim. Gittikçe süreyi uzatıyordum. 2 ayda bir yerine 3 ayda bir, bazen 4 ayda bir... Süre uzadıkça insanlıktan çıkıyordum. Ve gazeteci olduğumu bilen Bülent Usta artık ne zaman gitsem bütün tıraşlara şu sözle başlıyordu: “Haber olacak hale gelmişsin...”

EN BÜYÜK İKİLEM

Bülent Usta beni haber olacak halden kurtarıyordu ama Taci Kalkavan’lıktan değil. Aksine ısrar ediyordu Taci Kalkavan olmamda. Ben ise hâlâ direniyorum. Bülent Usta’nın dükkanından çıkıp, soluğu annemin yanında alıyorum. Annem de saçlarımın ense bölümünü uygun bir şekilde kesiyor, sağ olsun.

Başta dedik ya kader diye. En son geçen hafta Bülent Usta’nın yanına uğradım. “Ooo hoş geldin kardeş” diye karşıladı beni. Enseme göz atınca o gülen yüzü tam tersine döndü. “Ne olur anlamasın” diye geçirdim içimden. “Sallanan bir uçağın içinde ateist olmaz” misali dudaklarım kıpırdamaya başladı. Göz teması kurmadan yutkunarak konuştu, kısık bir sesle: “Enseyi kütleştirmişsin, yoksa başka bir berber mi...” Ben, “Yok abi, ense, sıcak, saç, uzun, anne” gibi kelimeleri ağzımda gevelemekten öteye gidemedim. Bülent Usta sustu, tıraş boyunca hiç konuşmadı. Bir ara aynadan göz temasına girdik. Gözleri dolmuştu. “Usta gözlerin” dedim. “Kıl kaçtı” dedi. Birkaç soru sorarak konuşturmayı denedim fayda etmedi. Ama sanırım bu kez olmuştu. Bir müsibet bin nasihattan iyiydi ne de olsa. Yıllarca anlatamadığımı, annemin kütleştirdiği ense anlatacaktı Bülent Usta’ya.

Bir süre sonra “tamam” dedi. Cebimden çıkardığım parayı almaya bile tenezzül etmedi, “Tezgaha bırakıver” dedi. “İyi akşamlar usta” deyip dükkandan çıkarken yüzüme bile bakmadı. Sokağı dönüp gizlice dükkana baktığımda Bülent Usta elinde makasıyla dışarıya bakıyordu...

zaklara... Dalıp gitmişti. “Ulan üzdük adamı” dedim kendi kendime. Eve geldiğimde kapıyı açan annem saçlarıma bir göz gezdirip çekmeceye yöneldi. Döndüğünde makas elindeydi. Anlaşılan yine fayda etmemişti...

Annem ensedeki saçları kısaltırken hayatımın en büyük ikilemini yaşadığımı düşündüm. Ya Bülent Usta’ya gitmeye devam edecek, “Her zamanki usta, Taci Kalkavan” diyecektim, ya da Salim Usta’ya dönecektim: “Makasla 5 numara, önden de pırpır sana zahmet...”

ÖNCEKİ HABER

Gamsızın günlüğü

SONRAKİ HABER

Dünya nüfusunun yüzde 53'ünün internet erişimi yok!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...